Birbiri ile iç içe girmiş, birbiri ile bağlantılı ve birbirini tamamlayan o kadar soru ve sorun var ki… Sadece bu soruları yazmak bile birkaç sayfayı bulur?
Fakat biz birkaç soru ile yetineceğiz.
Türkiye’nin Suriye’ye yeni bir operasyon yapacağının konuşulduğu bugünlerde akla gelen diğer bir soru da Türkiye ile işgalci israil’in güvenlik sınırlarının birbiriyle örtüştüğü mü, yoksa çatıştığı mıdır? Neden Türkiye ile İran’ın veya Türkiye ile sınırdaş olduğu ülkelerden birinin değil de Türkiye ile israil’in güvenlik sınırlarını konuşuyoruz?
Çünkü her ikisinin de güvenlik sınırlarıyla sorunları vardır.
Şöyle ki: Sömürgeci Batının ileri bir karakolu işlevi gören israil, kurulduğu-kurdurulduğu günden beridir hem kan dökerek ve hem de yeni işgallerle sınırlarını genişletmektedir. Sınırlarını genişletmekle de yetinmemekte, bir de güvenlik sınırları oluşturmaktadır. Aynı zamanda bir din devleti de olan israil, bu işgallerle iki hedefine ulaşmaya çalışıyor. Bunlardan birincisi; binlerce yıl sonra da olsa tanrının kendilerine vaat ettiği toprakların tamamını almak. İkincisi ise, bu toprakların bir daha elden çıkmaması için, Afrika’dan Kafkaslara kadar geniş bir güvenlik sınırı oluşturmak!
Afrika’dan Kafkaslara kadar olan bu geniş coğrafyada yaşayanların ezici çoğunluğu Müslüman olduğuna göre, israil’in nihai hedefine ulaşmasının önündeki en büyük engelin de Müslümanlar olduğunu göstermektedir.
Tabii ki, israil’i kurduran güçler, işlerini oluruna bırakmamışlar ve bu engeli etkisiz hale getirmenin bütün önlemlerini önceden almışlardır. Örneğin, en büyük önlem, İslam’ı hayatın dışında tutan ve Müslümanlara da göz açtırmayan milliyetçi düşüncelerin dikte ettirilmesi ve milli, yani ulus devletlerin kurdurulmasıdır. Ve sonuç şudur: İki tane İslam ülkesi gösteremezsiniz ki, birbirileriyle ilişkileri israil ile olan ilişkilerinden daha iyi olsun. Veya iki İslam ülkesi gösteremezsiniz ki, iliklerine kadar hissettikleri israil tehdidine karşı ortak çıkarlar etrafında güç ve eylem birliği içinde olsunlar.
Sözün burasında bir soru daha soralım: İsrail’in hedeflerini gerçekleştirmek doğrultusunda attığı her adım istisnasız bir şekilde bütün bölge ülkeleri için de bir tehdit ve hatta saldırı olduğu halde, bölge ülkeleri neler yapıyorlar?
Burada sadece Türkiye’nin durumu ve neler yaptığı üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Malumumuz, Kürdistan ve dolayısıyla Türkiye’nin bir kısmı da israil’in kendisi için öz vatan addettiği Arzı Mevut sınırlarının içine girmektedir. Dolayısıyla burada Kürtlerin yaşıyor olmasının veya Kürdistan’ın hâlihazırda dört ülke arasında paylaşılmış olmasının yahut Türkiye’nin güvenlik gibi gerekçelerle komşu ülkelere yönelik operasyonlar yaparak yeni güvenlik sınırları oluşturmaya çalışmasının israil ve hamileri-müttefikleri nezdinde hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Dediğimiz gibi, israil’in hedefinde tanrının buyruğunu gerçekleştirmek vardır ve bu sevaba nail olmak için herkesle dostça veya düşmanca ilişki kurmaktan geri durmayacaktır. İsrail, son yıllarda bazı İslam ülkeleriyle “normalleşme” adı altında yaptığı antlaşmalarla gücünü daha bir pekiştirdi ve güvenlik alanını o ülkeleri de içine alacak şekilde genişletti.
İsrail, hem işgal alanını ve hem de güvenlik sınırlarını genişletmek için başta Kürtler olmak üzere bölgedeki bütün halklardan ve hatta bölge devletlerinden olabildiğince yararlanma yoluna gidecektir. Elbette ki, yine başta Kürtler olmak üzere Araplar, Farslar ve Türkler ve hakeza bölge devletleri de israil’in bu amacından adları kadar emindirler.
İsrail, işgal alanını ve güvenlik alanını bu kadar genişletiyorken, beri tarafta, gerekli önlemleri almadığı takdirde bölünme tehlikesi yaşayan ve bu nedenle zaman zaman sınır ötesi harekâtlar dahi yapan bir Türkiye var.
Resmin bütününe baktığımızda, gördüğümüz şudur: Türkiye’nin operasyonları, PKK-YPG-PYD gibi unsurların üzerinden Amerika’ya ve israil’e karşıdır. Öte yandan Türkiye ile israil’in güvenlik sınırları da her halükarda birbiriyle çatışıyor ve her geçen gün daha fazla çatışacaktır. Bütün bunlarla birlikte diğer bir gerçek ise, bu süreçte hem Türkiye’nin ve hem de israil ve hamilerinin en büyük işlerinin Kürtlerle olacağıdır.
Dolayısıyla Türkiye’nin kendi varlığına ve bütünlüğüne yönelik olan bu tehdidi bertaraf edip edemeyeceğini de Kürtlerle olan ilişkileri belirleyecektir. Bu ilişkilerde adalet ne kadar fazla olursa Türkiye’nin başarısı da o kadar fazla olacaktır.
Öyleyse gün, ırkçılığı milliyetçilik cilasıyla sürdürme günü değil, gün, milliyetçiliği ve buna bağlı olarak inkâr politikalarını tarihe gömüp, hakta ve adalette karar kılma günüdür.
Bunun dışındaki diğer yollar ve operasyonlar bize güven değil, güvensizlik getirecektir.