İşgalci israil ile bile “normalleşmenin” gündemimizi işgal ettiği bugünlerde Kürtlerle normalleşmenin neresinde olduğumuzu da gözden geçirmemiz gerektiği düşüncesindeyim.
Çünkü bu dört ülkenin kendi vatandaşları ve aynı zamanda dindaşları olan Kürtlerle olan ilişkileri, daha doğrusu onlara reva gördükleri muameleler anormalin bile çok altındadır.
Irak’ın %96'sı, İran’ın %99'u, Suriye’nin %90'ı ve Türkiye’nin %99'u Müslümandır. Ve şimdilik itibariyle hepsinin başındaki yöneticiler de “ben Müslümanım” diyen şahsiyetlerdir. Amma ve lakin hepsi de milliyetçiliğin ve mezhepçiliğin pençesindedir ve Kürtlere zulmetmekten de geri durmuyorlar!
İstemeyerek de olsa bu konuya bir daha girmemin nedeni, bu devletlerin zulümlerini politikalarının merkezlerine almış olmaları yetmiyormuş gibi, bir de son zamanlarda Kürtleri Amerikancı ve israilci diye itham etmeleridir.
Hâlbuki kendileri yüz yıldır Kürtleri birer sorun, birer tehlike, birer tehdit ve dahi birilerinin tetikçisi olarak gördükleri için, katliamlardan idamlara, sürgünlerden işkencelere, inkârdan asimilasyona ve Kürtçeyi yasaklamaktan kısıtlamaya kadar, zulmün her türlüsünü yapmaktan geri kalmadılar, geri kalmıyorlar!
Devletler bu zulümleri aralıksız yapadursunlar, Müslümanların da yükümlülüklerini yerine getirmediklerini görüyoruz.
Peki, gerçekten de sorun Kürtler mi, yoksa bizim rejimlerimiz mi?
Emperyalistlerin bizim ülkelerimizi birkaç parçaya bölmek istedikleri ve bütün imkânlarıyla buna yoğunlaştıkları şüphesizdir. Bu emellerini bizim etnik ve dini aidiyetlerimiz üzerinden gerçekleştirmek istedikleri de şüphesizdir. Dolayısıyla hedeflerinden birinin de dört ülkenin dördünde yaşayan Kürtler olduğu da şüphesizdir. Fakat bizim sormamız gerekmez mi, düşmanlarımızın bu emellerinden Sünnilerin, Şiilerin ve dahi Kürtlerin suçu nedir? Veya Kürtlerin hangi eylemleri ve hangi talepleri içinde yaşadıkları ülkeleri zayıflatmaya ve bölmeye doğru bir tehdit oluşturmaktadır? Kürtler, sadece ve sadece ülkenin eşit vatandaşları olmak istiyorlar. Ki bu da ancak bu devletlerin gasp ettikleri hakları iade etmeleriyle mümkündür.
Evet, ülkelerimizi sömürenlerin bizim güven, barış ve refah içinde yaşamamamızı istemediklerini ve sömürülerinin ömrünü uzatmak için bizleri yeni parçalara bölmek istediklerini biliyoruz. Irak ve Suriye’de başlattıkları işgal ve parçalama sürecine İran ve Türkiye de katmaya çalıştıkları da hepimizin malumudur. Bu durumda bizim işimiz birbirimizin boğazına sarılmak mı olmalıdır, yoksa düşmanlarımıza karşı birlik olmak mı?
Dikkat ederseniz, onların cephesinde bir yılgınlık, bir yorgunluk ve zerre kadar bir çatlaklık yok. Dün olduğu gibi bugün de ellerinden gelen kötülükleri artlarına koymuyorlar.
Peki, ya bizim cephemizde? Biz dediğim, her biri kendisini “Müslüman” olarak tanımlayan liderlerimiz, yöneticilerimiz… Biz dediğim, Araplar, Farslar, Kürtler ve Türkler… Biz dediğim, Sünniler, Şiiler ve diğer mezhepler… Biz dediğim, kısaca Müslümanlar…
Düşmanlarımız Kürtlerin üzerinden hesaplar yapıyorlar diye, sizin de kendi Kürtlerine yapageldiğiniz zulümlere son mu vermeniz mi gerekiyor, yoksa o zulümleri arttırmanız mı?
Bütün bunlardan hareketle kendilerini Müslüman olarak tanımlayan bu dört ülkenin liderlerine de diyoruz ki, geliniz, Allah’ın ayetlerine karşı savaşa ve Peygambere karşı isyana behemehâl son veriniz ve “vatandaşım-kardeşim” dediğiniz Kürtlerle normalleşiniz! Uzun sözün kısası, gasp edilen temel insani hakları iade ediniz.
Bilesiniz ki, Kürtlere reva gördüğünüz muamelelerin İslam’daki adı, Allah’ın ayetlerine karşı savaş ve Peygambere karşı isyandır! Çünkü hem Allah’ın ayetlerini çiğniyorsunuz ve hem de Peygamberimizin, “ayaklarımın altındadır” dediği milliyetçiliği başınıza koyuyorsunuz.
Hülasa, ya normalleşeceğiz, ya normalleşeceğiz! Aksi halde bu zillet halimiz artarak devam edecektir!