Konumuz, azgın azınlığın gittikçe artan hakaretleri ve hükümetin neden milletin değerlerine yönelik olan bu hakaretleri sonlandıran önlemleri almaktan aciz kaldığıdır.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da en fazla hakaretlere ve aşağılayıcı muamelelere maruz kalanlar biz Müslümanlarız.
Başımıza bomba yağdırmaları, ülkelerimizi işgal etmeleri, katliamları, tecavüzleri ve bizleri yerimizden yurdumuzdan etmeleri içlerindeki kini, nefreti ve düşmanlığı dindirmeye yetmiyor. Bütün bunlarla birlikte bir de dur durak bilmeksizin ve gece günüz demeksizin aşağılıyorlar ve hakaret ediyorlar.
Bu küresel katillerin ve itibar cellatlarının bir de her ülkede ve her toplulukta yerel uzantıları vardır. Hedeflerini etkisiz hale getirmek konusunda onlarla gizli veya açık dayanışmaktan ve birlikte hareket etmekten çekinmiyorlar. Hedefleri de tabii ki, her yerde İslam’dır, Müslümanlardır.
Dikkat ederseniz, İslam’a ve Müslümanlara yönelik hakaretlerini bazen bir şahsiyet, bazen bir cemaat, bazen bir vakıf, bazen bir yönetici ve bazen de bir devlet üzerinden yapıyorlar. Hizmetlerindeki medya ordusu ile yakın uzak demeden her yere ulaşabiliyorlar ve hedeflerine koydukları herkese karşı itibar suikastları gerçekleştirebiliyorlar.
Bu hedeflerinden biri de Sayın Erdoğan’dır. Onları Erdoğan’a onca darbelere girişmelerine ve kendisine aralıksız bir şekilde hakaret etmelerine neden olan şey, Erdoğan’ın Müslümanlığı ve bir de Türkiye’yi üreten ve kalkınan bir yola koymasıdır. Bir de Erdoğan’dan Atatürk’e doğru geriye dönüp baktığımızda, sadece Özal ve Erbakan’ın hakaretlere maruz kaldıklarını görüyoruz. Bu bile bu azgınların amaçlarının bir yanlışı eleştirmek olmadığını ve bu şahsiyetler üzerinden İslam’a ve Müslümanlara hakaret etmek olduğunu göstermektedir. Bu gibi durumlarda yapılması, daha doğrusu yapmamız gereken şey, zulümde olduğu gibi hakarette de mağdurlardan yana taraf olmaktır. Dolayısıyla söz konusu olan eğer hakaret ise, Erdoğan da olsa yanındayız, Kılıçdaroğlu da olsa… Bunun da adı yandaşlık değil, haktan, adaletten ve mazlumdan yana onurlu bir duruştur. Yandaşlık, kişiye hak ettiği eleştirileri yapmadığımız ve onu yaptıklarında la yüs’el olarak gördüğümüz andan itibaren başlar.
Türkiye’deki bu azgın azınlığın derdinin ülke, millet, geri kalmışlık ve pahalılık olmadığını, kimse onların inançlarına ve yaşantılarına karışmadığı halde, İslam’a ve Müslümanlara olan tahammülsüzlüklerini ellerinden gelen kötülüklerle gösterdiklerini ve hakaretlerinin de bu düşmanlıklarının bir tezahürü olduğunu toplum olarak artık görüyor ve biliyoruz. Bununla yetinmiyor, gereklerini de yerine getiriyoruz. Yani onların bu zorbalıklarına son verme vaadinde bulunanları iktidar da yapıyoruz. Bunlarla da kalmıyoruz, efendileriyle bir olarak seçtiğimiz iktidarlara karşı giriştikleri darbeleri de savıyoruz. Fakat hükümet her nedense, bugüne kadar toplumu bu azgınların hakaretlerine son veremedi.
Oysa hükümetin bu hakaretlere son vermesi için 5816 sayılı kanunu kaldırması yeterlidir. Atatürk’ü tanrı yerine koyan bu kanunu kaldırmakla hem toplumun üzerine sinmiş olan putperestliği az da olsa dağıtmış olur ve hem de bu azgın azınlığa da haddi bildirilmiş olur. Peki, ya koruma kanunu artık yok diye Atatürk’e hakaret edenler olursa… Bunun da kolayı var; sadece Atatürk’e değil, hangimize ve her kime yapılırsa yapılsın, hakareti suç sayan bir kanunla bu itibar cellatları kontrol altına alınabilirler. Öyleyse haydi hükümet, göreve!