“Allah’ın adı ile aldatmak” Kur’an’da geçen bir deyim, bir uyarıdır.

Bir insan kötülük yapmak istiyorsa, istismar etmeyeceği ve kendi çıkarı için kullanmayacağı hiçbir dini ve milli değer-kutsal yoktur! Bu değer-kutsal kimileri için Allah, İslam ve İslam iken, kimileri için de Yahudilik, Hristiyanlık, Budizm, Sosyalizm, İsa, Meryem, Marx, Vatan, Millet, Bayrak ve Atatürk’tür. Dünyadaki bütün toplumlar için bu böyledir.

Türkiye’de, Müslüman toplumu istedikleri yöne götürmek isteyenlerin en fazla kullandıkları değerler Allah ve Atatürk’tür. Bu ikisinin yeterli görülmediği anlarda ise hemen Milliyetçilik, Devlet, Lisan ve Bayrak gibi kutsallaştırılan değerleri devreye sokarlar. Bu saptırmanın muhatabı bütün Müslüman toplumdur, ama biz konuyu gençlerle sınırlıyoruz. Çünkü ilkokuldan üniversitenin sonuna kadar sistematik bir şekilde inançlarından koparılmaya çalışılanlar ve inançları şirk saldırılarına maruz kalanlar gençlerdir.

Resmi rakamlara göre, Türkiye toplumunun %99’u Müslümandır. Fakat sistem, İslam’ı Müslümanların hayatından çıkarmak üzerine kuruludur. Devletin anayasasında da İslam’a yer yoktur. Mustafa Kemal, bazı dengeleri de gözeterek, Cumhuriyetin 1924 tarihli ilk anayasasına, “devletin dini, din-i İslam’dır” hükmünü koymuş, ama bunu 1928’de anayasadan çıkarmıştır. O tarihten beridir İslam’ın ve Müslümanların adı konulmuş resmi bir statüleri de yoktur. Örneğin, Yahudiler ve Hristiyanlar bir azınlık statüsünde tanınırken, Müslümanlar da Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden devletin çerçevesini çizdiği bir İslam’a inanmaya ve ona göre yaşamaya mahkûmdurlar. Dolayısıyla Müslümanların camilerde bile İslam’ı olduğu gibi tebliğ etme hakları yoktur. Din adamları da devletin izin verdiği kadarını anlatmakla yükümlüdürler. Elbette ki unvanı ister din adamı olsun ister başka bir şey, İslam’ı olduğu gibi anlatanlar ve yaşamaya çalışanlar da vardır. Fakat onlar da devletin koyduğu yasaları ve yasakları Demokles’in Kılıcı gibi her daim enselerinde hissederek yaşarlar.

Bu, gerçekten de üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir durumdur! Çünkü günümüz dünyasında bu çelişki ile yaşayan toplumlar azdır.

Yaklaşık yüz yıldır Müslümanlar olarak bu çelişkiyi yaşıyor olmamıza rağmen, âlimlerimiz, Müslüman aydın, akademisyen ve öğretmenlerimiz şirkten arındırılmış tevhidi bir dil geliştiremediler. Bunun da ilk bakışta iki nedeni göze çarpmaktadır: Birincisi; Cumhuriyetin henüz başında Mustafa Kemal’in Müslüman toplumu etnik ve dini aidiyetleri üzerinden “mürteci” ve “bölücü” diye ikiye böldükten sonra bir kısmını etkisiz hale getirmesi ve kalanlarını şiddetle sindirmesi… İkincisi de; bazı din adamları başta olmak üzere bazı kesim ve kurumların İslam’ı toplumun hayatından çıkarmak ve Müslümanların inancına şirki bulaştırmak yönündeki icraatlarıdır.

Yaptıkları iş özetle şudur: Allah’ı ve Atatürk’ü özlerinden ve olduklarından farklı tanıtmak! Örneğin, Allah ve Atatürk birer kanun koyucudurlar ve kanunları da birbirine karşıdır. Bu gerçeği bile bile çarpıtırlar. Ama bu yalın gerçeği çarpıtmak kolay olmadığı için, bu kez de ürettikleri milliyetçilik, devlet, bayrak ve lisan gibi kutsalları devreye sokarlar. Bütün çabaları Müslümanları dinlerinden etmek veya en azından itikadına şirki bulaştırmaktır. Bugün tıpkı Kuzey Kore’deki gibi ülkemizde de İslam’ın putlaştırmak ve şirk olarak tanımladığı bazı eylemler ve sahneler işte bu saptırmaların birer sonucu ve eseridir.

Örneğin, tevhit inançları iğfal edildiği içindir ki, Milyonlarca Müslüman sirenlerin çalınmasıyla birlikte tazim duruşunda bulunmanın ve yüz binlerce Müslüman da 10 Kasım’larda sakallarını, başörtülerini ve çarşaflarını Aslanlı Yola paspas yaparcasına Anıtkabir’e çıkıp tazimde bulunmanın ne anlama geldiğini sorgulayamıyorlar…

Şüphesiz ki, bu sahneler en fazla da her şeyi sorgulama çağında olan siz gençleri düşündürmekte ve aklınıza birçok soru getirmektedir.

İyisi mi, sizler Allah’ı ve Atatürk’ü kendi emellerine alet edenlerin ağzından ve yazdıklarından değil, bizzat Allah’ın ve bizzat Atatürk’ün kendisinden öğreniniz. İkisine de aracısız bir şekilde ulaşabilirsiniz. Çünkü Allah’ın Kur’an’ı ve O’nu insanlara tebliğ eden Peygamberi vardır ve Atatürk’ün de sözleri, ilkeleri, Nutuk’u ve bütün bunların toplamı olan icraatları vardır. Ancak o zaman Allah’ı Atatürk’e ve Atatürk’ü Allah’a ortak koşanların ve onları olduklarından farklı gösterenlerin saptırma çabalarına karşı inancınızı koruyabilir ve o aldatıcılar gibi rejimin payandası olmaktan kurtulabilirsiniz…