Bazı dostların da ısrarlı telkinleriyle kendi kendime karar vermiştim; “artık Kürt-Kürtçe konulu yazılardan uzak duracağım” diye. Ama öyle olaylar oluyor ki, kayıtsız kalmak kişiyi insanlığından da imanından da edebiliyor. İyisi mi, kınayıcıların kınamasından korkmak yerine, hakkı ve adaleti esas almak.
Bu defa da Seçmeli Kürtçe Dersi konusunda yaşanan sorunlar ve bu dersi seçmek isteyenlerin maruz kaldıkları ırkçı muameleler beni yazmaya mecbur etti.
Çoğumuz ya farkında değiliz ya da görmezden geliyoruz, ama şu bir gerçektir ki, Türkiye’deki ırkçılık, Avrupa Birliği ülkelerinin hiçbirinde yoktur! Cümleyi tekrarlıyorum; Türkiye’deki ırkçılık, Avrupa Birliği ülkelerinin hiçbirinde yoktur! İnkâr politikalarının son yıllarda biraz yumuşatılmış olması bile Türkiye’yi Avrupa Birliği ülkelerinin düzeyine çıkarmaya yetmemiştir.
Düşünebiliyor muyuz? Türkiye’deki milyonlarca vatandaş, kendi dilini yaşamak ve yaşatmak hakkından hala mahrumdur. Artık bir hak olmasına rağmen Kürtçeyi seçmek hala büyük bir cesaret gerektirmektedir. Çünkü veliler Kürtçülükle ve Bölücülükle itham edilmekten ve okuldaki çocuklarının ırkçı muamelelere maruz kalmalarından korkuyorlar.
Hükümet birkaç sene önce lütfedip de Kürtçeyi MEB’in seçmeli ders müfredatına aldı, ama ne ihtiyacı giderecek kadar öğretmen yetiştirmekte, ne yetiştirdiği öğretmenleri istihdam etmekte ve ne de eğitim sistemine ve eğitim kurumlarına tahakküm eden ırkçılığa karşı sağlıklı bir mücadele vermektedir.
Milliyetçisinden Kemalistine, Sosyalistinden Liberaline ve maalesef Müslümanına kadar toplumun büyük bir kısmı Kürt ve Kürtçe gerçekliğine karşı rejimin rengine bürünmüştür.
Diğerlerinin ırkçılık yapmalarını geçtik de, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan Türk kardeşlerimizin de çoğunun tercihlerini gasıplardan ve zalimlerden yana yapması, diğer acı bir gerçekliğimizdir.
Biz Kürtler de haklarımıza sahip çıkmak konusunda olmamız gereken yerin çok uzağındayız. Örneğin, vekillerimiz bile Türkiye’deki Kürtçenin de en az Yunanistan ve Bulgaristan’daki Türkçe kadar özgür olması gerektiğini pekâlâ TBMM’nin kürsüsünden haykırabilecekken, neredeyse hepsi de bu ırkçı uygulamalara ve zulme karşı susmayı tercih etmektedirler.
İktidarından muhalefetine kadar TBMM’deki siyasi partilerin bu zulme karşı dilsiz, kör ve sağır olmaları… Siyasi kamplaşmalar üzerinden birbirini “yandaş” ve “hain” diye tanımlayan medya organlarının Kürtlerin mağduriyeti karşısında susmaları… Görev alanları hakkı ve adaleti gözetmek olan TBMM’nin ve Mahkemelerin bile hala Kürtçeyi “bilinmeyen bir dil” olarak kayıtlara geçirmeleri… Evet, bunların da hepsi yaygın olarak işlenen bu insanlık suçunda pay sahibidir.
Kürtçenin nihayet seçmeli de olsa bazı okullarda okutuluyor olması Kürtler için bir başarı sayılamaz, ama Kürtlere “kardeş” dedikleri halde haklarını gasp edenler için bir utanç olduğu şüphesizdir.
Unutmayınız, bu durumda her seçim gasıplara karşı bir cevap ve her seçim şeytana atılan bir taştır! Öyleyse haydi veliler, Kürtçeyi seçmeye…