Geçen haftaki yazımıza şöyle bir itiraz geldi; “Türkiye’den Avrupa’ya gelenler sadece Türkler mi ki, ‘Avrupa Türkleri’ deyimini kullanıyorsunuz?”
Tabii ki, değil. Bunların içinde Kürtler var, Araplar var, Süryaniler var ve Ermeniler var. Ki bunların da her biri müstakil bir şekilde örgütlenmişlerdir. Örneğin, Süryaniler kendi aralarında bir toplulukturlar. Ve Viyana gibi yoğun oldukları yerlerde kiliseleri bile vardır. Türklerden sonra ikinci kalabalığı oluşturan Kürtlerin de çoğu hala Türklerle teşrikimesailerini sürdürmekle birlikte, müstakil birçok kültürel ve siyasi yapılanmaları da mevcuttur. Müstakil derken, PKK’nın ve diğer örgütlerin Avrupa’daki uzantılarıdır. Hatta Öcalan da Atatürk’ü örnek alarak Kürtler için bir diyanet bile oluşturdu. PKK bünyesinde kurulan Kürdistan Dindarlar Birliği Avrupa’daki bazı şehirlerde camiler de açtı. Gerek Türkiye’nin Avrupa’daki vatandaşlarına yönelik etnik ve dini aidiyet eksenli ayrımcı politikaları ve gerekse bazı Türklerin Türkiye’deki ırkçılığı Avrupa’ya taşımaları, Türklerle Kürtlerin en azından bir kısmının birbirilerine mesafe koymalarına yol açtı.
Avrupa’daki cami cemaatleri bile -tıpkı Türkiye’deki gibi- hala ırkçılığı aşabilmiş değiller. Zaten PKK’nın açtıkları camilerdeki cemaati oluşturanlar da müdavimi oldukları camilerde bazılarının bitmeyen ırkçı muameleleridir. Bazı Avrupalıların kendilerine yönelik ırkçı muamelelerinden müşteki olan Türklerden bazılarının ırkçılık yapmaktan geri durmamaları ise başlı başına bir sorundur. Denebilir ki, istisnaları hariç, Türk dini cemaatlerinin, vakıflarının, derneklerinin ve kulüplerinin hepsi Kürtler söz konusu olduğunda ırkçıdır.
Geleyim neden “Avrupa Türkleri” deyimini kullandığıma ve neden bu deyimi tercih ettiğime… Bana göre, Türkiye pasaportuyla Türkiye’nin sınırlarının dışına çıkan herkesi ilk bakışta “Türk” olarak tanımlamakta bir sakınca yoktur. Bu, sadece bana göre değil, genel geçer bir kuraldır. Almanya pasaportu ile dışarı çıkmışsanız, Almansınız. Hangi ülkenin pasaportu ile çıkmışsanız, ondansınız. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, dini ve etnik aidiyetlerin oldukları gibi korunup korunmadıkları ve tanınıp tanınmadıklarıdır.
Geçen haftaki yazıda, “Avrupa Türklerinin konu ile ilgili düşüncelerini ve önerilerini yazmalarını” istirham etmiştim. Fakat şimdiye kadar yazan olmadı.
Gözlemlediğimiz kadarıyla elçilik ve konsolosluk hizmetleri önceki zamanlara göre daha iyidir. Fakat ticaret ve eğitim ataşeliklerinin üzerine düşen görevleri yerine getirdikleri söylenemez. Örneğin, eğitim ataşelikleri Avrupa’da okuyan yüz binlerce öğrencinin uluslararası öğrenci hareketliliğine katkıda bulunabilir. Türkiye’deki öğrencilerin Avrupa’da Avrupa’daki öğrencilerin Türkiye’de süreli eğitim programlarına katılmak suretiyle bilgi ve birikimlerini geliştirmelerine öncülük yapabilirler. Hakeza ticaret ataşelikleri de Türkiye’deki işadamlarının Avrupa’da ve Avrupa’daki işadamlarının da Türkiye’de ne gibi iş ve ithalat-ihracat imkânları olduğu konularında daha aktif olabilirler.
Mavi Kart’lıların Türkiye’de karşılaştıkları sorunlara önceki yazıda değinmiştik. Ki elçiliklerin bu konuda da Avrupa Türklerinin tercümanı olmaları gerekir.
Avrupa Türklerinin karşılaştıkları diğer bir sorun da özel aracıyla Türkiye’ye gelmek ve bu aracı Türkiye’de ne kadar süre ile bulunduracaklarıdır.
Ama Türkiye şartları o kadar zorlaştırmış ki, ihtiyaç duyduğunuz aracı ya alacaksınız veya kiralayacaksınız. Örneğin, her ay binlerce kişi ya iş gereği veya dinlenme, tatil yapma amaçlı Türkiye’ye uçuyor. Türkiye’de kaldıkları süre içinde araç ihtiyaçları oluyor. Bu durumda ya kiralıyorlar ya da taksi ve toplu taşıma gibi araçlardan yararlanıyorlar. Bu da büyük bir külfet oluyor. Hâlbuki araçlarını Türkiye’de bulundurmalarına izin verilirse, hem gurbetçiler ve hem de Türkiye kazanacaktır.
Elçilikler bu konuda da Avrupa Türklerinin tercümanı olmalıdırlar.
Daha başka sorunlar ve Avrupa Türklerinin başka beklentileri de vardır, ama onlar da başka yazılara…