İktidar ile muhalefetin birbirilerine karşı kullandıkları edepten, saygı, anlayış ve hikmetten yoksun dilin doğal olarak topluma yansıyor olması gibi milli meselelerde bile dayanışma erdeminden yoksunlukları da toplumun dünyada olup bitenleri sağlıklı bir şekilde değerlendirmesini engellemektedir. Ya partilerin kendi liderlerini la yusel, hatasız ve neredeyse adını koymadıkları birer tanrı gibi gören fanatik taraftarlarına ne demeli?

Yeryüzünü fesada boğmak çabasında olan güçlerin Türkiye’nin de istikrarına, ekonomisine ve ağır aksak da olsa artan gücüne ve aynı zamanda toplumun birbiriyle uyumlu olan milli, dini ve mezhebi dokusuna topyekün bir saldırı içinde oldukları şüphesizdir. Ne yazık ki Türkiye’nin bir kesimi bu saldırıları ya küçümsüyor veya onlarınki ile örtüşen emelleri vardır.

İliklerine kadar bizzat yaşadığı için iktidar partisi bu saldırıların farkındadır. Fakat bu saldırıları boşa çıkarmak amacıyla aldığı önlemlere baktığımızda, bu saldırıları savmanın oldukça gerisinde olduklarını görüyoruz.

Bütün bunlarla birlikte Türkiye’nin içerideki en büyük zaafı, üzerinden 100 yıl geçiyor olmasına rağmen hala milletinin iradesinin eseri olan bir anayasasının olmayışıdır. Mevcut anayasanın bizzat kendisinin toplumu dini ve etnik aidiyetleri üzerinden tanımlayıp bölüyor olması, toplumsal barışımızı ve toplumsal refahımızı da olumsuz yönde etkileyegelmiştir. Sayın Erdoğan’ın liderliğindeki AK Parti hükümetlerinin daha az zalim bir anayasa yapmak yönünde çabaları oldu, ama kısmi değişikliklerle sınırlı kaldı. Toplumu nispeten rahatlatan başörtüsünün yasak olmaktan çıkarılması ve inkar politikalarının resmiyette sona erdirilmesi gibi değişiklikler de anayasa ile güvence altına alınmadıkları için, her zaman istismara ve soruna dönüştürülmeye müsaittir.

AK Parti’nin ilk 10 yılındaki icraatlarında hak, adalet, ehliyet ve liyakat gibi değerlerden önemli izler vardı ve yolsuzlukla, yoksullukla ve yasaklarla mücadelesi de ümit veriyordu. Fakat son 10 yılın icraatlarına baktığımızda, kendisini iktidar yapan değerlerden gittikçe uzaklaştığını görüyoruz. Evet, yukarıda da dediğimiz gibi, birileri hala hafife alsa dahi Türkiye’nin istikrarına ve dahi bütünlüğüne yönelik kesintisiz saldırılar vardır. Ama bu saldırılara karşı alınacak en güçlü önlem adaletten uzaklaşmak değil, aksine adalete dört elle ve dahi bütün kurum ve kuruluşlarıyla sarılmaktır.

Yazının başlığı orman yangınları olduğu halde neden mi girişi bu şekilde yaptık? Çünkü 15 Temmuz Darbesi ve İşgal Girişiminin eğer içeride de siyasi partilerden sivil toplum kuruluşlarına kadar destekçileri varsa ve eğer meşru hükümeti zora soksun adına ormanlarımızın cayır cayır yanmasına sevinenler varsa, Kıbrıs’tan Libya’ya ve Azerbaycan’a kadar Türkiye’nin kendi meşru çıkarlarını koruma çabalarından rahatsız olanlar varsa, eğer Türkiye’ye kem gözle bakan ülkelerden fon alan ve onların emelleri doğrultusunda çalışan gazeteciler varsa, eğer herkesin can derdine düştüğü pandemi döneminde bile bankalar bütün zamanların en büyük karını yapıyorsa, eğer eğitim sistemi ihtiyacın çok gerisinde ise ve eğer üniversiteler birer mankurtlaştırma merkezini andırır bir halde ve dahi değişik vesayetlerin pençesinde iseler, bunların hepsine güç ve cesaret veren bu darbe eseri anayasadır.

Her konuda olduğu gibi yangınları söndürmek konusunda da hükümeti eleştirmekten daha doğal bir şey yoktur. Ancak kast ettiğimiz bu kesimin telaşı, kaygısı ve üzüntüsü günlerdir söndürülemeyen yangınlar değil, neden hükümetin de bu ormanlarla birlikte yanıp kül olmadığıdır. Bunlar sadece lisanıhalleriyle değil, söz ve eylemleriyle de yangınlara benzin oluyorlar.

Bu orman yangınları da gösterdi ki, iktidarından muhalefetine kadar siyasi partiler milli meselelerde; herkesi aynı derecede etkileyen hayati konularda bile uzlaşmak erdeminden yoksundurlar. Toplumun diğer sorunlarına çözüm bulmak konusunda da üretmekten çok gürültü çıkarmaktadırlar. Bütün bu olumsuzluklar doğal olarak toplumu da germektedir.

Bu durumda hükümetin payına düşen yükümlülükler güvenlikçi önlemler, hamaset ve azgın azınlığı memnun etmek değil, aksine hasret kaldığımız hak, adalet, ehliyet ve liyakat eksenli icraatlar iken, muhalefet partilerine düşen yükümlülükler de topluma güven vermek ve umut olabilmektir. Çabaları bu yönde olmadığı sürece yangınlarımız da son bulmak yerine çeşitlenerek devam edecektir.