Öncelikle geçici bir mekan değişikliği nedeniyle geçen haftalarda yazamayışımı mazur görmenizi istirham ediyorum.

Avusturya Hükümeti son yıllarda özelde Avusturya’yı ve Avusturya Müslümanlarını ve genelde de Avrupa’yı ve Avrupa Müslümanlarını hayati derecede ilgilendiren bazı adımlar attı. İslam’ı tıpkı Yahudilik ve Hristiyanlık gibi resmen tanıyan 1912 tarihli İslam Anayasasının Müslümanların birçok hakkını kısıtlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi, “Dokumentationsstelle Politischer Islam” adı ile kurulan takip merkezi üzerinden cami, dernek ve vakıfların yakın takibe alınması ve 27 Mayıs 2021’de kamuoyu ile paylaşılan “Islam Landkarte” bu adımlardan birkaçıdır.

Nasıl ki, Türkiye örneğin, dindarların haklarından bazılarını gasp etmeyi irtica ile ilişkilendirmek ve Kürtlere yönelik hak gaspı ve asimilasyon politikalarını da bölücülükle ilişkiilendirip meşrulaştırmak yoluna gidiyorsa, Avrupa ülkeleri de son yıllarda Müslümanlara yönelik hap gaspını “politik İslam”, “cihadizm” ve ”İslami terör” gibi kavramlar ile meşrulaştırmak çabası içindedirler.

Bu emellerine üniversiteleri de zaman zaman alet ettiklerini görüyoruz. Fakat, Viyana Üniversitesinin kendi bünyesinde yapılan “İslam Landkarte” projesi için kendi logosunun kullanılmasına izin vermemesi, ister istemez aklımıza Türkiye’nin üniversitelerini getirdi.

Biz de istedik ki, bu vesileyle Türkiye’nin üniversiteleri ile Viyana Üniversitesi’ni birbiriyle karşılaştıralım.

Bugün itibariyle Türkiye’de 200’ün üzerinde üniversite vardır, ama “universal” ismi ile müsemma olanı yok denecek kadar azdır. Universal olmayan bu üniversitelerin önceliği de bilgi ve bilginin özgür bir şekilde öğrenilmesi-öğretilmesi değil, şu veya bu vesayetin her daim tahkimi ve statükonun bekçiliğidir. Örneğin, yalanlarla donatılmış resmi tarihin körpe dimağlara dikte edilmesinde ve toplumun irtica ve bölücülük üzerinden dizayn edilmesinde en büyük pay maalesef üniversitelerindir. 12 Eylül Darbecilerinin koydukları Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi dersini dahi 40 yıldır  kutsal bir metin gibi okutmaları ve bu dersteki yalanları özenle koruyup dikte etmeleri bunun bariz bir örneğidir. Örneğin, ülkenin Başbakanı elindeki belgelere dayanarak 1937’deki Dersim Olayı’nın devlet tarafından işlenen bir katliam olduğunu söylediği halde üniversiteler gerçeğin peşine düşmek yerine anılan olayı hala bir isyan olarak okuturlar. Türkiye üniversiteleri dini ve etnik aidiyetler üzerinden yapılan ayrımcılıkla ve dahi ırkçılıkla mücadelede konularında da Avusturya üniversitelerinin oldukça gersindedirler. Örneğin, mensuplarının dini ve etnik aidiyetlerini onların aleyhine kullanmak ve kıyafetlerini sorun etmek en çok Türkiye’nin üniversitelerinin özelliklerindendir. Özgeçmişine, yani hayat hikayesine yazılan dilleri suç saymak ise sadece Türkiye üniversitelerine özgüdür. Onun içindir ki, Kürtler özgeçmişlerinde sonradan öğrendikleri dilleri yazarlar, ama kendi ana dilleri ile yazamazlar. Çünkü en hafifinden potansiyel bir bölücü olarak fişleneceklerinden adları kadar emindirler.

Bugün yeryüzünde ideal anlamda bir üniversitenin olmadığını biliyoruz, ama Türkiye’nin üniversitelerinden çok daha ileride olanların olduğu da bir gerçektir. İşte Viyana Üniversitesi de bunlardan biridir. Üniversitenin rektörü, hükümetin de tam desteğini alan ve birkaç işgüzar akademisyeninin “bilimsel” bir kılıfla sundukları ve haddizatında Avusturya’daki Müslümanları potansiyel tehlike olarak gösteren proje için üniversitenin logosunu kullanmalarına izin vermedi.

Başında bizim de kendisini yıllardır tanıdığımız Sayın Ednan Aslan’ın bulunduğu bu proje aslında yeni değildir. Yeni olan, bu projenin Müslümanları terörle ilişkilendiren içeriği, bütün camilerin ve derneklerin adresini vermesi ve bunun hükümet tarafından da desteklenip kullanılmasıdır. Çıkan haberlere göre, “aldığı ölüm tehditleri nedeniyle Aslan’a polis koruması verilmiştir.” Biz de bu vesile ile ifade edelim; kim olursa olsun ve neye inanırsa inansın, bir insanın düşüncelerinden dolayı sözlü, yazılı ve fiili saldırıyı telin ediyoruz.

Düpedüz bir ayrımcılık, aşağılamak ve hedef göstermek olan İslam Landkarte projesi Viyana Eyalet Başkanı Sayın Michael Ludwig’den Yeşiller’e kadar birçok kesim tarafından eleştirilse de, hükümetten tam destek görmektedir. Entegrasyon Bakanı Sayın Susanne Raab’ın demeçleri de bu ve benzeri projeler üzerinden Camilere ve derneklere yönelik baskıların artacağını işaret etmektedir.

Yahudiler ve Hristiyanlar arasında da şiddete başvuran şahıslar ve vernekler vardır. Bunlardan bazıları bu cinayetleri Yahudilik veya Hristiyanlık adına gerçekleştirdiklerini söyledikleri halde ne medyada ve ne de siyasilerin dilinde Yahudi Terörü ve Hristiyan Terörü gibi ifadelere rastlanamaz. Politik Yahudilik ve Politik Hristiyanlık kavramlarının kullanıldığı da vaki değildir. Fakat cinayeti işleyenin bir Müslüman olması, ne yazı ki, bütün Müslümanları töhmet altında bırakmaya yetiyor.

Sonucu da bir özeleştiri ile yapalım. İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırıların giderek artmasında Müslümanların yükümlülüklerini yerine getirmemelerinin de büyük bir payı vardır. Bu haksızlıkları da ancak yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimiz oranda giderebiliriz.