İki haftadır Viyana’dayım. Doğal olarak buraların da baş gündemi işgalci israil’in Filistinlilerin şahsında bütün insanlığa ve dolayısıyla insanlığın bütün değerlerine karşı giriştiği saldırılar ve Avrupa hükümetlerinin-devletlerinin bu saldırılar karşısındaki duruşlarıdır.

Duruş derken, aklınıza Avrupalıların kendi hukuklarına uygun ve dillerinden hiç düşürmedikleri demokrasi, evrensel hukuk ve insan hakları temelinde bir duruş gelmesin. Çünkü söze konu olan ülke eğer israil ise, Avrupa devletlerinin anayasalarından Avrupa Birliği’nin yasalarına kadar ve demokrasiden insan haklarına kadar savundukları değerler teferruat bile değil, kelimenin tam anlamıyla bir hiçtir.

Siyasetten medyaya, sanattan edebiyata, okuldan üniversiteye ve dinden ideolojiye kadar, yani hayatın her alanında Avrupalıların tek ses oldukları, daha doğrusu tek ses olmak zorunda oldukları tek bir konu vardır; her ne yaparsa yapsın israil’in dokunulmazlığı ve israil’e yönelik en ufak eleştirilerin bile antisemitizm olarak görülüp bir şekilde cezalandırılmasıdır.

Bugün Avrupa’da estirilmekte olan hava bu yazdıklarımızı bile antisemitzm olarak değerlendirecek kadar katı, baskıcı ve yasakçıdır. Oysa onlar da Müslümanların antisemit olamayacaklarını pekâlâ biliyorlar. Çünkü İslam, antisemit olmayı haram kılmıştır. Bu baskının ve yasakçılığın ne kadar katı olduğunu bilmek isteyenlerin bu bağlamda Almanya’nın saygın aydınlarından olan Günter Grass’ın başına getirilenleri düşünmeleri yeterlidir. Hatırlanacağı gibi, Grass bir şiirinde israil’in hukuksuz eylemlerine yarım ağız bir eleştiri getirdi diye birden bire antisemit ilan edilmiş ve hedef tahtasına konulmuştu.

Dolayısıyla birileri eğer bana, “günümüz Avrupa’sının tanrısı veya dini nedir?” diye sorarlarsa, zerre kadar şüphe duymadan vereceğim cevap şudur: İsrail!

Görünen o ki, emrinde olduğu veya arkasına aldığı küresel güçlerden aldığı destekle Birleşmiş Milletlerin bugüne kadar kendisi aleyhinde aldığı kararların hepsini ayaklarının altına alan israil’in gerçekleştirdiği bu son saldırılar bir dönüm noktasıdır. Çünkü israil bu saldırılarla sadece dünya devletlerini değil, aynı zamanda bütün insanları da kayıtsız, şartsız ve şüphesiz bir şekilde kendisinin yanında olmaya mahkûm etmekle yetinmemekte, teslim olmayanları da antisemit olarak ilan etmektedir. Yani israil her ne yaparsa yapsın kayıtsız, şartsız ve dahi şüphesiz bir şekilde onu açıktan desteklemeyen ve onun yanında açıktan yer almayan her devlet, her hükümet ve her insan antisemistir ve dolayısıyla bir insanlık suçu işlemektedir.

Artık diyebiliriz ki, israil bugün eriştiği güç ve yaptırım gücü bakımından tıpkı günümüzün Firavun’u veya Nemrut’u gibidir. Firavun, Nemrut ve benzerleri güçlerinin zirvesinde iken korkuları onlara neler yaptırdıysa, gücünün zirvesinde olan israil de uykularını kaçıran korkularını gidermek için aynısını yapmaktadır. Ama zulümlerine yeni zulümler katması onu zirvede kalmaya yetmeyecek, aksine zalim seleflerinin akıbetini yaşatacaktır. Nitekim sadece Filistin’e değil, bütün yeryüzüne bir karanlık gibi çöktüğü, her istediğini yapabildiği, işlediği insanlık suçlarını neredeyse her devlete dahi onaylatabildiği ve kısaca tam da gücünün zirvesinde olduğu bugünlerde dünyanın dört bir yanında harekete geçen vicdanlar ve bu vicdanların zulme karşı oluşturdukları cephe de bunun göstergesi ve müjdecisidir.

Evet, Avrupa devletleri israil’in saldırılarına destek adına kendi değerlerini ayaklarının altına almanın yanı sıra içlerinden bazı hükümetler de bağımsızlıklarına halel getiriyor olmasına rağmen israil bayrağını kendi bayraklarının yanına asmaları, denebilir ki, zirve yapmış bir zulüm için bir dönüm noktasıdır. Avrupa rejimlerinin ellerindeki güç ile vicdanları susturdukları doğrudur. Ama yukarıda da dediğimiz gibi, bu vicdanların zulme karşı oluşturdukları cepheye er ya da geç yenileceklerine inancımız tamdır.

Peki, ya İslam ülkelerinin israil’in saldırılarına karşı duruşu nasıl? Avrupa ülkeleri bu anlamda zulümlerinin zirvesinden çöküşe doğru yol alıyorken, İslam Ülkeleri de içinde debelendikleri zillette son demlerini yaşıyorlar. Çünkü onlar da güçlerini adaletin değil, zulmün ve zilletin hizmetine vermişlerdir. Ve bir de her insanın inandığı ve yaptığı şeylerden ötürü hesaba çekileceğine inanan biz Müslümanlar! Bize tahakküm eden bu rejimler her birimizin az veya çok münkerin bir parçası olmamızın bir sonucu değil mi?

Devletlerin olduğu gibi, ister pasif veya ister aktif, ama her halükarda bireylerin de bir duruşunun olduğu şüphesizdir. Hülasa dini ve etnik aidiyetimiz ne olursa olsun bizler de özgür irademizin bir sonucu olan bu duruşumuzla ya her türlü zulme rağmen insanlığımızı koruyoruzdur veya üç beş kuruşluk çıkar adına insanlıktan çıkmışızdır. Tercih bizim…