Bu bölümde Avrupa Türklerinin örgütlenmelerine kısaca değineceğiz. İlk başlarda ekonomik ve daha sonraları da hem ekonomik ve hem de siyasi-düşünsel nedenlerle Avrupa’ya gelen Türkler dernekleşmeyi-örgütlenmeyi de ihmal etmediler. Geçici olarak geldikleri Avrupa’da kalıcı olduklarını düşündükçe deyim yerindeyse çadır yerine ev kurmaya başladılar.

Avrupa’da yaşayanlar bilirler, sivil toplum kuruluşları saygın oluşumlardır. Haddizatında her biri bir ihtiyaca binaen kurulduğundan, onların ilgili makamlara yaptıkları öneriler, tavsiyeler ve hatta baskılar genelde karşılık bulur. Karşılık bulmadığı zamanlarda bile çok seslilik bakımından her biri kendi ağırlığınca ve kendi ciddiyetince önem arz eder.

Her ne nedenle olursa olsun Avrupa’ya gelip de yerleştiği ülkede diniyle, diliyle ve kültürüyle birlikte “kendisi olarak” yaşamını sürdürmek isteyenlerin yapmaları gereken ilk işlerden biri de şüphesiz ki örgütlenmektir. Bulunduğu ülkenin dilini öğrenmek ise, tabii ki, yeni yaşamın olmazsa olmazlarındandır.

Biz de insanlığın evrensel değerleriyle barışık olan her türlü örgütlenmeyi önemsiyor ve takdir ediyoruz. Çünkü her örgütlenme haddizatında bir ihtiyacı karşılamaya binaen kurulur. Dolayısıyla Avrupa Türklerinin örgütlenmelerini de çok anlamlı buluyoruz. Avrupa’nın diğer ülkeleri için değil de eğer Almanya ve Avusturya için söyleyecek olursak, yabancı kökenli topluluklar içinde en yaygın ve en yoğun örgütlenenler Türklerdir, Türkiyelilerdir. Bu dernekler dini, sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, eğitim vs. içerik ve amaçlarla kurulmuştur. Bu oluşumları topluma sağladıkları yararlar ve verdikleri zararlar bakımından iki döneme ayırmamız gerekir. Ki Avrupa Türklerinin hali ve geleceği için hayati derecede önemli bulduğumuz bu konuya sonra yer vereceğiz.

Avrupa Türklerinin örgütlenmelerini dini, mezhebi ve etnik olarak üç ana merkezde özetlemek mümkündür. Bütün derneklerin arka planı bu üç özelliğe göre şekillenir.

Mezhepsel örgütlenmeye örnek de Alevilerdir. Avrupa’nın genelinde güçlü bir örgütlenmeleri ve “Federasyon” gibi çatı yapıları vardır. Bir de ideolojik ve etnik içerikli örgütlenmeler vardır. Örneğin, bu bağlamda PKK hem ideolojik ve hem de etnik bir örgütlenme iken diğer birçok sol grup da ideolojiktir. Tabii ki hepsinin kurucuları ve üyeleri -istisnaları dışında- Türklerden, Türkiyelilerden oluşur.

Türklerin belli başlı dernekleri oldukça büyüktür; hem büyük maddi imkânları vardır ve hem de çok sayıda kayıtlı ve kayıtsız üyeleri vardır. Bunlardan kimisi hem kendi üye ve sempatizanları ve hem de Avrupa ülkeleri tarafından maddi destek alırken, kimileri de sadece kendi üye ve sempatizanlarından alır. Zor, şantaj ve başka yöntemlerle maddi kaynak toplayanlar da vardır.

İster dini, ister siyasi, ister mezhebi ve kısaca her ne içerikle kurulmuş olursa olsun, bu sivil toplum kuruluşları Avrupa Türklerinin bugünü ve geleceği için gerçekten hayati derecede önem taşımaktadırlar. Ama soru ve dahi sorun, bugün itibariyle bu yapıların yararlı mı zararlı mı oldukları veya yararlarının mı yoksa zararlarının mı ağır bastığıdır.

Benim kişisel görüşüm şöyledir: Bugün itibariyle bu cemaatler, bu dernekler ve bu örgütler kendi mensuplarından başlayarak resmi ve gayri resmi kişi ve kurumlara kadar ikna edebildiklerini sömüren birer kurum haline gelmişlerdir. Bunların hiçbiri maddi gelir ve giderlerini ne kendi mensuplarıyla ve ne de kamuoyu ile paylaşacak kadar şeffaf değildir. İlk başlarda hepsinin iyi niyetlerle ve güzel işler yapmak için kurulduklarını kabul edelim. Ama bugün itibariyle böyleleri olsa olsa istisnadır. Bunlardan “dini”, “mezhebi” ve “milli” olanları en fazla istismar eden ve sömüren konuma gelmişlerdir. Din adına, mezhep adına ve milliyet adına ne kadar değer varsa, hepsinin de paraya dönüştürüldüğü acı bir gerçekliğimizdir. Yanlış anlaşılmasın, bu kurumların para toplarken kendi giderlerini de hesaba katmalarına karşı değiliz. Tabii ki, giderlerini kendi üyelerinden ve ayrıca yardımsever kişi ve kurumlardan temin edeceklerdir. Toplumun tepkisini kazanan ve hatta bir kısmının bu yapılardan uzaklaşmasına neden olan nokta değerlerin istismarı ve yeterli derecede şeffaf olmayışlarıdır.

Bu kurumların birbirileriyle ilişkilerinin ne derecede dostane veya hasmane oldukları konusuna değinmeyeceğiz. Ama şu kadarını söyleyebiliriz: Birbiriyle dayanıştıkları konular ve zamanlar istisnadır. Herkesin halini ve geleceğini ilgilendiren temel konularda bile ortak bir tavır koydukları istisnadır. Örneğin, Avusturya Avrupa’nın İslam’ı resmen tanıyan ve bunu anayasasına da almış bir ülkedir. Avusturya Diyanet Teşkilatı da özerk bir kurumdur. 1912 yılında çıkarılan ve birkaç yıl öncesine kadar anayasada yer alan kanuna göre, Müslümanların eğitimden dini vecibeleri yerine getirmeye kadar birçok hakları vardı. Öyle ki, bu kanunun Müslümanlar için tanıdığı hak ve özgürlükler Türkiye başta olmak üzere kendilerini “İslam Ülkesi” olarak tanımlayanların hiçbirinde yoktu. Ama Avusturya Parlamentosu geçen yıllarda Avusturya’daki dini cemaatlerin ihmallerini ve duyarsızlıklarını da fırsat bilerek -ki bunlar diğer ülkelerden de gelen, Sünnisiyle ve Şiisiyle sayıları bir milyona yaklaşan Müslümanları temsil edenlerdir- bu kanunu Müslümanların aleyhine değiştirdi. Bu kurumların çoğunun ortak bir özellikleri de maalesef cemaatçi, mezhepçi ve milliyetçi olmalarıdır.

Dini cemaatlerin bütün bu olumsuzluklarına rağmen hala bir ihtiyaca cevap verdikleri ve büyük bir boşluğu doldurduklarını da görmemiz ve bu haklarını teslim etmemiz gerekir. Fakat buna rağmen yukarıda özetlediğimiz nedenlerden ötürü kamuoyunda ve tabii ki Müslümanlar nezdinde bir güven sorunu yaşadıkları da bir gerçektir. Bu gün itibariyle bu yapılara baktığımızda, toplumun ihtiyaçlarını karşılamanın oldukça gerisinde kaldıklarını ve dolayısıyla bir yol ayrımında olduklarını görüyoruz. Bu da inançları ve kimlikleri başka inanç ve kimlikler tarafından tehdit edilen topluluklar için bir ayak bağıdır. Dolayısıyla bu yapıların kendilerini ıslah etmeleri, bugünün ve yarınların ihtiyaçlarına göre kendilerini yeniden konuşlandırmaları ve güven tazelemeleri gerekir. Bu da her birinin şeffaflığa riayet etmesiyle ve her türlü ırkçı, cemaatçi, mezhepçi ve ötekileştirici söz ve eylemlerden uzak durmasıyla mümkündür.

Devam edeceğiz.