Avrupa’ya özellikle ilk yıllarda gidenlerin ne gibi zorluklarla karşılaştıklarını tahmin edebilirsiniz. Ancak bütün o zorluklarla kendilerinin başa çıkması gerekiyordu. Çünkü kendilerini oralara mahkûm eden Türkiye Devleti “saldım çayıra, Mevla’m kayıra” anlayışıyla hareket etmiş ve onları sorunlarıyla baş başa bırakmıştı. Başta dil olmak üzere karşılaştıkları bütün sorunlarının üstesinden kendileri gelmeliydi.

Türklerin çabaladıkları diğer bir konu da benliklerini korumaktı. Bunun için de kendilerini bir araya getirecek mekânlara ihtiyaçları vardı. Dernekleşmeleri de bu ihtiyacı karşılamak amacıyla başladı. Başından beri Avrupa Türklerinin hayatlarında büyük bir yeri ve önemi olan mescitlerin açılması ilk zamanlara tekabül etmektedir. Ancak hemen belirtelim ki, Avrupa’daki dernekleşmeler Türkiye’deki siyasi, dini, etnik ve ideolojik yapıların birer uzantısı olarak meydana geldi. Örneğin, muhafazakâr, milliyetçi ve mütedeyyin Türkler Milli Görüş, Nurcular, Süleymancılar vb. isimlerle örgütlenirken, sol düşünceli Türkler de tıpkı Türkiye’deki köklerinin birer uzantısı olarak örgütlendiler. Bir de mezhebi ve etnik örgütlenmeler var. Bu bağlamda ilk akla gelenler Alevilerdir. Türklerin dernekleşmeleri hem güçlenerek ve hem de çeşitlenerek devam eder. Özellikle 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi bu anlamda bir dönüm noktasıdır. On binlerce Türkiyeli soluğu Avrupa ülkelerinde alır. Öyle ki, Avrupa muhafazakârından dindarına, sağcısından solcusuna ve Alevisinden Sünnisine kadar hepsinin kendilerini Türkiye’ye kıyasla daha özgür ifade edebildikleri bir yer olur. Tabii, Avrupa’ya gelenlerin sayısı da artık milyonları bile geçmiştir. Çünkü Türkiye ekonomik alanda kayda değer bir gelişme sağlayamadığı gibi toplumun sahip olduğu farklı siyasal, toplumsal, etnik ve dini özellikleri de birer zenginlik olarak görmek yerine rejim için birer tehlike olarak görmüş ve hayat hakkı tanımamıştır. Türkiye’nin Avrupalı Türkler için ve onlar hakkında yaptığı en geniş kapsamlı, en istikrarlı ve en yoğun iş onları fişlemek olmuştur. Diğer bir ifade ile Türkiye Avrupa’daki vatandaşlarının ne sorunlarını kendisine dert edinmiş ve ne de onların en azından Türkiye adına bir güç veya bir lobi olmaları yönündeki bir çabanın içinde olmuştur.

Bugün itibariyle Avrupa’nın her ülkesinde bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı yıllar önce kurmuş olmasındaki amacı bile Türklerin dini ihtiyaçlarını karşılamak değil, dini oluşumların önüne geçmek ve onları kontrolünde tutmak içindir.

Söz Türkiye’nin Avrupa’daki vatandaşlarını fişlemesinden açılmışken Batı Çalışma Grubu’nun ve siyasi partilerin faaliyetlerine de değinmeden geçmek olmaz. 28 Şubatçılar hiç vakit kaybetmeden Avrupa’da da örgütlendiler. Ki biz de o yıllarda Avusturya’da yaşıyorduk. Batı Çalışma Grubu’nun Avrupa’da yaptığı ilk iş, Türkiye kökenli bütün dernekleri bir çatı altında toplamak oldu. Milli Görüş’ten Süleymancılara, Nurculara, Ülkücülere, Alevilere ve diğer derneklere kadar hepsini kurdukları çatının üyesi olmaya zorladılar. Bazı dernekler hariç hepsini aynı çatı altında toplamayı başardılar. Örneğin, Avusturya’daki çatı derneğin adı, Avusturya Türk Dernekleri Birliği idi. Ve başına da o zamana kadar kimsenin tanımadığı Yavuz Kuşçu adında birini koymuşlardı. Her dernek kendi yönetim kurulunun ve üyelerinin listesinin yanı sıra faaliyetlerini ve faaliyet raporlarını da Çatı Derneğine vermekle yükümlü idi.

Yukarıdaki demiştik, Avrupa’daki örgütlenmelerin çoğu Türkiye’deki dini, siyasi, etnik ve mezhebi oluşumların uzantılarıdır. Avrupa’daki Türkler, Türkiye’ye olan aidiyetlerini bir de kurdukları bu dernekler üzerinden ifade etmiş olurlar. Avrupa’daki Türkler üzerinde parti düzeyinde en etkili olanlar önceleri merhum Erbakan idi ve son yıllarda ise Sayın Erdoğan’dır. Malumunuz, Avrupa’daki Milli Görüş hala Erbakan ile özdeştir.

CHP’nin Avrupa’daki örgütlenmesi oldukça zayıftır ve üç-beş dostluk derneği ile sınırlıdır. Erbakan’dan sonra Avrupa’daki mevcut derneklerden bağımsız olarak çok geniş yeni bir yapılanmaya giden diğer bir parti ise AK Parti’dir. Henüz Erdoğan’ın başbakanlık dönemi idi ki, “Avrupa Türk Demokratlar Birliği” adı altında Avrupa’nın her ülkesinde dernekler kurdurdular. Avusturya’dakinin kuruluş sürecinde biz de vardık. Gerek meslek, gerek anlayış ve gerekse uğraş olarak oldukça geniş bir yelpaze oluşturuyordu bu süreçte yer alanlar. Samimi olunduğu takdirde birçok yararlı işi başaracağına ve Avrupa’daki Türkleri daha iyi yerlere götüreceğine dair ümidimiz de inancımız da vardı. Ancak daha ilk yönetimin oluşmasında kimi ırkçı ve çıkarcı anlayışların etkisi ve belirleyiciliği bütün ümitleri de suya düşürdü. Doğal olarak biz de içinde yer almadık. Hala Avrupa’nın her ülkesinde olmakla birlikte, bugün itibariyle geldiği nokta, işgüzar kişilerin atlama taşı olarak kullandıkları bir yerdir.

Sivil Toplum Kuruluşu deyip geçmemek gerekir. Avrupa’nın görece olarak daha özgür ortamında Türkler her alanda şimdikinden çok daha ileri durumda olabilirlerdi. Fakat Türkler kendilerini daha ileri götürecek eğitim, sanat ve medya gibi alanları boş bıraktılar. Onca kalabalık olmalarına rağmen bunu siyasete yansıtmada da hala başarısızdırlar. Ellerindeki imkânları bir araya getirip bir güç oluşturacaklarına, genelde birbirilerine karşı kullanmaktadırlar.

Zaman içinde sosyal, siyasal, dini, ticari, kültürel, turistik ve diğer birçok alanda irili ufaklı dernekler kurmuşlardır. Adı ne olursa olsun kurulan her cemaatin, derneğin ve vakfın ilk yıllarda birçok ihtiyacı karşıladığından şüphemiz yoktur. Ancak bugün itibariyle denebilir ki, her biri birer ayak bağıdır. Çünkü kendilerini ne ile veya nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, sağcısından solcusuna, dindarından milliyetçisine şeffaflıktan uzaktırlar. Her birinin en fazla yoğunlaştığı ve dahi yaptığı şey,  ulaşabildikleri insanların hem dini ve milli değerlerini ve duygularını ve hem de maddi imkânlarını sömürmektir. “Dini” cemaatlerin-grupların en büyük faaliyetleri kurban, zekât ve sadaka toplamak, cenaze fonu oluşturmak, hac ve umre organizeleri yapmak, “helal et” satmak ve yardımlaşma dernekleri kurup para toplamak iken, PKK ve diğer sol dernekler de mensuplarını ideolojik ve milli değerler üzerinden sömürürler.

Bir de malumumuz, Avrupa Türkleri bazıları için hala altın yumurtlayan tavuktur. Devlet onları döviz basan makine gibi görürken, gün oldu kimi günlük gazeteler ve gün oldu kimi holdingler de onları çarpmadan geçmediler. Bugün çoğu hem inançları, hem milli değerleri ve hem de maddi varlıkları üzerinden sömürüldüklerinin bilincine varmış durumdadır. Mensuplarının yardımlarıyla bugünlere gelen cemaatler, dernekler ve vakıflar ya şeffaf olup güven tazeleyecekler veya tarihe karışacaklardır. Devam edeceğiz…