Zaman zaman Avrupa’nın diğer ülkelerine de değineceğiz, ama örneklerimizin çoğu Türkiye’nin ilk işgücü anlaşmasını yaptığı Almanya’dan ve bizim de 20 yılımızı geçirdiğimiz Avusturya’dan olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti (Bundesrepublik Deutschland) arasında Bonn’da “İşgücü Alımı Anlaşması” imzalandığında tarih 30 Ekim 1961 idi.
Anlaşmadan bir ay sonra, yani Kasım 1961’de Sirkeci Tren İstasyonu’ndan Almanya’ya doğru hareket eden trende 450 işçi vardı. Bunlar ilkti, ama üzerinden 10, 20, 30, 50 ve 60 yıl bile geçti, ama son bulmuyor. Çünkü Türkiye hala üreten ülkelere işçi gönderen bir ülkedir!
Hatırlayalım; Almanya 1939’da başlattığı İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda mağlup olunca, ABD ile SSCB tarafından paylaşılmıştı. Amerika Batı Almanya’yı ve Rusya da Doğu Almanya’yı kendi egemenlik alanına katmışlardı. Berlin’i de ikiye bölmüşlerdi. Bu durum iki Almanya’nın birleştiği 3 Ekim 1990 yılına kadar böyle sürdü.
Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi ilkinkinden çok daha ağır olmuştu. Ama buna rağmen birkaç yıl içinde dışarıdan işçi alabilecek kadar kendisini toparlayabilmişti. Ki Almanya’ların bu çalışkanlığı “Alman Ekonomi Mucizesi” olarak tarihe geçti. Türkiye ise İkinci Dünya Savaşı’na da girmediği halde geri kalmışlıkta ve fakirlikte hep bir savaş hali yaşadı.
Türkiye’nin neden savaşsız geçirdiği 40 yıl boyunca bile adeta bir savaş hali yaşadığı, neden vatandaşlarının karnını dahi doyuramadığı ve neden yüz binlerce vatandaşını Avrupa’ya işçi olarak gönderdiği gibi soruların cevabı Mustafa Kemal’in devrimleri, ilkeleri ve CHP’nin icraatlarıdır. Mustafa Kemal’in onlarca yıl süren savaşın yaralarını sarmak, üç kıtaya yayılmış bir imparatorluktan küçük bir devlete düşmenin Türklerde yol açtığı travmayı atlatmak ve toplumun güven ve refahını öncelemek yerine devletin bütün imkânlarını “yeni bir toplum yaratmak” için seferber etmesi, toplumsal barışı tahrip etmekle kalmamış, aynı zamanda siyasi, ekonomik, hukuki ve sanayi alanlarında da Türkiye’yi güdük bir ülke yapmıştır.
Avrupalı liderler birbirileriyle yarışırcasına ülkelerinin dört bir yerine fabrikalar kurarken, CHP’li yıllar boyunca Türkiye’nin gündeminde İstiklal Mahkemeleri, Anadolu’nun her yerine kurulan darağaçları, muhalifleri imha etmek için ihdas edilen “irtica” ve “bölücülük” gibi iç düşmanlar, katliamlar, sürgünler ve inkâr politikaları vardır. Ama biz bu kadar ayrıntılara girmeyeceğiz ve sadece CHP hükümetlerinin üretim ve kalkınma politikalarına-icraatlarına dair birkaç soru ile yetineceğiz.
İlk sorularımız Mustafa Kemal ve döneminedir:
- “Milli ekonominin temeli ziraattır” diyen Mustafa Kemal, ithal ettiği bir traktörün üstünde görüntü vermenin dışında ziraatı geliştirecek teknolojiyi üretmek adına neler yapmıştır?
- “İstikbal göklerdedir” diyen Mustafa Kemal, bu alanda herhangi bir girişimde bulunmuş mudur? Örneğin, en azından Türkiye’nin ilk uçağını üreten Nuri Demirağ’a bir desteği olmuş mudur?
Mustafa Kemal sonrası için de şu soru yeterlidir:
- Nuri Killigil’i kurduğu silah fabrikasıyla birlikte havaya uçuranları bulmayanlar, uçak üretimini sonlandırmanın ardından silah üretimini de böylece sonlandıranlar ve dahi 129 gün gibi kısa bir zamanda “%100 Türk Malı” olarak üretilen Devrim otomobilinin arızasını gidereceklerine onu çöpe atanlar vatansever olabilir mi?
Her müstemleke ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yöneticilerin-hükümetlerin çoğu üretimle, yatırım, barış, kardeşlik, adalet ve kalkınma ile değil, bunların aksine şiddetle, zorbalık, katliam ve ülkenin yararına olmayan işlerle anılanlardır. Zaten geri kalmışlığımızın ve hala Avrupa’nın bir tüketicisi ve dahi işçisi oluşumuzun müsebbibi de bu zihniyettir.
Vatandaşlarının karnını dahi doyuramadıkları için, önce Almanya’nın ve sonra da diğer ülkelerin işgücü ihtiyaçlarını karşılama taleplerine bir can simidi gibi sarılmışlardır. Ne yazık ki, gönderdikleri vatandaşlarını oralarda karşılaştıkları sorunlarla baş başa bırakmışlardır. Türkiye’nin Avrupa’daki Türklerin sorunlarıyla ne ölçüde ilgilendiğine ileriki bölümlerde geniş bir yer vereceğiz. Ama en istikrarlı işinin Avrupa’daki Türkleri fişlemek olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda Türkiye düne göre daha iyi bir konumda olmakla birlikte, Avrupalıların son zamanlarda giderek artan İslamofobi ve Türkofobi tazyiklerine karşı güvenli bir liman olmaktan uzaktır. Çünkü sadece ekonomik refahta değil, hak, adalet, ehliyet, liyakat ve güvenlik gibi konularda da Türkiye maalesef oldukça geridedir. Bazılarının hala kendilerini “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” ve “Bir Türk Dünyaya Bedel” gibi hamasi sözlerle avutmaları her zaman olduğu gibi bize zarardan başka bir şey kazandırmamaktadır.
Ve şimdi de Türklerin Avrupa’daki hayatı veya Avrupa Türklerinin hayatı… Dün ne düşünüyorlardı, bugün ne düşünüyorlar? Bugüne ve geleceğe dair neler düşünüyorlar? İslamofobi ve Türkofobi dalgalarını savabilecek güç ve donanımdalar mı? Ve bir de bugünkü Türkiye Avrupai Türklerine karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor mu?