Yıllar önce dünya Y Kuşağını konuşuyordu. Şimdilerde ise Z kuşağını konuşmaktayız. Konu ile ilgili yazılıp konuşulanlara baktığımızda, “Z Kuşağı” deyiminin-tanımının 1997-2012 yılları arasında doğanlar için kullanıldığını görüyoruz. Bu durumda bunlar kimimiz için çocuklarımız, kimimiz için torunlarımız ve kimimiz için de hem çocuklarımız ve hem torunlarımız oluyor. Sonuçta bizden bir parçadırlar.

Bizim burada cevabını bulmamız gereken soru, bu kuşağı birilerinin nezdinde daha bir anlamlı veya özel kılan özelliklerinin neler olduğudur. İlk bakışta göze çarpan özellikleri, toplumun en dinamik, en cevval, en hareketli, en enerjik ve gerek hayat tecrübelerinin eksikliği ve gerekse dışarıdan etkilere ve telkinlere en açık kesim olmalarıdır.

Dünyanın başka yerlerine gitmeden kendimizdeki örnekler üzerinde bu Z Kuşağını içinde doğduğu ve büyüdüğü şartları da göz önünde bulundurarak değerlendirelim. Ama önce kafamızın bir yerine şunu kaydedelim: Bu çocuklarımız belki de insanın kendi tarihi boyunca yaşadığı en büyük teknolojik devrimini yaşadığı esnada dünyaya gözlerini açtılar.

Onlar evlerinden, köylerinden ve şehirlerinden dışarıya adımlarını atmamışken, deyim yerindeyse, bütün dünyayı ayaklarının önünde gördüler. Bizler dahi o zamana kadar onca yaşamışlıklarımıza rağmen bu kadar etkilendiysek ve hala etkileniyorsak, Z Kuşağı dediğimiz çocuklarımızın bu bilgi akışından etkilenmemesi ve başının dönmemesi mümkün mü?

Bireylerin ve toplumların değişim ve dönüşümü değerler etrafında ve değerlerin öncülüğünde gerçekleşir. Kim ve hangi toplum kendi değerlerini korur, temsil eder, yayar, yaşar ve yaşatırsa, onlar kazanır. Kazanmaktan kastımız, yani yaşamlarını sürdürürler. Bildiğimiz gibi, insan için değerler mutlak değişmez veya mutlak doğru değildir. İnsan özgür bir iradeye sahip olduğu için bunu istediği şekilde kullanabiliyor. İnsanlar inanç bakımından birbirilerinden ayrıldıkları gibi, değerleri de inançlarının temelinde birbirinden ayrıdır. Ve bunlar da insan ile kaimdir, insan ile yaşar. Diğer bir ifade ile o değerler insanın onları yaşadıkça yaşarlar. Yaşatılmadıkları zaman edilgen olarak bir yerde dururlar. Değerlerin yaşamaları da insanın iradesi çerçevesinde ve iradesi doğrultusundadır.

Yaşları 50’nin üzerinde olanlarımız şöyle geçmişe dönüp çocukluk ve gençlik yıllarımıza bakalım. Ebeveyn ve dedelerden, ninelerden, akrabalardan örülü bir çevremiz var. İlk bilgilerimiz, ilk görgülerimiz, ilk dini ve ahlaki değerlerimiz bunların eseri idi ve okula adımımızı attığımızda, üzerimizde bu değerlerden örülü bir zırhımız vardı. Ama çocuklarımız bunlardan neredeyse tamamen yoksundur. Bunlar olsa bile, çocuklarımızın artık cep telefonu gibi paralel bir dünyalarının olduğu da bir gerçektir. İnternet üzerinden ulaşabileceği her şeye ulaşması parmağını üç beş kez oynatmasından ibarettir. İşte bu paralel dünyaya kim hâkim ise, bu paralel dünyanın evirip çevireni kim ise, Z Kuşağının öğretmeni, evirip çevireni, dönüştüreni ve gerektiğinde kullananı da onlardır. Kaldı ki, bu paralel dünyada kendilerine birer köşe kapanlar sadece Z Kuşağı da değildir. İnternetin biz yetişkinler üzerindeki etkisi ve belirleyiciliği de az değildir. Bu durumda ne internet bizim kullanmaktan sakınmamız gereken bir araçtır ve ne de Z Kuşağı bizden uzaklaştı, uzaklaşıyor diye kendisine sırtımızı dönmemiz veya kem gözle bakmamız gereken insan grubudur. Aksine aynı zamanda internet aracını yerli yerinde kullanmak ve hem de Z Kuşağını anlamak gibi hayati derece önemli bir yükümlülüğümüz vardır.

Bu satırları yazarken, içimden de kendi evimizdekilerle, çocuklarımızla olan ilişkilerimizi ve en azından evde iken zamanımızın ne kadarını birbirimizle geçirdiğimizi düşünüyorum. Düşünüyorum da, gerçekten üzücü bir sonuçla karşılaşıyorum. Çünkü neredeyse zaruri durumlar (namaz, yemek, temizlik, banyo vd. ihtiyaçlar) dışında her birimizin elinde ya telefon var veya bilgisayar. Bir dereceye kadar bunun böyle olmasında bir sakınca yoktur. Ama bu kadarı da fazla değil mi? İnternet, evin içinde dahi birbirimizle temasımızı kesecek kadar hayatımıza girmişse, ateş bacayı sarmış demektir. Bunu böyle okumalı ve adımlarımızı da o bilinçle atmalıyız!

Evvela kendimize sormalıyız; biz ebeveynler, biz eğitmenler, biz psikologlar, biz aydınlar, biz din âlimler, biz siyasiler ve kısaca bizler çocuklarımızı anlamanın neresindeyiz? Eğitim kurumlarımız, gençlere yönelik faaliyetleri olan kuruluşlar ve hükümet bu kuşağı ne kadar anlıyor? Kaldı ki, bu çocuklarımızı anlamamız da yetmez, inançlarımızı, değerlerimizi, güçlerimizi, bilgilerimizi ve kısaca bizi şimdiki halimizden daha iyi bir yere götürecek neyimiz varsa, bir araya getirmemiz gerekmektedir. Aksi halde pençesine düştükleri güçlerin işlerini gören modern köleler olmalarının önünde bir engel yoktur!

Öte yandan mevcut eğitim sisteminin toplumun ezici çoğunluğunun değerlerine yabancı ve hatta düşman olduğu ve bu eğitim sitemini toplumun lehine değiştirmesi gereken hükümetin de statükoyu koruduğu gerçeğini de unutmamamız gerekir.

Dememiz o ki, bu Z Kuşağı bizim çocuklarımızdır. Bunları eğitenlerin, öğütenlerin ve öğretenlerin kimler olduklarını, çocuklarımızı nasıl eğitip öğüttüklerini ve neler öğrettiklerini bilelim. Onların öğreteni, eğiteni ve hikmet ve güzel söz ile sahip çıkanı olabildiğimiz ölçüde yanımızda tutabileceğimizi, aksi halde onların üzerinde tahakküm kuranların modern köleleri olmalarının önüne geçemeyeceğimizi unutmayalım.