Allah’ı şahit tutarak, nefsimizi Kudüs sevgisi hakkında bir sınava var mıyız? Ben, sen, o ve biz… Yani biz Müslümanlar! Yani “Kudüs ilk kıblemizdir” diyen bizler… Yani “Kudüs kırmızıçizgimizdir” diye demeçler veren bizler… Yani “Kudüs bizimdir, bizim olacak” diye bağıran bizler… Ve yani dillerinde Kudüs marşları, şiirleri, ilahileri, ağıtları ve türküleri olan bizler…

İşte kıblemiz dediğimiz Kudüs yüz yıldır Siyonistlerin elinde… İşte kırmızıçizgimiz dediğimiz Kudüs, Siyonistlerin kanımızla kırmızıya boyadıkları ve günlük, hatta anlık olarak kanımızı döktükleri bir vahşet alanı… İşte her ağzımızı açtığımızda bizim olduğunu söylediğimiz Kudüs, Siyonistlerin pençesinde ve kendilerince de başkent ilan edilmiş…

Cesaretimiz var mı, hakikat aynasından yüzümüze bakmaya? Hazır mıyız, üç beş dakikalık tefekküre? Var mıyız kalbimizden geçenleri, dilimizden dökülenleri ve elimizden çıkanları iman ettiğimizi söylediğimiz Kur’an’ın ölçüsüne vurmaya? Var mıyız, Kudüs sevgimizi Netanyahu’nun Kudüs sevgisi ile kıyaslamaya?

Her şeyin kendine göre bir bedeli ve bir değeri vardır. Bir şeyi sevip sevmediğinizin ispatı, onun için yaptıklarınızla, onun yolunda verdiklerinizle ve onun için feda ettiklerinizle doğru orantılıdır. Gerisi yalandır!

İşte ispatı: Netanyahu, Kudüs’ü sevdiğini söylüyor ve elinde tutmanın bedeli ne ise, gece gündüz demeden o bedeli ödüyor. Netanyahu için Kudüs sevgisi onu elinde tutmak ve Kudüs üzerinde hak iddia edenlere ise tecavüzden tehcire, zindandan ölüme ve yakmaktan yıkmaya kadar ne gerekiyorsa, yapmaktır. Mazlumların çığlıkları mı, Müslümanların boş bağırışları mı ve Birleşmiş Milletlerin kararları mı? Hepsi ve daha fazlası Netanyahu için vız gelir, tırıs gider. Çünkü milyonlarca Müslüman ağzında Amerika sigarasıyla Netanyahu’nun yaktığı evlerden göğe yükselen dumanları izliyor ve o evlerden yükselen çığlıkları duyuyor. Bir de önlerindeki Cola bardağından bir yudum aldıktan sonra israil’e bir lanet okuyorlarsa, cennetteki köşkleri hazır.

Şimdi tekrar gelelim kendimize… Bu halin değişmesini, yani Kudüs’ün tekrar bizim olmasını gerçekten istiyor muyuz? Öyleyse Kudüs sevgimizin Netanyahu’nunkinden çok daha fazla olduğunu ispatlamamız gerekir. Yapacağımız şey ve gideceğimiz yol belli; harekete geçmek ve her işimizde hakkı ve adaleti gözetmek!

İlk işlerimizden birinin ambargo olmasına ne dersiniz?

Sakın, hafife almayınız ambargoyu. Ambargo, düşmana karşı yürütülen savaşın en etkili silahlarındandır. Ambargo düşmana çektirerek, yataklara düşürerek ve en kötüsü de kendisine diz çöktürerek öldürür. Unuttunuz mu, Mekke müşriklerinin mümin ve müminelere karşı uyguladıkları ambargoyu? Müşriklerden hiçbiri Müslümanlara ne bir şey satıyorlardı ve ne de Müslümanlardan bir şey satın alıyorlardı. Ama o öyle bir iman idi ki, değil uyguladıkları ambargo, işkenceleri ve hatta öldürmeleri bile Müslümanları yıldırmıyordu.

Sakın ola ki, kendimizi Mekke dönemindeki Müslümanlarla kıyaslamayalım. Çünkü biz onların yüz karasıyız. Bizimkisi tamamen bir zillet! Hatta varsa eğer, zilletin de ötesi. Bu öyle bir zillet ki, yaşadığımız şeyin zillet olduğunu dahi düşünemiyor, kavrayamıyor ve anlayamıyoruz. Aslında anlamasına anlıyoruz, ama gerekeni yapamayacak kadar aciziz ve zeliliz! Düşünebiliyor muyuz şu halimizi? Ülkelerimizi işgal edenler onlar… Ülkelerimizde adım başı üs bulunduranlar onlar… Petrol, maden ve diğer zenginliklerimizi gasp edenler onlar… Liderlerimizi teslim alanlar onlar… İlk kıblemiz olan Kudüs’ümüzü yüz yıldır kirli ellerinde tutanlar onlar. Ve bütün bunlara karşılık ümmet olarak yaptığımız şey, aşağılık bir teslimiyet! Elbette ki, aramızda Kur’an’daki sıfatları haiz müminler ve mümineler var, ama ümmet olarak halimiz kelimenin tek anlamıyla zillet!

Hal ve hakikat bu iken, Kudüs sevgimizin Netanyahu’nunkinden daha fazla olduğunu iddia etmemiz Kudüs’e hakaret olmaz mı? Netanyahu’nun Kudüs’ü kendi pençesinde tutmak için işlediği hukuksuzluğun bir çeyreği kadar bile olsun, biz hakkı ve adaleti gözetiyor muyuz?  Mesela bize ait olan neyi feda ediyoruz, sevdiğimiz ve sevgilimiz Kudüs’ü Siyonistlerden kurtarmak için? Hayır, bazılarınızın sandığı veya düşündüğü gibi, şimdiki ilk işimiz elimize silah almak değildir. Evvela yitirdiğimiz onurumuzu kuşanmalı ve akabinde de küçücük ve ufacık fedakârlıklarla devam etmeliyiz. Örneğin, ilgili ayet geldiğinde, Müslümanların şarap fıçılarını Mekke’nin sokaklarına döktükleri gibi, biz de var mıyız, cebimizdeki Amerika sigaralarını hemen çöpe atmaya? Var mıyız bugünden itibaren masalarımızın süsü ve davetlerimizin vazgeçilmezi olan Amerika-Batı-Siyonist menşeli meşrubatlara ambargo uygulamaya? Kudüs’ü sevdiğini söyleyen esnaf, bu ürünlerin alışını-satışını kesmeye var mısınız? Ne oldu kardeşler? Neden bazılarımızı bir titreme tuttu? Neden bazılarımızı soğuk bir ter bastı? Sigarasızlık krizi mi tuttu? Veya susuzluktan ağzınız mı kurudu? Yahut rızık korkusu mu sardı sizi?

Anılan sigara ve meşrubatı hayatımız boyunca dahi hiç kullanmasak, zerre kadar bir zararımız olmayacak, ama hem sağlığımız, hem maddi kârımız ve hem de düşmanımıza karşı sergileyeceğimiz duruş gibi bize onca yararını bildiğimiz halde, bunlardan vazgeçmiyorsak, bilelim ki, Kudüs sevgimiz de yalandır, yalandır ve yalandır! Kudüs’ü seviyorsak, söylem ve eylemlerimiz de bu sevgiyi güçlendirecek yönde olmalıdır. Diğer bir ifade ile Kudüs’ü geri alma çabamız onu elinde tutanlarınkinden daha fazla olmalı ki, sevdiğimize kavuşabilelim. Çünkü sevgi bedel ister ve ölümüne çaba ister! Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi ve Fatih Sultan Mehmet buna birer örnektir. Eğer Hz. Ömer’in ve Selahaddin’in Kudüs’ü almak yönündeki iman, azim ve çabaları Kudüs’ü elinde tutanlarınkinden ve aynı şekilde Fatih’in İstanbul’u almak yönündeki iman, azim ve çabası onu elinde tutanlarınkinden daha fazla olmasaydı, muvaffak olamazlardı.

Hülasa ilk kıblemiz Kudüs yüz yıldır Siyonistlerin pençesinde ve kan ağlıyor. Kudüs’ü Siyonistlerden daha çok mu seviyoruz? Kudüs birkaç adım ötede, ama Amerika’nın sigaraları, meşrubatları vesaireleri burada! Bunları ayaklarının altına alıp yola koyulursan, bu demektir ki, sevdiğin Kudüs’ü namahremin elinden almana Amerika’nın yanı başımızdaki üsleri ve ne de onların yerli uşakları engel olamayacaktır. Kudüs’ü alıp sana versinler diye Ömer’ler, Selahaddin’ler veya Mehdiler beklemen nafile. Eğer gerçekten seviyorsan Kudüs’ü, Ömer de sen ol, Selahaddin de sen ol ve Mehdi de sen ol! İşte Siyonistlerin ellerinde rehin tuttukları sevgilin Kudüs ve işte onsuz yaşamayacağını iddia eden sen!