Allah'tan geldi. O'ndan geldiğinin bilinci ile yaşadı ve an gelince O'na döndü. Allah rahmeti ile muamelede bulunsun. Ümmetin, mazlumların ve mustazafların başları dik ve gönülleri şad olsun, Âmin.

Mehmet de Kahta'lı idi, ama ilk karşılaşmamız ve tanışıklığımız 2010'dan sonra Türkiye'ye geri döndüğümde gerçekleşti. İki-üç kez üniversiteye gelip onurlandırdı... Bir defasında bizi ailece aldı ve birlikte Abdulkadir Turan dostumuza misafir olduk. Bir kez de o, Mehmet Emin Vural abi ve ben, üçümüz birlikte yemek yedik.

Sonraları da zaman zaman telefonlaşıyorduk. Hatırladım, bir defa da Ankara'da, HÜDA PAR'ın Genel Merkezi'nde kendisini ziyaret ettim. Vakit öğle suları idi ve kendisinin pişirdiği menemeni yedik.

Her görüşmemizde hal-hatırdan sonra konuştuğumuz şey Müslümanların, yani kendimizin hali idi. Benden 10 yaş küçüktü, ama benimki ile kıyaslanamayacak kadar çok şeyler yaşamıştı, dolayısıyla inancından dolayı çok çekmişti. Fakat her müminde olduğu gibi, çektiği zulümler kendisinde bir yılgınlık, bezginlik, umutsuzluk ve zayıflık bırakmak yerine onu hem ruhen ve hem de irade olarak çok güçlendirmişti.

Meselelere yaklaşımından meseleleri tahlil edişine kadar, keskin bir basireti ve feraseti vardı. Bu duyarlılık doğal olarak ona sorgulama ve olumlu şeylerden olduğu kadar olumsuz şeylerden de ders çıkarmasını sağlıyordu.

Belki söylemeye hiç de gerek yok, ama biz geride kalanlara örnek olsun diye söyleyeyim, kendisini çok yönlü ve güzel yetiştirmişti. Kardeşlik, kardeşlerin dertleriyle dertlenmek ve daha nice hassasiyetler... Üzerinde titrediği diğer bir konu da eğitim idi. İkimiz de bu kötü halden kurtulmanın ancak sağlıklı bir eğitim-öğretimle mümkün olacağı düşüncesinde idik. Bireysel ve toplumsal eğitim-öğretime olan ihtiyaç her zamankinden daha fazla bir şekilde kendisini hissettiriyor. Artık bundan sonra bu ihtiyacı karşılamak biz yaşayanların yükümlülüğüdür.

Olaylardan ders çıkarmak, yanlışlarda ısrar etmemek ve hannas şeytanın insanı ifsat etmek için her yönden ve her türlü araç ile yaklaştığı bilinci ile daima uyanık olup şeytanın ve şeytanla beraber olan insanların saldırılarını ve hesaplarını boşa çıkarmak her insana, daha doğrusu insanların çoğuna nasip olmaz. Ama Mehmet imanı sayesinde bu erdemi yakalamış bir şahsiyet idi. Ve bu bilinci, onun karşılaştığı sınavları başarı ile vermiş olmanın bir nişanesi ve bir belgesi idi.

Tanıyanların da teyit edecekleri gibi, yüzünde hiç eksik olmayan bir tebessümü vardı Mehmet'in. Bu yazıyı yazmadan önce hem vefatından sonra kimlerin neler yazdıklarına göz atmak ve hem de artık resimlerde kalan yüzüne bir daha bakayım dedim.

Bakınca gözyaşlarımı tutamadım. Ama o resimlerdeki o yüzüyle bile teselli ediyor ve bitmez tükenmez sevincin Allah'a kullukta olduğunu söylüyordu.

Mehmet, siyasi faaliyetlerinin yanında bir de yazardı. Yazıyordu. Yazıları da konuşmaları gibi ilkeli, samimi, ferah ve dosdoğru idi.

Taziyesine katılamadım, ama aldığım haberlere göre, Kâhta bugüne kadar böyle bir taziye görmedi. On binlerce insanın onun imanına şahit olmaları ne güzel!

Mümince yaşamıyla yaşayanlara güzel bir örnek olan Mehmet'imizi bir kez daha rahmetle anarken, başta ailesi olmak üzere hepimizin başı sağ olsun.