Niyetim ne kurbanını daha fazla sevap kazanmak amacıyla Afrika’da veya başka bir yerde kestirmek isteyenlerin hayrına mani olmaktır ve ne de kurban toplayan şahıs, dernek, vakıf ve cemaatlerin hepsine karşı bir güvensizlik uyandırmaktır. Sadece ve sadece hem dinimizi, hem duygularımızı, hem güvenimizi ve hem de paramızı istismar edenlere karşı uyarmak istiyorum.

Bu istismar o kadar yaygın ve o kadar ileri ki, Mekke’de bile kurbanınızı kestirecek emin bir el bulmakta zorlanıyorsunuz.

Kurban toplama olayı da özellikle Avrupa’daki “helal et” olayına benziyor. Avrupa’dakiler bilirler, içki satan lokantalar ve büfeler bile et ürünlerinin üzerine “helal et” yazarlar. Bununla birlikte bazı dernek, cemaat ve benzerleri de marketlerinde aynı yöntemi uygularlar. Oysa birçoğununki bizim anladığımız anlamda helal değil. Kısacası, onlar “kitabına uyduruyorlar.” Aslında Kutsal Kitabımızı kendilerine uyduruyorlar, ama biz hala ciddiye almıyoruz. Örneğin, bize, “bu gâvurlardan et alınmaz. Çünkü bıçakla kesip kan akıtmıyorlar” derler, ama kendileri “bunlar Ehl-i Kitaptır” derler. Tabii ki, imamlar ve diğer din adamları da toplanan kurbanların gerçekten söylendiği gibi kesilip kesilmediğini ve derneklerinin sattıkları etin kaynağını bilirler, ama onlar da bu suçun ortakları oldukları için, hakikati örterler. Elbette ki samimi din adamlarını, gerçekten helal et satanları ve aldıkları kurbanları bir emanet hassasiyetiyle usulüne uygun kesenleri tenzih ederiz. Allah onların sayısını arttırsın.

Doğrusu bu STK dedikleri kurumlar birer “Sermaye Toplama Kuruluşu” mu yoksa gerçekten birer “Sivil toplum Kuruluşu” mu ayırt etmek zor. Daha doğrusu, aralarında ismiyle müsemma derneklerin çok az olduğunu söylemek abartı değil.

Kurban toplayanların (dernek, vakıf vd.) kesecekleri yere göre kendi masraflarını da eklemeleri normaldir. Ama eğer normal fiyatın iki ve hatta üç-beş katını alıyorlarsa, bu kabul edilemez. Hele hele kurbanın parasını alıp da hiç kesmeyenler var ki, onlar için diyecek söz bulamıyorum.

Aynı istismar sadaka ve zekât için de söz konusudur. Zekâtın kimlere verileceği ayet ile sabit olmasına rağmen, zekât toplayan dernek, vakıf, cemaat vb. kurumların bunu hakkıyla yaptıklarından emin olamıyoruz. Bizden evvel bu konularda söz söylemesi ve toplayıcı kurumları şeffaf olmaya davet etmeleri gerekenler Diyanet başta olmak üzere din adamlarıdır. Ama ne yazık ki, hak adına ve hakikat adına bu istismarın ve bu haramilerin üzerine gidenler yok denecek kadar azdır. Herkesin çarptığı yanına kalıyor.

Diğer bir sorun da kurban kesenler olarak kendimiz. Kimimiz kurbanını kestikten sonra ya tümden alıp derin dondurucuya atıyor veya bir iki kişiye azıcık verdikten sonra geri kalanını saklıyor. Hani paylaşmak, hani üçte ikisini ve hatta üçte üçünü hak edenlere vermek?

Kurban, sadaka ve zekât gibi hayırlarımızı yapmadan önce şu soruların cevabı önemlidir:

Bir: Bu yükümlülüklerimizi hakkıyla ve layıkıyla yerine getiriyor ve yerine ulaştığından da emin olabiliyor muyuz?

İki: Aracı kişi ve kurumların kurban, sadaka ve zekâtlarımıza bir emanet hassasiyetiyle yaklaştıklarından gözlerimizle görmüş kadar emin miyiz ve bunlar istediğimizde kendilerini kontrol edebileceğimiz kadar şeffaf ve samimiler mi?

Üç: hacı, hoca ve şeyh olduğuna bakmaksızın kurbanımızı, sadakamızı ve zekâtımızı verdiğimiz kişilerden makbuz isteme ve hatta gerektiğinde bu hayrımızın yerine getirilip getirilmediğini dahi takip edebiliyor muyuz?

Sizin de bunlara ekleyecek sorularınız vardır mutlaka…

Yanılmıyorsam, Ahmet Rasim olacaktı, kitaplarının birinde, dilenciler için “merhamet avcıları” demişti. İşte kurbanımıza, sadaka ve zekâtımıza göz dikenler de böyledir. Gerçekten Sizin de mutlaka sorularınız vardır. Bunlar sadece merhametimizin avcıları değil, inancımızın, güvenimizin, hayrımızın, kardeşliğimizin ve kısaca insanlığımızın avcılarıdır. İnsanlığımızı bu haramilere, bu akbabalara ve bu ikiyüzlülere karşı koruyalım ve yaptığımız hayırların takipçisi olmanın da bir yükümlülük olduğunu unutmayalım.