Türkiye’nin 3 milyonu aşkın Suriyeli muhaciri-mülteciyi yıllardan beridir diğer ülkelere kıyasla en iyi bir şekilde barındırması insanlık adına gerçekten gurur vericidir. Gerek hükümetiyle ve gerek milletiyle Türkiye’nin bu fedakarlığı her türlü takdirin üstündedir. Türkiye kamuoyu da hükümetin Suriyelileri ülkeye kabul politikasını desteklediği içindir ki, Suriyeliler de toplumda birer Türk vatandaş gibi karşılanmakta ve toplumdaki yerlerini almaktadırlar. Ancak bir yandan bazı odakların giderek artan bir dozda Türkiye kamuoyunu Suriyelilere karşı kışkırtmaları ve diğer yandan hükümetin son zamanlarda kullandığı dil ve aldığı bazı kararlar, gerekli önlemler alınmazsa, daha büyük sorunlarla karşılaşacağımızı söylemek kehanet değildir.

Burada İçişleri Bakanlığı’nın Arapça tabelaları hakkında aldığı karar üzerinde durmak istiyorum. Basında da yer aldığı gibi, İçişleri Bakanlığı Kilis’te başlattığı uygulamayı adım adım bütün illere yayacaktır.

Eğer tabela hassasiyeti sadece Arapça ve Kürtçeyi değil de İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça ve diğer dilleri de kapsamış olsa idi, biz de bunu ırkçılık olarak değerlendirmekten kaçınırdık.

Avrupa’yı görenler, örneğin, Viyana ve Berlin gibi şehirleri -ki bunlar aynı zamanda birer başkenttir- her yerde Türkçe, Kürtçe, Arapça, Çince ve diğer dillerde yazılan tabelalara da rastlayabilirler. Hatta özellikle Türkler bir adım daha ileri gitmişler; tabelaların sağına veya soluna yahut hem sağına ve hem de soluna Türkiye Bayrağını da yerleştirmeyi ihmal etmemişlerdir. Sıkı mı bir belediye görevlisi bu tabelalara müdahale etsin, onları söküp aşağı indirsin de ülkenin resmi dilini dayatsın? Onların ne ırkçılığını bırakırız ve ne de faşistliğini. Basın-yayın organlarından sosyal medyaya Dışişlerinden diğer siyasilere kadar hepsi bir ağızdan bunu “ırkçılık” olarak tanımlar ve derhal vazgeçilmesi çağrısında bulunurlardı.

Ya Türkiye’de?

Sadece İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu da değil, kayyımlardan bazı belediye başkanlarına, birçok siyasiden birçok basın-yayın organına kadar nerede Kürtçe veya Arapça tabela görürlerse, kızılı görünce saldıran boğalar gibi saldırıyorlar.

Peki, Türkler ve Türkçe Almanlara yabancı ve uzak olduğu kadar Kürtler ve Kürtçe veya Araplar ve Arapça Türklere uzak mı? Hayır! Aksine Kürtler Türklerin bin yıllık kader yoldaşları ve Arapça da Türklerin ezici çoğunluğunun iman ettiği Kur’an’ın dili…

Ama buna rağmen kimse çıkıp da bunlara, “sizin Kürtçeye olan bu tahammülsüzlüğünüz -siz bunu düşmanlık olarak anlayın- nedendir?” diye soramıyor.

Demem o ki, bu yaptığınız Türk’e hizmet olmadığı gibi, Türkçe’ye ve Türkiye’ye de hizmet değildir. Dolayısıyla Türk’ün tarihinde olmayan ve son yüzyıldır da Türk’ün alnında bir kara leke olarak duran bu dil düşmanlığını hala Türk adına, Türkçe adına ve Türkiye adına yapmak da hem Türk’e, hem Türkçe’ye ve hem de Türkiye’ye hakarettir ve hatta ihanettir. Lütfen aklıselim ile düşününüz sizi insanlığınızdan eden bu gibi söylem ve eylemlerden vaz geçiniz.

Özellikle kendilerini Müslüman olarak tanımlayan ve dolayısıyla her lisana Allah’ın birer ayeti olarak iman edenlere bir soru ile yazımı sonlandırıyorum:

“Allah’ın bir ayetini (bir veya birden fazla dili) olduğu gibi yaşatmak mı bir devleti güçlendirir, yoksa onu yasaklamak veya kısıtlamak mı?