Evvela: Seçimden önce Sayın Binali Yıldırım’ı açıktan desteklediğimi hemen belirteyim ki, kimisi köşelerine tünemiş bir şekilde ve kimisi de köşe bucak dolaşarak mağlubiyetin suç ortaklarını arayanların saldırısına uğramayayım. Ne derler ve nereye oturturlar, kendileri bilir. Ama bir dostları olarak bazı düşüncelerimi ve gözlemlerimi kamuoyu ile paylaşmayı bir yükümlülük olarak görüyorum.

Saniyen: Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bütün Ak Partililerin başlığa taşıdığım soruyu soğukkanlılıkla karşılayıp kendi aralarında tartışmalarını bir kardeşleri olarak istirham ediyorum.

Salisen: Sayın Ekrem İmamoğlu’nu tebrik ediyor ve hayırlı işlerinde başarılar diliyorum.

23 Haziran seçiminin en sevdiğim yanı, seçmenin bilinç düzeyi olduğunu da bu arada belirteyim. Seçmenin söylemlerden çok eylemlere ve hizmetlere bakması beni fazlasıyla mutlu etti ve ümitlendirdi. Daha açık ifade edeyim, Ak Parti’den HDP’ye, CHP’den MHP’ye ve diğerlerine kadar, hepsi de oylarının çantada keklik olmadığını ve gerekirse Erdoğan’a, Kılıçdaroğlu’na Öcalan’a ve Bahçeli’ye rağmen de iradelerini ortaya koyabileceklerini ispatladıkları düşüncesindeyim. Seçmen her kimi seçmiş olursa olsun, sonuçta kimsenin emir eri veya kapıkulu olmadığını ve buyurgan üsluplardan hazzetmediğini lisanıhâl ile ortaya koydu. Bana öyle geliyor ki, bundan böyle siyasiler artık kendilerine daha bir çekidüzen vermek zorunda kalacaklar. Çünkü CHP’si de MHP, HDP ve Ak Partisi de artık salt din, ideoloji, laiklik, milliyetçilik, mezhep ve milliyet gibi değerleri istismar ile toplumu etkileyemediklerini gördüler. Toplumun bu kendi iradesine dokundurtmama hassasiyeti gerçekten her takdirin üstündedir!

Önce birkaç gözlemimi aktarayım. Adalet, ehliyet ve liyakat gibi konularda Ak Parti’ye olan güvenin azalmakta olduğunu gördüm. Bu güvensizliğinin nedeni de rüşvet, yolsuzluk, ihalelere fesat karıştırmak ve adam kayırmak gibi şeylerin artık Ak Partili belediyelerde de “sıradan” işler olarak görülmesidir. Toplum, bir zamanlar devletin ve yetimin malına dokunmamak adına milletvekili lojmanlarından dahi feragat ettikleri için takdir ettiği kişilerin bir süre sonra zenginliğin basamaklarını hızla çıkmalarına ve dahası olağanüstü zenginleşmelerine makul bir cevap bulamıyor. İhalelerden makam ve mevkilere kadar hak adalet, ehliyet ve liyakat gibi özelliklerin değil, çoğunlukla çıkar ilişkilerinin, particiliğin ve hemşeriliğin belirleyiciliği sıkça dillendirilen sorunlardandır. Nitekim benim bunları yazıyor olmam ve Sayın Abdurrahman Dilipak gibi birçok şahsiyetin de her fırsatta adeta dillerinden tüy bitercesine uyarı, tavsiye, ikaz ve itirazlarda bulunmaları bu hassasiyetin mütevazı bir tezahürüdür.

Ak Parti’nin toplumun zihninde oluşan şu sorulara da cevaplarının olması gerekir:

Bir: Dilinde, elinde ve kalbinde hak, adalet, ehliyet, liyakat ve her türlü haksızlığa karşı mücadeleyi vermek azim ve kararlığıyla yola çıkan ve samimiyetinden dolayı defalarca iktidara getirilen Ak Parti, neden 15 küsur yıldır idare ettiği şehri geçmişinde adaletin a’sı bile olmayan bir partiye kaptırıyor?

İki: İstanbul’a ihanet ettiğinizi itiraf ettiğinize göre, bu ihanetinizi nasıl telafi edeceğinize dair de bir güvence, bir yol haritası vermeniz gerekmez miydi? Aksi halde İstanbullu kendisine ihanet edene niye şehrini bir daha teslim etsin ki?

Üç: Eksik ve aksaklıklarınıza bakmaksızın seleflerinizden daha iyi hizmet verdiğinizden sizi defalarca iktidar yapanlar eğer şimdi yüzlerini başkalarına dönüyorlarsa, evvela bunun nedenlerini araştıracağınıza, onları ihanet ve nankörlükle itham etmek reva mı?

Toparlayalım… Evet, Ak Parti İstanbul BB kaybetmiştir, ama ilçelerin çoğu hala kendisindedir. Eğer hem mevcudu korumak ve hem de gelecek seçimde yitirdiklerini yeniden almak istiyorsa, yapması gereken tek şey var; ismi ile müsemma olmak! Yani adil olacak!