Eminim sizler de farkındasınızdır, itikadımızı doğrudan ilgilendiren temel kavramlarımızdan bazılarını bugün kendi aramızda telaffuz etmek ve bu kelimeleri duymak dahi kimi Müslüman kardeşlerimizde maalesef rahatsızlığa yol açabiliyor.
Bunlardan ikisi de “ümmet” “kardeş” kelimeleridir.
Üzülerek belirteyim ki, ben de bazı kardeşlerimizin bu kelimelerden rahatsız olduklarını ve hatta bazılarının daha ileri giderek, “ümmetmiş, kardeşlikmiş, bunlar ütopyadır” diyenlerimiz bile oluyor. Ve daha da acısı, bu kelimelerden neredeyse, haşa tiksinti duyanları bile var.
Oysa Müslüman isek, dinde kardeşiz! Dinde kardeş isek, ümmetiz! Eğer bilirsek, bundan daha yüce bir izzet, bundan daha güzel bir nimet, bundan daha büyük bir güç ve zenginlik var mı?
Öyleyse neden bazı kardeşlerimiz istismarcılarla mücadele etmek yerine, böyle bir gaflete düşebiliyor? Bu kadar savrulmalarının birçok nedeni olabilir. Ama en önemli neden; yine bizden, yani kardeşlerimizden bazılarının ümmet ve din kardeşliği gibi değerlerimizi kendi kirli emellerine alet etmeleri ve zulümlerini bu kavramlarla örtme yoluna gitmeleridir.
Bakıyorsunuz, türlü türlü melaneti, hem de alenen işleyenlerden bazıları da sıkıştıkları yerde ilk istismar ettikleri şeyler bizim değerlerimiz oluyor. Bu ve benzeri nedenlerden dolayıdır ki, bizler de göğsümüzü gere gere, “biz ümmetiz” diyemeyecek bir derekeye düştük. Kardeşliğimizi kana kana, doya doya yaşayamıyoruz. Yekdiğerimizin milliyetini, rengini ve dilini Allah`ın birer ayeti ve bizler için bir nimeti olarak göreceğimize, bunları birbirimize zulmetmenin birer gerekçesi olarak görebiliyoruz.
Milliyet, renk ve dil gibi fıtri özelliklerimiz ile dinimizin sınırları içinde olan mezhep, meşrep ve cemaat gibi kesbi özelliklerimizin bizi dinimize daha bir bağlaması ve birbirimize daha bir yakınlaştırması gerekirken, kimilerimiz bunların her birini birbirimize zulmetmenin aracına dönüştürebiliyor.
Nefsimize galebe çalan bu cehaletten ötürüdür ki, birbirimizin gözlerinin içine sevgiyle, saygıyla ve güven veren bakışlarla bakamıyor ve gönülden bir ses ile “kardeşim” diyemiyoruz.
Bu halimiz Kur`an`daki hangi sıfata, hangi ölçüye ve hangi tanıma denk geliyor acaba?
Her birimizin artık nefsine sorması gerekir; ben ümmet olmanın ve kardeşliğin neresindeyim?
Çoğul olarak da kendimize sormalıyız: Yeryüzünde ilahlık iddiasında bulunan Nemrut`lara ve Firavunlara karşı bir enkaz yığını mıyız yoksa onlara karşı “duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanlar” mıyız?
Neden rahmetimizin çoğu küffara ve şiddetimizin çoğu birbirimizedir? Neden kâfirlerin bizi her gün öldürmelerini az görmüşçesine, bir de biz birbirimizi bazen sözlerimizle, bazen iftiralarımızla ve bazen silahlarımızla öldürüyoruz?
Nasıl oluyor da bazıları bizim çocuklarımıza bizden daha fazla nüfuz edebiliyor ve bin bir meşakkatle yetiştirdiğimiz ciğerparelerimizden İŞİD`ler, PKK`lar, YPG`lar ve Boko Haram`lar çıkarıp, bunları bize karşı savaştırabiliyorlar?
Eğer Allah`ın Kur`an`da tavsif ettiği ümmet olsa idik ve eğer Allah`ın özelliklerini bildirdiği müminlerden olsa idik, bu gün bu halde mi olacaktık?
Allah`ın bize layık gördüğü ve bizi onlarla tanımladığı “İslam ümmeti” midir bizi bu zillete düşüren şey? İslam kardeşliği midir, birbirimize reva gördüğümüz zulümlerin kaynağı?
Öyleyse ne yapmalıyız?
Bu gibi durumlarda bize düşen görev, evvela bizi biz yapan bu ümmet ve kardeşlik gibi değerlerimize layık olmaya çalışmak ve nerede olursak olalım, bu değerlerimize uygun bir duruş sergilemektir. Diğer görevimiz de, bu değerlerimizi kendi münafık ve istismarcı yüzlerine perde yapanların elinden ve dilinden kurtarmak ve onlara hadlerini bildirmektir.