ABD, 17-25 Aralık soruşturmasını Washington`a taşımakla, bu soruşturmayı açanların kendi hesabına çalıştığını teşhir etmiş oldu.
ABD, soruşturmayı yapanları teşhir etmeyi, onların Türkiye içindeki prestijini daha da düşürmeyi göze alarak vakaya bizzat el attı.
ABD, Türkiye üzerinde neden bu kadar duruyor? Eski büyükelçilerden Şükrü Elekdağ`ın hayatımda ilk kez ABD ve Avrupa`nın böyle ortak bir saldırıya geçtiğini görüyorum diyeceği kadar ABD`yi hırçınlaştıran nedir?
ABD`yi hırçınlaştıran, son 40 yılda İslam alemi ile ilgili yaptığı bütün projelerin akamete uğramasıdır.
ABD, Sovyetler Birliğinin çekildiği İslam coğrafyasını tahakkümü altına alamadı; ne Kafkasya`da ne Orta Asya`da tatmin olacağı bir sahayı ele geçirdi. Genellikle etkisiz görüldüğü Orta ve Doğu Asya için önemli noktalardan, Sovyetlerin terk ettiği Afganistan kalesine, bütün oyunlarına ve katliamlarına rağmen ağız tadıyla yerleşemedi. Afganistan konusundaki hırsı, onu Pakistan`ı da kaybetmekle yüz yüze bıraktı.
Körfez`deki sorunları İslam alemi üzerindeki tahakkümünü artırmak için kullanmak isteyen ABD, zaten tahakkümü altında olan Suudi Arabistan ve çevresindeki emirliklerden daha fazla menfaat sağladıysa da büyük hedeflerinin uzağında kaldı. Hatta kimi uzmanlara göre Körfez Savaşı`nda ABD`nin kazandıkları, kaybettiklerini dahi karşılamadı.
ABD, Körfez Savaşı sonrasında İslam alemini demokrasi ve insan hakları vaadiyle ele geçirmeye çalıştı ama Körfez Savaşı`ndaki katliamlarından sonraki bu tatlı vaatleri bile iş görmedi.
İslam aleminde daha önce sandıktan uzak duran hareketler yeni zeminde sandık başına giderken ABD`nin yüreğine su serpecek tercihler yapmadı.
“Arap Baharı” denen gösterileri lehine çevirmeye çalışan ABD, ekonomisi artık geçmişin kadim Mısır`ının aksine kendisine dahi yetmeyen Mısır`ı bir darbe ile elde ettiyse de İslam âleminin genelinde nefretin hedefi oldu, önceki dönemde insan hakları vaatlerine kanarak ABD`ye sempati duyanlar da ABD`nin Mısır konusundaki tutumundan ve diğer hususlarla ilgili yaklaşımından dolayı ona lanet okumaya başladı.
ABD, AK Parti iktidarının ilk yıllarında 28 Şubat`ı unutturmaya çalışarak Türkiye`de İslamî talepleri olanların hamisi görünmeye çalıştıysa da Türkiye`de İslamî talepleri olanlar, ABD`yi sevmedi, ABD`nin Irak, Mısır, Suriye siyasetini desteklemedi.
ABD, son iki yüzyılda tercihini Batı`ya doğru yapan Türkiye`nin Batı`yla iyice kaynaştığını düşünüyordu. Oysa Türkiye, geçmişten bu yana problemli olduğu Rusya`yla yakınlaşmayı bile seçerek ABD`ye daha fazla adapte olmayı reddetti.
ABD, Türkiye tarihinde görülmedik bir şekilde Türkiye`yi kaybetme noktasına geldi. ABD, Türkiye`yi kaybetme korkusuyla hareket etmeye başladı; 17-25 Aralık süreciyle başaramadığını 15 Temmuz 2016`da başarmaya çalıştı, olmadı, arkasından Türkiye`yi ekonomik krizle yüz yüze getirmedi, o da olmayınca Türkiye`yi resmen sanık sandalyesine oturtup yargılamaya başladı.
ABD, şu anda meseleyi ne kadar yolsuzluk problemine çekerse çeksin, elit bir seküler kesim dışında Türkiye içinde destek bulamıyor. Aksine halk, dillendirsin veya dillendirmesin Zarrab davasından dolayı ABD`ye daha da kızgın.
Bundan sonra ABD`nin hangi kartı kaldı derseniz “ekonomik ambargo” cevabını alırsınız ancak böyle bir adım ekonomileri zaten düzgün olmayan Avrupa ülkelerine daha da zarar vereceğinden ve Rusya ile Çin`in ABD`nin yaptırımlarına uyma ihtimali bulunmadığından ABD`nin eli kolu bağlı.
Türkiye, sağlam durursa ABD, bir kez daha kaybeden taraf olur.