Dün muhterem bir dostumun gönderdiği bir haber linki üzerinden Meksika`dan başlayarak Latin Amerika`daki Müslümanlaşma öykülerine uzandım.

Katolik Hıristiyanlığın Avrupa`daki çöküşünden sonra merkezine dönüştürdüğü o uzak coğrafyada aileler, hep birlikte İslam`ı seçiyor. ABD`nin İslam`ı terörizmle, insanın mutsuzluğuyla ilişkilendiren propagandalarına karşın İslam, genç-yaşlı demeden ama özellikle kadınlar arasında yayılıyor.

Meksika`dan Şili`yle ilgili haber ve videolara uzanıyorum; benzer bir manzara da orada görünüyor. Bununla birlikte Batı`nın İslam`ı vururken neden kadını odağa aldığı da anlaşılıyor: Pâk bir yaşamı arayan kadın, nesne olmaktan kurtulmak isteyen kadın, kurtuluşu İslam`da buluyor.

Latin Amerika ile videolar arasında gözüm İspanya ile ilgili bir videoya takılıyor. Kadınlar, yine öndeler; İslam`la tanışmış İspanyollar olarak kendilerini tanıtıp İslam içindeki mutluluklarını ifade ediyorlar.

Modern Batı`nın başlangıç noktası, 1490`lı yıllar kabul edilir. 1492`de Endülüs`teki son kalesi Granada şehir devleti yıkılıyor; Endülüs`te Müslümanların siyasi varlığı son buluyor. Aynı yıl İspanyollar,  Amerika kıtasını keşfediyor. Sonraki yıllarda İspanyol Kralı, Müslüman kökenli Afrikalıların köle olarak dahi Amerika`ya götürülmesini yasaklıyor. Köle olarak götürülen Müslümanların Amerika`yı Müslümanlaştırmasından, orada isyanlar çıkarıp Batı`ya karşı koymasından korkuyor.

Ve 20-21. yüzyıllar, Batı`nın güç sarhoşluğu içinde, İslam âleminin siyasi olarak mağdur olduğu günler… İslam, bir yandan Latin Amerika`da, diğer yandan Avrupa`da yol alıyor. Batı, İslam`ı sert ve yumuşak güçleriyle (askerî ve düşünsel çabalarla) vururken İslam, Batı`nın hem kadim yurdunda hem de sığındığı Amerikan kıtasında yeni mensuplar kazanıyor.

Medeniyetler Çatışması tezine katkıda bulunan Hintli (modern kölemen) Susmit Kumar`ın görüp de Batı`ya haber verdiği gibi “İslam, siyasi ve askeri olarak darbe yemiş olabilir ama bir din olarak hâlâ doğduğu yüzyılda (Miladî 7. yüzyılda) olduğu kadar capcanlı, dimdik ayaktadır. Unutmamak gerekir ki sadece İslam, din olarak yeryüzünde mensup kazanmaya, gelişimini sürdürmeye devam ediyor.”

Ya Ümmet? Onu da geçmişin ünlü CIA şefi ve bugünün düşünsel bakımdan Rockefeller burslarıyla İslam alemine içeriden müdahale operasyonlarının başında bulunan, “Tarihin Sonu” tezinin inananlarından Graham Fuller haber veriyor: “Ümmet ruhu, bütün darbelere rağmen hâla yaşıyor. Unutmamak gerekir ki (dünyadaki Musevi azınlık bir yana bırakılırsa) sadece bir Müslüman, dünyanın öbür ucunda acı çeken bir dindaşı için hâlâ acı hissedebiliyor.” 

Batı`nın derin yapısı işte bunun için İslam`dan, İslam`ın bayraktarı ana akımdan, korkuyor. Onu durdurmak için karşıtlarını güçlendirirken yoldan çıkardığı Suudi prensleri üzerinden itibarını zedelemeye çalışıyor. “Ortadoğu”, ki aslında biz bunun Doğu`nun orta kesimi dolayısıyla Şarkiyat zihniyeti içinde İslam`ın merkezi olarak da anlayabiliriz, diye adlandırdığı fizikî kalbimizde peş peşe düzenlemeler yapıyor, İslam`ın mekân olarak kalbini vurarak dünya çapındaki genişlemesini bitirmek istiyor.

Ancak Batı, bizim çocuklarımızı burada yoldan çıkarırken onun çocukları bir zamanlar bizi köle olarak dahi sokmadığı “güven adası” Amerika`da ve kardeşlerimizi gemilere yükleyip denize döktürdüğü coğrafyada, Endülüs`te İslam`ı seçiyor. Demiş ya geçmişin büyükleri bir yer Darü`l-İslam olmuşsa bir daha Darü`l-Küfr olmaz. İslam, bir yere ulaştı mı orada kalplere yerleşen tat bir daha unutulmaz.

Batı, İslam karşısında çaresiz… Batı, İslam`ın yükselişini durduramıyor.