Post-modern dünyada uluslar arası güçler sağ gösterip sol vuruyor, sol gösterip sağ vuruyor. Oyunu çözebilmek, son dönemi iyi okumayı ve tabiri caizse alana gözetleme kulesinden bakmayı gerektiriyor. Aksi halde filin bir tarafını tarif eder, bütününe bir türlü ulaşamayız. Malum fil, Amerika`da Trump`ın da mensubu olduğu Cumhuriyetçi Parti`nin simgesidir. Cumhuriyetçi Parti ise günümüzde, kadim İngiliz siyasetinin mirasçısıdır.
İslam dünyasında uluslar arası güçlerin tehdit gördüğü kim; hangi alanı kime bırakıyor? Bundan yaklaşık otuz yıl önce bir grup, Ehl-i Sünnet mensubiyeti adına sözde Vehhabîlik karşıtlığı yapıyordu. Son dönemde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez`in görevden ayrılma kampanyasını da yürüten bu “eski” grup, her ne hikmetse,
1. Vehhabî karşıtlığı yapıyor ama asla Suudi`ye toz kondurmuyordu. Bütün Vehhabî karşıtlığını Mısır`dan İhvan-ı Müslimin ve Pakistan`dan Cemaat-i İslamî`ye yöneltiyordu. Böylece gerçekten Vehhabî olan Suudi, yerinde dururken her iki cemaatin önderleri yıpratılıyordu. Bunun için Arapçaya çevrilen yüzlerce kitap gemilerle İstanbul`dan İslam âlemine dağıtılıyordu.
2. Grup, Ehl-i Sünnet adına kimi zaman “yanmayan kefen satma” misali, gırtlağına kadar bidatlere batmış bir din anlayışı pazarlıyordu. Pek çok genç insanın zihninde Ehl-i Sünnet denince bu grubun din anlayışı göründü.
3. Grup, Ehl-i Sünnet`ten söz ediyordu ama yayın organlarında Amerika`ya çatmanın caiz olmadığından, kapitalizmin aslında İslam`a yakın olduğundan dem vuruyor. Hatta sürekli İmam-ı Azzam vurgusu yaparak bu sapkın düşünceleri dile getiriyor, İmam Ebû Hanife Hazretlerini yıpratıyor, onunla ilgili yanlış bir algı oluşturuyordu.
Söz konusu grup ani bir şekilde 1990`li yıllarda piyasadan çekildi. Vehhabîlikle ilgili söylemlerini yine İhvan-ı Müslimin ve Cemaat-i İslamî aleyhine sürdürse de geri çekti. Suudi Arabistan ve onunla birlikte tanınmış Yahudi tüccarlarla çok yönlü ekonomik bağlar geliştirdi.
Bu arada İslam dünyası, kendilerini Selef-i Salihin`in yolundan gitmekle tarif eden Neo-Selefi grupların kan gölüne döndü. Söz konusu grubun ana gövdesi bir kez daha sessiz kaldı. Ama daha da beteri oldu:
Her nasılsa tarihi boyunca Ehl-i Sünnet`e karşı savaşmış Vehhabî Suudi Arabistan, kendisini Ehl-i Sünnet`in temsilcisi konumuna oturttu, neredeyse kendini Ehl-i Sünnet ile özdeşleştirdi.
Önce, bu etiketle, Mısır`da İhvan-ı Müslimin, Pakistan`da Cemaat-i İslamî`yi Neo-Selefi bir çizgiye çekmek için kültür operasyonları düzenledi. Bu cemaatlerin çekirdek yapısını önemli ölçüde etkiledi, gençlerini ise Neo-Selefi yapılara kaydırdı.
Suudi Arabistan, sonra söz konusu cemaatlerin, her şeye rağmen kendisini koruduğunu görünce içerideki bir numaralı düşman olarak İhvan-ı Müslimin`i belirledi, bütün yapısıyla ona düşmanlığa yöneldi:
1. Mısır`daki İhvan-ı Müslimin iktidarını devirdi.
2. Tunus`taki İhvan-ı Müslimin iktidarını sarstı.
3. Yemen`deki İhvan-ı Müsliminin iktidar yürüyüşünü sekteye uğrattı.
4. Filistin`deki İhvan-ı Müslimin iktidarını engelledi, şimdi Gazze kesitinde de bitirmek için projelere ortak oluyor.
Suudi Arabistan, son dönemde ise Birleşik Arap Emirlikleri Veliahdı Bin Zayed ile birlikte Katar`la uğraşıyor. Gerçekte Katar, her zaman uluslar arası güçlerle birlikte çalışsa da bir süredir, klasik Ehl-i Sünnet çizgisine yakın bir noktada yayınlar yapıyor. Müslümanların birliğini, Ehl-i Kıble olanların kardeşliğini vurguluyor, bu yönde teşviklerde bulunuyor.
Suudi Arabistan, bir adım daha aşırı giderek son birkaç yıldır; bütün yaklaşımlarını israil`le uyum içinde belirliyor ve ilk kez israil`le açıkça çalışıyor.
Hatta Suudi`den The Middle East Center for Strategic and Legal Studies (Ortadoğu Stratejik ve Legal Çalışmalar Merkezi) kurucu başkanı sözde emekli General Macit Eşki Haziran 2016`da israil`e gitmiş, israilli yetkililerle bir araya gelmiş ve gidiş açıkça basınla paylaşılmıştır. Macit Eşki, bu görüşmede israil`in dış işleri ve sözde terör karşıtı istihbarat ve operasyon yetkilileri ile görüşmüş;
“Bana göre israil`le Suudi Arabistan sorunun çözümü konusunda aynı görüşe sahip olmalarına rağmen işbirliği yapmıyorlar. Biz, israil`den teröre kaynaklık eden sorunları çözmesini istiyoruz. Filistin, terörizmin kaynağı değil ama Filistin sorunu terörizme yol açıyor” demiş; Suudi Arabistan ile israil arasında daha açık ilişkilerin geliştirilmesi çağrısında bulunmuştur.
Macit Eşki, bölgede nasıl bir çözüm öngördüğünü ise 2015`te Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Realitions-CFR) adlı Amerikan kuruluşunda eski insan kasabı Ariel Şaron ve mevcut israil Başbakanı Netanyahu`nun danışmanlarından, israil`in Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold`la birlikte yaptığı sunumda-ki Dore Gold`un da doktora tezi Suudi Arabistan`la ilgilidir- şu düşünceleri dile getirmiştir:
1. Sovyetlerin yıkılmasından sonra ABD, “Ortadoğu”da yalnız değildir. Çin, ABD ile yarış halindedir. Türkiye ve İran da bölgededir. Çin, Ortadoğu`ya açılırken diğer iki ülke tarihleriyle uyumlu bir genişleme çabası içindedir.
2. Amerika ve Avrupa, Yemen`de oluşmuş koalisyonu desteklemelidir; bunun bir Arap gücüne (ortak ordusuna) dönüşmesi için katkı vermelidir.
3. Türkiye ve İran`a karşı Araplar için tampon bölge olacak bir büyük Kürdistan kurulmalıdır.
Macit Eşki, Medeniyetler Çatışması tezinde yer bulan ve Trump tarafından sahiplenilen politikayı olduğu gibi savunmakta, son iki madde ile ise Suudi Arabistan`ı Arap milliyetçiliği adına o tezin sahiplerinin politikalarının bir parçası haline getirmek için öneride bulunmaktadır.
Eşki, özetle, Amerika`nın yeni bir politika içinde olması durumunda Suudi`yi dışlamamasını, Suudi`nin bu dışlama durumuna karşı israil`le dahi “açıkça” çalışabileceğini ifade ediyor. Herhalde Haziran 2016`daki israil`e gidişi de bu önerilerin pratiğe dökülmesi için gerçekleşmiştir. Suudi ile israil arasında el-Cezire`nin yayınının durdurulması konusunda bile uyum bulunduğuna göre önerilerin uygulanmakta olduğu da muhakkaktır.
israil`in el-Cezire hakkında Suudi Arabistan ile aynı tutumu takınmasından bir süre önce Mısır diktatörü Sisi, Tiran ve Sanafir adalarını 1 Temmuz`da Suudi Arabistan'a devretti. Bu devrin bölgede aslında uluslar arası kara sularının sınırlarını etkilediği için israil`e yaradığı, adaların bir anlam taşımadığı ama kara suları meselesinin çok önemli olduğu ve alışverişin Suudi üzerinden gerçekte israil`le yapıldığı iddia ediliyor.
İçinde bulunduğumuz Ağustos ayının bu ilk günlerinde ise Suudi Arabistan`ın bir numaralı ortağı Mısır diktatörü Sisi`nin Sina Çölü`nü israil`e verebileceği konuşuluyor.
Ve bütün bu çirkefliklerin merkezindeki Suudi Arabistan, bütün tarihi boyunca Ehl-i Sünnet akidesine karşı savaşmasına rağmen neredeyse 30 yıldır Ehl-i Sünnet`in temsilcisi diye pazarlanıyor.
Oyun, bölgedeki diğer gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde, yüzyıllar boyunca İslam`ı her tür düşmana karşı ama özellikle Batı`ya karşı muhafaza etmiş ana yapımızın, ana gövdemizin yıpratılarak ve onun mutedil çizgisindeki kurumlarına karşı mücadele edilerek imha edilmeye çalışıldığı bütün hâliyle açığa çıkıyor.
Her kim o ana gövdeye sahip çıkar da birlikten söz ederse, Ehl-i Kıble olanlar kardeşlerimizdir, der o büyük şemsiyeyi ya da kalkanı yeniden tutarsa uluslar arası şebekelerin elindeki ve himayesindeki yapılar tarafından yıpratılmaya; bürokrat ise yerinden edilmeye, ülke ise durdurulmaya ve bölünmeye, cemaat ise terörize edilmeye, ülkesinin başında ise devrilmeye çalışılmıştır, önümüzdeki süreçte bu çalışmalar devam edecektir.
İslam dünyası,
1. Herhangi bir ülkeyi ABD ve israil`le işbirliği yapmaya götürecek yolları açmaktan uzak durmalıdır. Bu tür durumlarda itenlerin çekenler kadar sorumlu olabileceği unutulmamalıdır.
2. Tarih boyunca her tür İslam düşmanına karşı muhafızlık yapmış, aynı zamanda o düşmanların topraklarında fetihler gerçekleştirmiş ana gövdeyi ihya etmek için kolları sıvamalıdır.
Aksi halde en mukaddes değerlerimiz bize karşı kullanılarak bizi yok etmeye çalışacaklardır. Oyun ağırımıza gitse de budur…