Karma eğitim, dünyadaki yaygın uygulamaya karşı, Batı`da Protestan topluluklar ve modernist kesimler tarafından 19. Yüzyılın başlarında gündeme getirildi, uygulamadaki ilk örnekleri daha çok ekonomik sebeplerle Amerika`da görüldü. Türkiye`de ise karma eğitim, 20. Yüzyılın başında modern bir dayatma olarak uygulamaya kondu.

Ne Batı`da ne de Türkiye`de karma eğitim, pedagojinin (eğitim bilimlerinin) gereği sayıldı. Görüşü dikkate alınabilecek hiçbir eğitim bilimci, çıkıp da karma eğitim, öğrencinin daha çok yararına olur, diye bir beyanatta bulunmadı, bu yönde yapılmış bilimsel bir çalışmadan söz etmedi.

Koca bir eğitim sistemi fayda ve zararı konuşulmadan “çağın gereği” gibi ne olduğu belirsiz bir argümana sığınılarak I. ve II. Dünya Savaşı`nın galiplerince dünyaya dayatıldı.

Bu arada “Karma eğitim kötü olsaydı bu uygulamada bulunan Avrupa bu kadar gelişir miydi?” gibi aslında cahiller için üretilen ama araştırmayan okumuşların da inandığı bir soru ile karma eğitimin en gelişmiş bir eğitim sisteminin vazgeçilmezi olduğu safsatası kabul ettirilmeye çalışıldı.

Oysa 16 Şubat`ta yayımlanan Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM) raporunda (http://stratejidusunce.com/) ifade edildiği üzere Batı, ünlü düşünürlerini yetiştirirken, Japonya dünyanın hayran kaldığı teknisyenleriyle adını duyururken, Rusya, büyük romancıları ile edebiyatta doruğa çıkarken hiçbir şekilde karma eğitimde değildi. Hatta dünyanın Oxford, Cambirdge gibi ünlü üniversiteleri ancak 1970`li yılların başında ve sistemin zorlamasıyla karma eğitime geçmişlerdir. Japonya, II. Dünya Savaşı`ndan önce karma eğitimde değilken II. Dünya Savaşı`nın kazananlarından Sovyet Rusya, 1943-1954 yılları arasında karma eğitimi yasaklamıştır.  

ABD, 1970`li yıllarda karma eğitim yapmayan okullara verilen devlet desteğini kesmiş ama eğitim bilimcilerin yoğun saha araştırmaları ve ciddi bulguları ile 2000`li yıllarda geri adım atmak durumunda kalmıştır, 2002`de 9. Madde olarak bilinen ilgili maddeyi esnetmiş, 2006`da ise karma olmayan eğitim kurumlarına da devlet desteği sağlamaya başlamıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar ve Hillary Clinton gibi karma olmayan ortamda eğitim gören isimlerin de desteğiyle ABD, konuyu daha yoğun tartışırken İngiltere`nin Oxford Üniversitesi gibi Batılı üniversiteler de neden karma olmadıkları dönemde daha başarılı olduklarını soruyorlar ve “çağa uyma” adına kendilerine yapılan dayatmayı aradan geçen kırk yılı aşkın süreye rağmen kabullenemiyorlar.

Dışarıda vaziyet karma eğitim aleyhinde gelişirken Türkiye`de pedagojik hiçbir açıklaması olmayan bu eğitim sistemi, ideolojik bir dayatmaya dönüştüğünden sağlıklı tartışılmıyor. Milli Eğitim Bakanlığı tartışılan “riskli” konulara yeni bir konu eklememek için bu konuyu gündeme getirmiyor.

Hepimiz, eğitim-öğretimin son on beş yılda takdir edilen fizikî değişimine rağmen başarısından şikayetçiyiz. “Olmuyor, başaramıyoruz?” diye yakınıp duruyoruz. Neredeyse “Kaderimiz buymuş” deyip haşa İlahî rızaya aykırı olanı İlahî bir dayatmaymış gibi kabulleneceğiz.

İslam, hiçbir konuda yanlış barındırmadığı gibi eğitim konusunda da yanlış barındırmadı, her konuda haklı çıktığı gibi eğitim konusunda da haklı çıktı. Müslüman toplumlarda geçmişte, çocuklar kız erkek farkı olmadan bir arada bulunurken buluğ çağına girme yaşına yaklaşırken eğitim ortamlarında birbirlerinden ayrışmışlardır.

Buna gerici eğitim sistemi diyenler, yanlış bir yolu alkolde, uyuşturucuda, hatta faizde boş yere yürüyüp geri döndükleri gibi karma eğitimde de boş yere yürüyüp bugün geri dönme işaretleri veriyorlar. Biz, karma eğitime giderken onların peşine takıldık, bu eğitim sisteminin değişmesi için de illa onların değişmesini beklememiz mi gerekir?

Milli Eğitim`in esası, kendi doğrularını üretmektir; kendi doğrularını üretmeyen ve öğretmeyen bir sistem asla milli olamaz.

Eğitimdeki değişim, yamalı anayasa değişikliklerini andıran bir müfredat reformu ile sınırlı kalmamalı; sistemi bütün olarak ele alınmalı; müfredat tartışılırken karma eğitim unutulmamalı, “eğitimin karma olması esastır” ilkesi mutlaka değişmelidir.