Birkaç gün önce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Amerika`nın çekimser kalmasıyla israil'den uluslararası hukuka aykırı yerleşim faaliyetlerine son vermesini isteyen bir kararı onayladı. israil, bir yandan bu kararı dikkate almayacağını duyururken öte yandan karara ön ayak olan ülkelerdeki elçilerini geçici bir süre için de olsa çağıracak kadar uç bir tepki gösterdi.
Birleşmiş Milletler (BM) ile siyonist israil, birlikte doğmuş iki yapıdır. İkisinin de temelleri I. Dünya Savaşı sonrasında atıldı. İkisi de II. Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası sistem tarafından açıkça sahiplenilen projeler olarak “yasal” hüviyetini elde etti. BM`nin işleyişi yasası 25 Haziran 1945'te kabul edildi; aradan iki yıl geçmeden Kasım 1947`de Amerika, israil`in kuruluşunu BM`ye götürdü. BM, Filistin`in Araplar ve Yahudiler arasında ikiye bölünmesinin kararını aldı, resmen israil`i doğurdu.
O günden sonra israil`in neredeyse her faaliyeti BM tarafından “kınanarak” normalleştirildi hatta israil açısından meşrulaştırdı. BM, üç çeyrek asra yaklaşan tarihinde israil`in kuruluşuna hizmet etmekten başka kayda değer hiçbir faaliyet içinde olmadı. BM`nin israil`e yönelik bu hizmetinde lokomotif görevini hep Amerika yaptı. Güvenlik Konseyi`nin diğer daimi üyeleri de “kınama” kararları ile kendilerini “farklı yerde olma” konumunda gösterdi sadece.
BM NEDEN BÖYLE BİR KARAR ALDI?
Bu yapıdaki bir BM`ye ne oluyor da israil`e “yerleşim faaliyetlerine son ver” diye çıkışıyor? Bundan daha önemli iki soru vardır: “Amerika`ya ne oluyor da Amerika böyle bir kararda çekimser kalabiliyor?”, “israil, kimsenin artık ciddiye almadığı BM`nin kendisiyle ilgili bu kararına neden bu ölçüde tepki gösteriyor?”
BM, Amerikan coğrafyasında kurulu ve onun himayesi altında. Son yıllarda ekonomik dar boğaza giren Amerika, BM`nin harcamalarına katlanma konusunda isteksiz davranmaktadır. Bu, sadece ekonomik bir sorun değildir.
BM, II. Dünya Savaşı kazananlarından Amerika ile Sovyetler arasında bölünen dünyada bir görüşme zemini teşkil ediyordu. BM, o süreçte onların bir tür ortak “yetkisiz parlamentosu” idi, onların diğer dünya ülkelerini dinledikleri ve hep “ikna ettikleri” bir zemindi.
Sovyetler`den sonra Amerika, BM`yi Körfez Savaşı başta olmak üzere kayda almadı. BM`nin işlevi, israil`in kuruluşu gibi en riskli kararlara dahi “uluslararası karar (dünya kararı)” süsü vermekti. Amerika, Sovyetlerin yıkılmasından sonra kendisini dünyanın tek hâkimi olarak gördü, kendi yakın müttefikleri ile aldığı her karara “uluslararası karar (dünya kararı)” gözüyle baktı. Bu bakış açısında BM`nin yeri yoktu, yersiz bir kuruma para aktarmak da anlamsızdı. BM, Amerika`dan alamadığı parayı başka ülkelerden alıp ayakta durduysa da ağır bir prestij kaybına uğradı, gün geçtikçe bir sempozyum mekânına dönüştü.
Yıllar sonra ilk kez israil`e yönelik bu kararı ile BM, “Ben, hâlâ varım” dedi. Bu ses, Rusya`nın ve Çin`in Amerika karşısında güç olmaya başlaması ve “Soğuk Savaş”ın yeniden başlaması ile ilişkilendirilirse galiba hata olur.
Önümüzdeki dönemde farklı bir gelişme olmazsa bu karar mevcut yapıdaki BM için sadece bir sun`i teneffüstür. Bu sun`i teneffüsün en büyük etkeni Amerika`nın içinde bulunduğu durumdur.
Amerika, bugüne kadar dışarıya hep yekpare görüntüsü verdi; ihtilaflarını başarıyla yönetti, yönetimden “çatlak sesler”in çıkmasına pek izin vermedi.
Trump`un başkan seçildiği ve koltuğa oturmak için gün saydığı Amerika, artık o yekpare Amerika değil gibi. Amerika, uzun yıllar sonra ilk kez ihtilaflarını yönetemez duruma düştü. Mesele, dış politika değil. Kazan içeride kaynıyor. Daha pazar günü Amerika`nın Sesi (VOA) yayınlarının Türkçe bölümünde Amerikan okullarındaki ırkçılık problemi gündeme taşınıyordu. Amerika`ya ait resmi bir yayın, bütün rehberlik çalışmalarına rağmen öğrencilerin kendi aralarında Avrupalı Beyazlar, Hispanikler ve Siyahlar şeklinde üçlü gruplara bölünmelerinden ve bu bölünmenin önünün alınamamasından yakınıyordu.
Okullar, ülkelerin minyatürüdür; ülkelerin içinde bulunduğu durumu gösterir. Amerika`da sadece Siyah-Beyaz çekişmesi yok. İspanya`dan Meksika ve diğer Orta Amerika ülkelerine göç eden, dolayısıyla köklerinde şu veya bu şekilde Endülüs üzerinden İslam bulunan Hispanikler de diğer Avrupalı Beyazlarla uyum içinde bulunmuyor. Avrupalı Beyazların desteğindeki Trump, karşısında Afrika ve İspanya kültürü kökenli Amerikalıları buluyor. İspanya kültüründen gelenler gibi Afrika kültüründen gelenlerin de köklerinden İslam`ın bulunma ihtimali Trump`a karşı “La (Hayır)” sesini daha da anlamlı kılıyor.
AMERİKA`DAKİ ÇEKİŞMEDEN YAHUDİLER SORUMLU
Çok az kişi seslendirmeye cesaret etse de Amerikan sisteminin adaletsizliğinden doğrudan Yahudiler sorumlu tutuluyor. Amerika`daki çekişmede, uzak bir gelecekte bile yaşanacak olsa, ayak altında kalmak istemeyen Yahudiler, başkanlık seçiminde Trump`ın karşısında göründüler.
Yahudilerin Trump`ın karşısında görünmesinin kendi açılarında bir makul sebebi Trump`ın tutumlarının Amerika`daki ırkçı ayrımcılığın farkındalığını artırmasından endişe duymaları idi. Bu endişeyi daha çok uzun süredir yerleşik ve varlıklı Yahudiler taşıyordu. Amerika`ya yeni yerleşen ve henüz varlıklı sınıf içinde yer almayan Yahudiler için ise farklı bir makul sebep söz konusudur. Bu sınıftaki Yahudiler, Trump`ın göçmen karşıtı politikasının kendilerine dokunmasından, Amerika`daki yerleşim izinlerinin iptal edilmesinden endişe duyuyorlar. İşte Trump`ın yoluyla Netanyahu`nun yolu burada kesişiyor.
Netanyahu, Trump`ın göçmen politikasının israil`den Amerika`ya denetlenemeyen Yahudi göçünü sınırlandırabileceğini, böylece israil`in Yahudi nüfus problemi konusunda bir miktar rahatlayabileceğini umuyor. Bu umudun tarihsel bir geçmişi vardır: siyonistler, Filistin topraklarına yerleşen Yahudi nüfusu Alman Hitler`in Yahudilere yönelik baskısıyla bulmuştu, bugün Amerika`daki bir Almanın kuracağı baskıdan aynı işlevi bekliyor. Hitler, Yahudi düşmanıydı; Trump, Yahudi dostu görünüyor. Ama siyonist, onların niteliğine değil, alacağı neticeye bakıyor.
İsrail`in yerleşim faaliyetleri, 1967`de Altı Gün Savaşları ile ele geçirdiği Filistin toprakları ve Filistin topraklarında Filistin ve israil olmak üzere iki devletli yapıyla doğrudan ilişkilidir.
Clinton ailesinin başını çektiği liberal Amerikalılarla onları yönlendiren bir kısım Yahudi Amerikalılar, Filistin`de iki devletliliği israil`in İslam dünyasında bölgesel bir güce dönüşmesi için hayati bir öneme sahip görüyor. Daha israilci olan bu kesim, israil`in Filistin`deki Müslümanlara uygun yaşam koşulları tanıması durumunda onlarla birlikte başka Müslümanların da israil`e olumlu bakacaklarını ve bunun israil`in İslam dünyasındaki etkinliğini artıracağını düşünüyorlar. Bunu da ancak israil güdümündeki bir Filistin devletinin varlığında mümkün görüyorlar.
Netanyahu ve onun gibi düşünen Yahudiler ise bir Filistin devletinin varlığına katlanamıyor. Bunun için 1967`de elde ettiği toprakları israil`e ait görüyor, burada nüfus artışını zaman içinde Yahudiler lehine değiştirebilirlerse o toprakların israil`e kalacağını öne sürüyor. Dolayısıyla Yahudiler için yeni yerleşim yerleri kurmak, Clinton-Obama ve onları yönlendiren kimi Yahudilerin 1967 öncesine dayanan iki devletli bir Filistin coğrafyasına doğrudan karşı durmaktır. BM`de israil`in yerleşim faaliyetlerine karşı durmak da israil`in bu topraklardaki fiili varlığına karşı durmak anlamına gelir.
Trump`ın çevresi Amerika`yı israil`den önemli buluyor, israil`in kendisini ayakta tutmasını bölgesel bir güç olmaya tercih ediyor. Bölgesel güç olmayı, Amerika`nın hükmettiği bir dünyada israil için anlamlandırmıyor. Bunun için israil`i mevcut sahasında rahatlatıp onun İslam dünyasının diğer coğrafyalarına karışmasını engellemeyi tasarlıyor. israil`in İslam dünyasına müdahalesini, yerleşim faaliyetlerinden kendi açısından daha tehlikeli buluyor. Dolayısıyla daha az israilci bir görüntü çizerken söz konusu yerleşim alanı ve iki devletli yapı olduğunda Clinton-Obama liberallerinden daha katı israilci bir görüntü veriyor.
Obama, seçilmiş başkanın Beyaz Saray`a gelmesini bekleyen “topal ördek” konumundaki başkan olarak BM`de israil`den öte Trump`a “Dur!” dedi, onunla uğraşmaya devam edecekleri mesajını verdi. Trump, buna karşı Netanyahu`ya güvence verdi. Netanyahu ise Trump`tan farklı olarak hem yerleşim faaliyetleri ile mevcut israil`i güçlendirmenin hem de bölgesel güç olmanın yolunu arıyor. Bunun için bölgeyi karıştırmaktan çekinmiyor, Trump`tan farklı düşüyor. Her biri farklı bir hesap içinde. Taraflar, seçmen kitlelerinin taleplerini bugünden sonra önemsemek zorunda. Afrika kökenli ya da İspanya kültüründen gelen bir Amerikalı taraflar için geçmişte olduğundan daha çok anlam taşıyor. Demokratlar, Trump`ı devirmek istiyorlarsa onları sandık başına çekmek, onları sandık başına çekmek için de politikalarına daha belirgin bir vizyon çizmek durumundalar. Obama, BM kararıyla bu vizyonun ilk adımını atmış görünüyor.
Göründüğü gibi tarihî Amerikan ittifakı paramparça duruyor, her bir taraf kendi derdine düşüyor. Bu derdine düşüş hâli “klasik Amerikan” duruşunu bitiriyor.
Post modern bir çağda yaşıyoruz. Her an her şey değişebilir. Ama bu resme bakılırsa, önümüzdeki dönem, Amerika`daki bu çekişme için belki yakın tarihinde ilk kez ancak “Belirsiz” ifadesiyle anlatılabilir. Daima “önünü gören tüccar” görüntüsü vererek ayakta durmuş Amerika için belirsizlik, onun dünya hâkimi olma hayalini epey sarsıyor.
Dünya devletleri bu belirsizliğe karşı kendileri açısından tedbir telaşına düşerken beklenmedik ittifaklar ve ona karşı adımlar, her an karşımıza çıkabiliyor.