Van`daki ikinci depremin ardından yetkililerin İran ve Pakistan Kızılaylarından yardım çağrısında bulunduğu duyuruldu.
Bu çağrı, karşılığı ne olursa olsun, önemlidir bir umudun habercisidir.

Yüz yılı aşkındır İslam yurdu, her ekonomik kalkınma girşiminde her felakete karşı tedbirde Batı`nın yardımını bekler durumda tutuldu. Müslüman halk da “Batı yardım ederse sorun biter” umudu oluşturuldu.

Batı; koruyan, rızık veren, büyüten, güçlendiren “tek güç” diye tanıtıldı. Batı, putlaştırıldı, ilahlaştırıldı. Sorun yaşayan başlar, aç kalan gözler hep Batı`ya baktı.

Gün geldi, Batı, iflaslarından bir iflas daha yaşadı ama o umut bağlanan yardımı gelmedi. Ona yakıştırılan “sıfatlar”, bütün benzerlerine yakıştırılan “sıfatlar” gibi baştan başa sahteydi.

Bugün, ayet-i kerimlerde ifade edildiği gibi (1) Batı, ne kendisine umut bağlayanlara yardım edebiliyor ne de onun kendisine yardımı dokunabiliyor.

Umut, daima Allah`tır; O`nun Resulü`nun yoludur, ümmettir. Bundan yıllar önce Fransız Şarkıyatçı Lois Massignon`un “Onların her şeylerini tahrip ettik, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi veya intihar için olgun hâle geldiler” diye tarif ettiği İslam gençliğinin ayağa kalkması umut için yeter.

Balkan Savaşı yılları, Balkan ülkelerinin Batı destekli orduları İstanbul`a dayanmış.

Bir grup Müslüman Hint öğrenci, Mısırlı Müslüman Arap öğrenci... Duymuşlar ki Müslüman kardeşleri zor durumda ve en büyük sorun yaralıların tedavisidir...

Yaklaşık yüz yıl önce o gençler, Paris`teki, Londra`daki eğitimlerini bırakıyorlar, OXFORD`ları terk ediyorlar; Trakya`daki sahra hastanelerine gelip yeteneklerini, zamanlarını, geleceklerini ümmetin hizmetine veriyorlar.
İşte ümmet ruhu budur...

Ne var ki bir gayret ne kadar yüce olursa olsun bir müteşekkil yapıya dayanmazsa, cemaat havuzunda akmazsa sadece bir esinti olarak kalıyor.

O muhsin gençlerin o güzel etkinliği de tarih sayfalarında öyle kaldı.

Bugün o gençlerin müteşekkil hâline ne de çok ihtiyaç var... Dünyanın en iyi üniversitelerinde okumuş muhsin gençler düşünün... Ümmet nerede darda kalsa oraya koşuyorlar...

“Arab`ın asaleti” adına değil, “Türk`ün gururu” adına değil, “Kürd`ü dünyaya tanıtma” adına değil... Sadece İslam olma adına...

Yardım yaparken bir ülke adına hegemonya kurmayı düşünen, uluslararası güçler nezdinde o hegemonyayı satıp ondan “ulusal çıkarlar” umanlardan uzak... Ümmetin kaynaklarını çalıp o kaynaklardan 50 milyon dolar yardım yaparak cömertliğini kanıtlama derdindeki krallardan, prenslerden daha da uzak...

Şu veya bu devletin kurumlarının ötesinde, yüzde yüz “sivil”...

“Sivil” kavramı, bizde yanlış anlaşılıyor, hep “silahsız” güç olarak biliniyor. Bir anlamı budur ama bir toplum kuruluşu olarak sivil olmak, Batı dillerinde “non-govermental” olmaktır, hükümet dışı, hükümet ötesi olmaktır, çekirdeğini resmi kuruluşların ötesinde inşa etmek ve o çekirdeği o hâliyle korumaktır.

Hükümetler gelip geçici, hatta devletler gelip geçicidir, asıl olan kendisini her hâlûkârda koruyan o hükümetler ötesi, ümmet ruhudur. Ümmetin içinde bulunduğu durumdan ümmeti kurtaracak olan yine ümmettir.

Güzel günde, musibet gününde başka güçlerin “karıştırıcı” eli ümmetten uzak tutulabildikçe ümmet güçlenecek, Müslümanların sorunları kendi iç gerçeğinde çözülecektir.

Bir zamanlar, zayıf da olsa bir Hilâl-ı Ahmer cemiyeti vardı. O cemiyet, yerini ulusal kızılaylara bıraktı. Bugün Türkiye, İran ve Pakistan dışındaki kızılaylardan da bir eser görünmüyor. Resmi anlamda İslam dünyasında ortak bir Hilâl-ı Ahmer`in oluşumu için daha çok beklemek gerek.

Oysa yüzyıl önce Oxford`lar bıraktırıp Trakya`ya getiren o ruh bize çok yakın...

O ruhu edinecek bir İslam gençliği, geleceğimizin toplum mühendisi olacaktır.

Dipnot:1 Onlara: “Allah`ı bırakıp taptıklarınız hani nerededir. Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denir. (Şuara 92-93)