19. yüzyılda beşerin en gelişmiş üretimiydi. Beşer, onlarla vahiysiz, yolunu bulabileceğine inanmış ve ilahi nizama meydan okumuştu. Her birinin insanlığın bütün sorunlarını mutlaka çözeceğine inanılıyor, onlardan herhangi birine inanmayanlar, modern dünyada yaşamıyor sayılıyordu. Bu, öylesine şiddetli bir rüzgârdı ki vahye inananlar bile az kalsın ona kapılıyordu.

Oysa henüz çeyrek asır önce sosyalizm uğurlandı beşerin dünyasından. Dünyanın yarısından fazlasının kapıldığı bir ideoloji… İslam âlemini bile etkilemeye başlamış, farklı sentez biçimleri Müslüman ülkeleri sarmıştı. Beşeri olanın karşısında direnemeyince ilahî olanı beşerî olana uydurma kaygısına müptela olanlar, İslam`ın sosyalizme uygun olduğu ya da sosyalizmin İslam`a uygun olduğu gibi söylemlerle kendilerini sosyalist dünyaya kabul ettirmeye çalışmışlardı. Hatta, kimi iyi niyetli şahsiyetler “İslam sosyalizmi” teorisini bile ortaya atmışlardı.

Sosyalizm, bir anda çöküverdi, henüz devleti ayakta iken ideolojik yanı yıkıldı. Kendisini koruyacak devasa ordular, uzaya çıkan teknolojik güç varken tepe taklak oldu. 

Sosyalizmin çöküşüyle liberalizmin yıldızı parlatıldı. Geçmişte sosyalizme inanan pek çok kişi, Avrupa ve İslam âleminde liberalizmin sözcülüğüne soyundu. Sosyalist hayal kırıklığının enkazı altından çıkan bu neoliberaller, liberalizmin en militan kesimini oluşturdu.

Bu süreçte Amerika, Clinton ailesi üzerinden Obama`yı da vitrine yerleştirerek liberalizmi yeni Amerikan sömürgeciliğinin ideolojisine dönüştürdü. Amerika, bu ideoloji üzerinden İslam âleminde kendisi için paralı veya parasız çalışan nice militan gazeteci ve akademisyen buldu. Liberalizmin rüzgârı öylesine sert estirildi ki liberal olmayanlar modern dünyada yaşamıyor sayıldı.

İlahî olanı beşerî olana uydurma ya da ilahî olanla kendince bağını koparmadan beşerî olanın imkânlarından yararlanma konusunda kendilerini maharetli bulanlar, “liberal İslam”, “İslam liberalizmi” gibi kavramlar ortaya attı. Bu ara yol gibi görünen ama aslında liberalizmin sınırları içinde kalan çevre, kendisi gibi düşünmeyen bütün Müslümanları radikallikle, şiddet yanlısı olmakla itham etti.

Taraftarları için liberalizm, beşerin bulabileceği son harikaydı, dolayısıyla insanın mutluluğunda son aşamaydı, düşünsel gelişmişliğin siyasi, ekonomik ve sosyal yaşama yansıması açısından “tarihin sonu”ydu.

Latin Amerika, Orta ve Güney Afrika`da istihbarat şebekeleri, İslam dünyasında ise hem istihbarat şebekeleri hem ordular tarafından desteklendiği bir süreçte liberalizm Avrupa`da sarsıldı, Amerika`da sorgulandı. Avrupa hissettirmeden liberal politikalarla vedalaşırken son umut Amerika kalmıştı. Trump`un gelişiyle bu umut da bitti. Liberalizm vaat ettiği mutluluğu yaşatmadan, emperyalizmin aldatıcı yumuşak gücü olduğuna dair kanaatin söylettirdiği hakaretler ve beddualar altında çöktü. Üstelik askeri orduların yanında, büyük medya ordularına sahipken, üniversitelerde yüz binlerce akademisyen başarısı için milyar dolar bütçelerle çalışırken…

İdeolojilerin din karşısındaki dayanıksızlığı bir kez daha delillendi. İslam, ordusuz kaldığı hâlde ve devasa orduların bombardımanı altında bütün siyasi gücünü yitirmişken dimdik ayakta…

Yüzyılımızın öyküsü, Hz. İbrahim (as)`in kıssasındaki hâle benziyor aslında. Çağımızın insanı parlak gördüğüne “Bu Rabbimdir” diyor, bir süre sonra o parlak gördüğünün battığına gözleriyle tanıklık ediyor…

Her şeyin sahibi Allah`tır kuşkusuz.

“Yeryüzünde herkes fanidir. Baki kalacak olan, celâl ve ikram sahibi Allah`tır.” (Rahman Sûresi, 26 ve 27. Ayeti Kerimelerin meali)