Sol görüşlü oldukları ve yıllarca karşısında durup yenemedikleri dine, nihayetinde, “Katlanılması gereken kültürel bir unsur” olarak bakmak zorunda bırakıldıkları kesin olan bir kesim hakkında, olur olmaz, “Sen Zerdüştsün!” beyanı vermek bir alışkanlık oldu, onlarla ilgili “Politik” beyanların tuzuna biberine döndü.
 
Bir huzursuzluğun romanı olarak bilinen “Huzur” romanının yazarı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kahramanını Beyazıt`taki sahaflar arasında dolaştırırken onun gözünün takıldığı seccade ve rahle için “Seccadeli dükkânlarda rahle sanki gömülmeye hazırlanıyormuş yahut gömüldükleri yerden seyrediliyormuş gibi bekliyordu” diyor.
Gerçek, bu değildi. Bu, sadece o hovarda edebiyat profesörü ve benzerlerinin gördüğüydü, gelecek için hayal ettiğiydi.
Onun bu hayali kurduğu 1940`ların sonlarında Beyazıt Camii`nin minarelerinde “Tanrı uludur” sesi yükseliyordu. “Allah-u Ekber” haykırışına hasret kalan halk, camiden uzaktı.
 
Bir ara CHP`den milletvekili de ediliveren bu huzursuz hovarda ve arkadaşları için cami ancak bir mimari eser, bir kültürel kalıntı olarak değerliydi, onun ötesinde buğday ambarı bile olurdu.
Mustafa Kemal, insan olmanın ölçüsü olarak “Batılı” olmayı belirlemişti. Seccade ve rahle, dükkânlarındaki yerini terk edecek; onların yerini boy boy resimli, Avrupaî romanlar ve Fransızca eserler alacaktı.
 
O günün sözde münevverlerinden (aydınlarından) bir grup, halis muhlis Fransız Yahudisi Leon Cahun`un “Asya Tarihine Giriş” kitabındaki romantik anlatımla kendinden geçmiş; Nazım Hikmet`in dedelerinden eski Polonya Yahudisi, yeni muhtedi komutan Mustafa Celalettin Paşa`nın Cahun`dan aşırdıklarıyla itminana ermiş, Şamanizme bile merak salmıştı.
Ama bugün Türk halkı, ne ezandan ne camiden uzaktır. Beyazıt Camisi`nde ezanlar, aslı üzerine en gür sesle okunmakta, İslam`ın kıyamete kadar var olacağını haber vermekte, sadece nur yüzlü ihtiyarlar değil, gözleri ışıl ışıl gençler de sanat harikası seccadeler üzerine koydukları rahlelere yerleştirilmiş Kur`an`lardan “Fetih Suresi” okumaktadır.
 
İstanbul fabrikalarında üretilen rahleler, seccadeler ta Mekke Medine`ye kadar yol almaktadır. Saçları sakalları Marks özentisiyle birbirine emekle karıştırılmış, bıyıkları son üretim jolelerle stalinveri ağız üzerine yığılmış bir avuç Kürt gencinin Belediyelerin tapınak kopyası Halk evlerinde önlerine konan Marks, Engels kitaplarından diyalektik falına bakıp “Kürt halkının dinden uzaklaşma çağı geldi” diye avunduklarından kuşku yok. “Hem Rus Şarkıyatçılar da böyle söylüyordu.” 
Daha geçenlerde sol bir televizyon kanalında gördüm. Onlardan biri “Livanelivari” bir sesle “Dağlarda ateş tanrısına yalvardım” diyordu. Aralarından bir grubun böyle şeylere merak saldığı saçmalıklar gündeme geliyormuş.
 
Ne Şamanist ritüel (ibadetler) Türkler arasında dirildi, ne mecusilik İran`da, ne eski Putperestlik Arap yarımadasında.
Kürt halkı hep Müslüman kalacak; Diyarbakır Ulu Camii`nin yanı başındaki kadim çayhanelerde fecir çayları hep kaynayacak, mukaddes bir ağızdan çıkarcasına yayılan ılık çay buharının vurduğu nur yüzler, semalarımızda yükselen ezanla camiyi dolduracak, kıbleye dönecek. Belki o gençler bile birkaç yıl sonra bir Cuma namazı için şadırvan sırasını beklerken eski günlerini hatırlayıp da o falın batıllığına gülecektir.
 
Kur`an için genelde rahleyi değil, dizimizi tercih ederiz; ama Hasankeyf tezgâhları, Siirt tezgâhları dağ keçilerimizin kılından seccade dokumaya devam edecek. Belki şimdiden talep artışından dolayı Batman`da, Diyarbakır`da seccade fabrikaları bile kurulmuştur.
Din karşıtlarını teşhir için “dinsiz” denebilir; hatta dini terk edişin dini terimi “mürted” de kullanılabilir. Ama bir topluluğu eski veya yeni bir dine bağlılıkla itham yerinde değildir. Kürt halkı gibi tepkici bir toplumda bunun yansımaları iyi olmayacak. Herkes, sözünü tartarak söylemek durumundadır.
 
Kürt halkının Zerdüştleşme sorunu yoktur. Ne sosyalist örgütlenme ne hayal edilen “demokratik” kamuflajlı ulusal sol iktidar bizi Zerdüştlük cahiliyesine mahkum edebilir. Ancak köksüz modernizme bulaştırılma, ahlâki değerlerinden uzaklaşma tehdidi yaşama ihtimali vardır. Ve herkes, kimin bu köksüzleştirme çabası sürecine ne ölçüde etkide bulunduğunu hesaplamak durumundadır.