Bangladeş rejimi, Rahman Nizamî`yi 10 Mayıs Salı günü idam etti. Ondan önce Abdulkadir Molla idam edilmiş, Gulam Azad da cezaevinde Hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Rahman Nizamî, sıradan bir kişi değil; ülkenin en büyük İslamî partisi Cemaat-i İslamî`nin lideri; 1991-1996 ve 2001-2006 yılları arasında Bangladeş parlamentosunda bulunmuş, aynı zamanda tarım ve sanayi bakanı olarak da görev yapmıştır.
Partisi Cemaat-i İslamî, hiçbir şiddet eylemine karışmamış; iktidara talip bütün siyasi partiler gibi seçimlere girmiş, girdiği seçimlerde önemli başarılar da elde etmiştir.
Rahman Nizamî`nin kimliği açık, bu kimlikten idam gerekçesi çıkmaz. Bu durumda idam edenlerin kimliğine bakmak gerekir herhalde. İdam kararının arkasında, muhalefetin gayr-i meşru ilan ederek boykot ettiği bir seçimle başbakanlık koltuğunda kalan Avami Partisi genel başkanı Şeyh Hasina adlı bir diktatöriçe var.
Avami Partisi, klasik bir ulusalcı sosyalist parti, politikalarını milliyetçilik, laiklik ve sosyalizm üzerinden açıklıyor. Bangladeş`teki idamlar da bu ideolojik yapı üzerinden açıklanıyor.
İslam ümmeti olarak bu ideolojik yapıyı çok konuşmasak da onunla fazlasıyla tanışığız. Bu, Arnavutluk`ta Enver Hoca`nın, Mısır`da Cemal Abdunanasır`ın, Tunus`ta Habib Burgiba`nın, Libya`da Muammer Kaddafi`nin, Pakistan`da Ali Butto`nun, Türkiye`de 1950 öncesi CHP`nin, Bülent Ecevit`in, Irak`ta Saddam Hüseyin`in, Suriye`de Esed`in, Kürtler arasında PKK`nin ideolojisidir. Dış güçler nezdinde meşruiyetini İslam düşmanlığından alan, dış güçlerin emriyle hareket eden, hesabını da onlara veren, İslam`a karşı düşmanlığından dolayı onlardan ödül bekleyen, İslam`a yakın durursa onların gazabına uğrayacağını düşünen, dar zihniyetli, Batıcı solcu grupların ideolojisi…
Rahman Nizamî`nin şehadetinin Mısır`da Abdulkadir Udeh ve Seyyid Kutup`un, , Suriye`de Hama, Halep şehidlerinin, Irak`ta Halepçe şehitlerinin, Türkiye`de İskilipli Atıf Hoca`nın, Şehid Yasin ve arkadaşlarının, Şehid Aytaç`ın şehadetinden hiçbir farkı yok… Onlar ve isimleri bu sayfaya sığmayan niceleri hep aynı ideoloji ve hep aynı gerekçeyle şehid edildi.
Amerikan gazetesi New York Times, Nizamî`nin şehadetiyle ilgili haberinde, Nizamî`nin yargılandığı mahkemenin aslında Bangladeş`teki İslamî kesimlerle laik kesimler arasına bir hesaplaşma meydanı olduğunu açık bir dille yazıyor. Meselenin ideolojik yönünü okuyucularına olduğu gibi duyuruyor. Bununla birlikte son dönemde kimi ahlâksızların, Hıristiyan misyonerlerin, Şii din adamlarının, ateistlerin saldırıya uğradıklarını da belirtiyor. Nizamî`nin şehadetiyle bu vakalar arasında bir ilgi varmış gibi algı oluşturma yoluna gidiyor. Washington Post; Reuters; BBC ve The Guardian da aynı yolu izliyor.
Uluslararası basın, Şeyh Hasina yanlısı bir avuç şarlatanın gösterisi için de “Bangladeş halkı idamdan memnun” diye yazdı. Karşı gösterileri ise Cemaat-i İslamî mensuplarının tepkisi olarak duyurdu. Kolayca anlaşıldığı üzere uluslararası basın, sadece Batı yanlılarını halk olarak görüyor; İslami kesimleri ise “halk” kabul etmiyor, “ulus” içinde görmüyor.
İdamların Bangladeş`te zaman zaman yaşanan şiddet olayları ile hiçbir ilgisi yok.
Nizamî`nin partisi Cemaat-i İslamî, liderleri dahi idam edildiğinde sadece barışçıl gösterilere çağıracak kadar şiddetten uzak, İttihad-ı İslam`dan yana, uç gruplara karşı daima mesafeli ve onlar tarafından tekfir edilen bir İslamî cemaat…
Diktatöriçe Hasina bile, Cemaat-i İslamî`yi Bangladeş`te zaman zaman yaşanan şiddet eylemleri ile ilişkilendiremiyor.
Müslüman önderlere yönelik idam cinayetleri, vakanın hakikatinde uluslararası güçlerin emri, önerisi ya da en azından memnuniyeti için yapılıyor. Burada en önemli karar, cinayetin işleneceğidir. Gerekçe, daha doğru bir ifadeyle “meşruiyet” zemini ise “mekân”a uygun duyuruluyor.
Diktatöriçe Hasina yönetimi, idam cinayetlerini gerçekleştirirken Bangladeş zemininde laiklikten hiç söz etmiyor ya da kimi ahlâksızlara ve misyonerlere yönelik vakalara hiç değinmiyor.
Ama Batı basını, uluslararası sistemin ideolojisine uygun olarak cinayeti laiklik üzerinden meşrulaştırıyor. Batı`daki hem Hıristiyan hem de ahlâksız kesimler nezdinde meşruiyet algısı oluşturmak için de araya ateist, misyoner ve ahlâksızlara yönelik eylemleri sıkıştırıyor. Bununla aynı zamanda uluslararası sistemin son dönemde İslam dünyasında yürüttüğü yeni “azınlık politikası”na da katkıda bulunuyor. Uluslararası sistemin bu gruplar üzerindeki himayesini hatırlatıyor.
Dışarının içerideki uzantısı Diktatöriçe Hasina yönetimi ise cinayetlere halk nezdinde meşruiyet algısı oluşturmak için milliyetçi söylemleri öne sürüyor. Nizamî ve arkadaşları, ta 1971`de Pakistan ordusu tarafından işlenen suçlar üzerinden ve milliyetçi bir söylemle idam ediliyor.
Öyle ki İslam âleminde Miladi 20. Yüzyılın başından bu yana Müslümanlara yönelik cinayetlerin hemen hemen tamamı içeride milliyetçi söylemlere dayandırıldı. Milliyetçilik, bu cinayetler hususunda sıradan halkı aldatmak için şeytani bir araç olarak kullanıldı. Bu cinayetlerin tamamına yakını ise sosyalist bir kindarlıkla işlendi. Farklı bir ifadeyle cinayetler, dış güçlerin emri veya memnuniyeti için, sosyalizmle İslam`a düşman olmuş kişilerin eliyle ama halka milliyetçi bir söylemle izah edilerek işlendi.
Ama meselenin bu yüzyılı geçen yönünün son çeyrek yüzyılla ilgili farklı bir yönü de vardır. 1990`dan bu yana İslam âleminde Amerikan merkezli uluslararası sistem tarafından İslamî hareketlere yönelik yürütülen bir tür “Haçlı Seferi” söz konusudur. Bu son Haçlı Seferi, İslamî hareketleri halkları nezdinde yıpratma, içyapı açısından ise öndersiz bırakma stratejisi üzerinden yürütülüyor.
Dezenformasyon denen alçakça bir propaganda biçimiyle İslamî hareketlerin mensupları, halkın dindar bir insanın yapmayacağı kanaatinde olduğu suçlarla ilişkilendiriliyor, itibarsızlaştırılma yoluna gidiliyor, halk nezdinde onlara duyulan güven ve sevgi azaltılıyor. Böylece hareket, halktan yalıtılıyor (marjinalleştiriliyor). Aynı anda veya hemen sonra ise hareketin önderleri infaz yoluna gidiliyor.
Son çeyrek yüzyılda İslam dünyasında infaz edilen Müslüman önderlerin tamamının esas katl gerekçesi İslamî hareketleri öndersiz bırakmak, İslam dünyasında bir tür kaht-ı rical (önder kıtlığı) oluşturmaktır. Bangladeş`te Abdulkadir Molla ve Rahman Nizamî gibi önderlerin idamının bir yönü de buraya bakıyor.
Konu bu şekilde gözler önüne serildikten sonra sormadan olmuyor? Acaba, bir gün nasip olur da Cemaat-i İslamî, Şeyh Hasina denen diktatöriçeyi idam ederse Batılı kuruluşlar, bu kadar sessiz kalacaklar mı? Olayı bu kadar uzaktan seyredecekler mi? Sevinç gösterileri yapacak olan Müslümanlar için “Bangladeş halkı, idam kararına sevindi” diyecekler mi?
Elbette hayır!..
Doğruyu açıkça ifade etmek gerekir:
Bangladeş`te Cemaat-i İslamî`nin önderleri, uluslararası güçler tarafından, bir mantık doğrultusunda, ümmete yönelik planlı bir sürecin devamı olarak ulusal sol kimlikli, yerel güçler kullanılarak katlediliyor.
Bu cinayetleri, kimler destekliyor ve kimler sessizce geçiştiriyorsa onlar, uluslararası sistemin bir parçasıdırlar, onun işbirlikçileridirler. Bundan kuşku duymak için hiçbir sebep kalmış değildir.