İslam âlemi mutsuz ve bu mutsuzluğun nedeni olarak Batı`yı görüyor. Batı, bunun farkında ama “İslam âlemini mutsuz eden ben değilim” demediği gibi adeta bu kanaatin daha çok yerleşmesi için çaba gösteriyor.
Batı`nın İslam âlemiyle ilgili, kök itibarıyla, iki aşamalı bir projesi vardı. Birinci aşama elit sınıfın kalben ve zihnen işgal edilerek ya da çıkar karşısında elde edilerek Batı`nın çıkarları için kullanılması...
Batı, o aşamada İslam âleminin başına krallar ve diktatörler dikti. O kral ve diktatörlerin her zulmünü destekledi. Onlara, İslam karşıtlığını; İslam`ın toplumun tavrı üzerindeki etkisinin azaltılması için topluma eziyet edilmesini “ödev” olarak verdi. Müslüman, kendisini evinde, bahçesinde, sokağında, okulunda, devlet dairesinde bu ödevin yansımaları ile yüz yüze buldu, işkence gördü, hapis yattı. Bu zalimlerin İslam âleminin zenginliklerini Batı`ya sunmalarını, Batı karşısında İslam`ın orununu ayaklar altına almalarını çaresizce seyretmek durumunda kaldı. Onlara karşı çıktığında Batı`nın onların yanında yer aldığını duydu, hatta bizzat gördü. Müslüman, bu destekli zulüm karşısında susmadı, direndi ve o despotların bir bölümünü devirdi.
Batı, despotları destekleme tutumunu gözden geçireceğine açık açık yeni despot arayışları içinde yer alıyor. Müslüman halkın seçtiği temsilcileri devirmek için projeler üretiyor, onların yerine sadece kendi çıkar ve değerlerine hizmet edecek zalimler bulup onları darbelerle Müslümanların başına getiriyor.
Dolayısıyla bu birinci aşama bir türlü devam ederken Batı, ikinci aşamaya geçti; İslam toplumlarına bizzat el atma, İslam toplumlarını artan iletişim araçlarından da yararlanarak bizzat kontrol altına alma yoluna gidiyor.
Dünün Batı dünyası, sadece diktatörlerin müttefiki olarak görünürken bugünün Batı`sı Müslümanın kapısının önündeki meyhanenin, fuhuş peşindeki kimsenin müttefiki olarak görünüyor. Batı, bas bas bağırarak “İçinizdeki her kötülüğün koruyucusu benim” diye ilan veriyor.
İslam dünyası, iki yüzyıl öncesinin İslam dünyası değil. Geçmişin dünyayla iletişimi kesik, kendi dar çevresinin Müslümanının yerini, dünyadaki her gelişmeyi anında duyan bir Müslüman aldı. Müslüman, olaylar arasındaki bağı görüyor, karşı karşıya olduğu olguyu nedenleri ile birlikte çözüyor. Kim yapıyor, neden yapıyor? Kim şah, kim piyon? Bununla ilgili bir kanaat ortaya koyabiliyor.
Ama buna karşı koyma konusunda kendisini imkânları kısıtlı ve hatta çaresiz görüyor. Bu vaziyet, öfke hâlinin ölçü tanımayan tepkilerini düşünsel bir kılıfa bürüyen ve çoğu zaman kaynağı belirsiz yapılara dört dörtlük bir ortam hazırlıyor.
Batı, bu ortamdan şikayetçisiyse kendisini düzeltmek ve İslam alemindeki mutsuzluk tablosunun büyümesi yönünde projeler içinde olmayacağını göstermek durumunda. İslam alemindeki kimi yapılanmaların tutumlarını öne sürerek Müslümanların içinde üretilen kanlı sosyalizmi, ahlaksız liberalizmi, yıkıcı feminizmi müttefik edinmek... Sovyet Rusya`nın bir dönem Kafkasya ve diğer İslam yurtlarında yaptığı gibi meyhane badigartlığı yapmak, özgürlük diye fuhuş korumacılığına bürünmek... İslam âleminin kendisini günahlardan korumaya dönük her tür girişimini özgürlük düşmanlığıyla niteleyip engellemeye çalışmak... Hiçbir güç için yol değil.
Sovyet Rusya, geçmişte bunu sadece işgal ettiği İslam topraklarında yaptığı için korkunç bir öfkeye konu olmuştu. Batı, bunu etki sınırı ne olursa olsun İslam âleminin her yerinde yapmaya çalışıyor. Müslüman, bunu fark ediyor.
Geçmişte kendisini diktatörlerin şerrinden koruyan Müslüman, Batı`nın tutumunu kendi hanesine, namusuna el uzatma, kendi bedeni üzerinde iradesi dışında bir cerrahi işlem gerçekleştirme olarak görüyor.
Batı, geçmişte Müslümanlarla ilişkisinde iki farklı tutum içindeydi: Sovyet Rusya`nın açık; Fransa ve İngiltere`nin bir bölümü hep saklı düşmanca tutumuyla Almanya ve mücavir alanın daha ılımlı tutumu... Fransa ve İngiltere`nin tutumunu Amerika devraldı; Sovyet Rusya yıkılınca o rol açıkta kaldı. Yeni Rusya da eski Fransız ve İngiliz tipi düşmanlığa büründü. Almanya ve mücavir alanın tutumu ise ara hâlini koruyor.
Son dönemde bu tabloyu değiştirme yönünde, kahrolası düşünceler ve girişimler var. Amerika`nın devraldığı eski Fransız, İngiliz tutumunun bizzat eski Sovyet tutumuna büründürülmesi, İslam`ın her rengiyle açık bir savaşa dönüştürülmesi yönünde Yahudilerin başını çektiği adımlar...
İngiltere ve Fransa`nın içindeki itirazlar bertaraf edilmeye çalışılırken Almanya ve mücavir alanı da Rusya`nın dünden kabul ettiği bu tutumun içine çekilmeye çalışılıyor.
Bununla İslam`a karşı başını Yahudilerin çektiği tek tip, tek renkli bir mücadele zemini tasarlanıyor. Buna karşı İslam dünyasında oluşan itirazlar ciddiye almak yerine o itirazları etkisizleştirmenin yolu aranıyor. Bütün Müslümanlar, onurlarını yitirirlerse bize ses çıkaran Müslüman kalmaz aklıyla Müslümanları onursuzlaştırma, numus hissinden yoksun bırakma çabası veriliyor. İslam dünyasında bu yönde “ değer transformasyonu (değer dönüştürme) projeleri” fütursuzca yürütülüyor.
Bu, her Müslümana dehşet verecek, korkunç bir tablodur; aynı zamanda çıkmaz sokaktır. Bu, dünyayı imha etmeye dönük bir girişimdir.
Ankara`daki eylem karşısında suskun kalınırken Fransa`daki eylem için bütün devlet başkanlarını caddelerde yürütmek... Ankara`daki katliam için suskun kalınırken bütün Avrupa`yı Belçika bayrağının rengine büründürmek... Bu çift standart söz konusu kirli projenin uyandırdığı dehşet karşısında çok basit ve çok alışıldık kalıyor.
Bu mantıkla dünyaya sulh ve selamet gelmez.
Bugünün dünyasında kimse güçsüz değildir, kimse kendi şatosunda güven içinde değildir. Kargaşa içindeki bir yerin dehşetini bütün isteyerek veya istemeyerek görüyor, hissediyor.
Batı`nın itiraz edeni susturma, yerinden etme, imha etme klasik Sovyet anlayışı yerine; itiraz üzerine düşünme zamanı geldi geçiyor. Batı`nın İslam`la probleminde çözüm, Sovyetlerin “işkenceyi artırma” yöntemi değildir. Almanya ve mücavir alanı, bunu ikna etmeye dönük açık ve gizli planlar, Batı`yı rahatlatmaz.
Bu süreçte Amerikan başkan aday adayı Trump`un sözcülüğünü ettiği Sovyet tarzı, yol değil. İslam`a Sovyetçe bakış, doğru olsaydı bugün Batı`nın şikâyet ettiği hususların içinde en çok yer alan Müslümanlar, eski Sovyet coğrafyasından gelir miydi? Sorunlara Sovyetçe yaklaşım doğru olsaydı Sovyetler yüz yaşını doldurmadan yıkılır mıydı?
Müslümanları “kaybedecek bir şeyi olmayan” duruma düşürmek asla sonuç vermeyecek ve buna girişeni yıkacak bir projedir.
Bunu sokaktaki Müslüman dahi görüyor ve Amerika`nın başına Trump gelse de Amerika darmadağın olsa diye neredeyse dua ediyor da Batı, bütün “akıl” iddiasına rağmen bunu göremiyor.