Tarihe meraklı olanlar için, dün İslam dünyasının nice noktasında yaşanan bir olayın minyatürü yaşanıyor biz de.
Tiyatroyu bilen ve oyun seyretmekten zevk alanlar için, klasik bir oyun sahneleniyor.
Milli kimliğimize ait ne değer varsa ona karşı savaşırken “ulusal kurtuluşçumuz” düzeyine çıkarılmış bir grup, karmaşık bir dönemin güvenlik koridorunda politika oyunu oynuyor. Daha Meclis merdivenlerinde birbirlerini karşılarken kadın-erkek ilişkileriyle, Meclis lokantasında tercih ettikleri içeceklerle, Meclis kürsüsünde pahalılığından yakındıklarıyla bize bir fotoğraf karesi bile benzemeyenler, bizim temsilcimiz oluyor.
Hz. İyaz (ra)`ın Hz. Halid b. Velid (ra)`le birlikte Diyarbakır`ı fethiyle kaynağından fışkırıp gür bir ırmağa dönüşen tarihimizin bir saatiyle bile barışık olmayanlar bizim vekilimiz diye tanıtılıyor.
İnsan, vekilinde kendisini bulur; bunların nesinde bize ait bir iz var?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis`in açılış töreninde “herkesin kendisini kendisi olarak ifade edebileceği” bir süreçten söz ediyor; “biz” olmayanlar bizi nasıl ifade edecekler?
Bunlar, “bastıkları yerde ot bitmez” denen türün, düşünce kesiminin en geri noktalarını temsil ediyor. Hâlâ pek çoğunun aklı, solun çoğu uyduruk hikâyeleriyle uyuşuk… Liberalizmin zengin restorant masalarından da çok şey alan bu kafa, bizim adımıza ne diyecek?
Kökleri nereye dayanırsa dayansın, bu grup 1999 Belediye Seçimlerinde, bugüne uzanan yolculuğuna başladı. Sol örgütün başı, İmralı`daki mahkemede “Ben, irticaya karşı devletin yanındayım” dedi, mesajı karşılık buldu ve “belediye seçimlerinde toplumun birçok kesiminde baskı yapma ruhsatıyla birlikte katılma hakkı” elde edildi.
Hedef,
1-Bölgede varlığını sosyal hayat üzerinde hissettiren dindarlaşmayı boğmak,
2- Fazilet Partisi`ni seçimlerde zayıf düşürerek 28 Şubat`a halkın destek verdiği iddiasına güç katmaktı.
O günden bu yana başta İnsan Hakları Mahkemesi olmak üzere Avrupa`nın farklı kuruluşlarının “güvenlik şemsiyesi altında” ve Türkiye içinde yukarıdaki iki misyonu yüklenmiş merkezi güçlerin, sahte savaş naralarının gürültüsü içinde yol aldılar.
Dünyanın hiçbir yerinde kendisine karşı savaşılan gücün siyasi kanadı bu kadar “pozitif bir ayrımcılık” görmedi. Bolşevik bir mantık içinde “tek parti” olmayı hayal ediyorlardı; “Kürt Siyasi Hareketi” diye adlandırılarak o hayalleri gerçeğe yaklaştırıldı.
Belediyeleri yolsuzluğa boğulduğu halde, bütün “tek parti” serüvenlerinde olduğu gibi, onların bir tek yolsuzluğu medya üzerinden bile konuşturulmadı, Türkiye`de iktidar partilerinin belediye başkanları bile yolsuzluktan hapse girdi; onlarla ilgili bir tek soruşturma açılmadı.
Onların sadece siyasi yönü hedef alındı ve onlara muazzam bir cevap verme hakkı tanınarak onların kendilerini ifade etmeleri için başka partilerin parayla bulamadığı televizyon ekranları, gazete sayfaları onlara ayrıldı. Başkalarının acıları küçümsendi, tepkileri aşağılandı; onların acıları kutsandı, tepkileri tekrar tekrar halka duyuruldu. Halka “işte sizin için acı çekenler ve dolayısıyla sizi temsil etme hakkına sahip olanlar!” mesajı verildi.
Bu oyunda o kadar çok farklı kesim görev aldı ki arkada bir güç olmadan onların rol ortaklığını kabul etmesi mümkün değil.
Onlar, kendilerine sağlanan bu imkânlar için o büyük güce ne vaat ediyorlar, bilmiyoruz.
Ancak bizden çok şey aldıkları kesin.
En muhafazakâr kasabalarımızın “eşraf” denen kesimi, önce sol ağza alıştırıldı, ardından Aksaray meyhanelerine talim edildi.
Sadece yöremizin değil, çevre coğrafyaların da büyük maneviyat çeşmelerinden olan Hakkari`de “modern bir manzara” oluşturma adına 4-5 çocuk annesi kadınların başları zorla açtırıldı.
Namusuyla varlığını özdeşleştiren kadınlarımız, bu yöndeki zaafiyetinden dolayı ailevi problemler ,yaşadığı belirtilen kişilerin cenaze alayı yapıldı.
Bizim “modernizm ihalemiz” onlarda ve dolayısıyla “siyasetle müzakere” sürecinde bizim adımıza müzakere yapma hakkı onlara tanınmış.
Kanmayın bu gürültüye, bu zoraki havaya! Süreç işliyor. Şurada burada dişleri dökülmüş, üstü başı parelenmiş ulusal sol, bütün eş konuma ve eş hâlleriyle bizim oralara gelin gönderiliyor.
Aksaray meyhanelerine badigart yapılmış gençlerimiz için bir kez olsun ağlamayanlar çağdaşlaşma niyetine delil yapılmak için zorla başı açtırılarak özünden koparılan kadınlarımız “acep ne gün döner özüne” diye dertlenmeyenler bizim acımızı hissetmez, bizi anlamaz.