Beş yıl önce ilköğretim 3. sınıfı bitiren oğlumu yaz döneminde Kur`an-ı Kerim dersi almak üzere evimizin yanı başındaki camiye göndermiştim.

Cami imamı ilahiyat mezunuydu, aynı zamanda Ankara Üniversitesi`nde sosyoloji alanında mastır yapmıştı.

Haberlere göre Batıkent, bir süre önce MGK (Milli Güvenlik Kurulu) tarafından, misyonerlik faaliyetlerinin yoğun olduğu semtler arasında sayılmış; Diyanet tarafından özel ilgi alanına alınmıştı.

Hocanın cemaatine ilgisi dört dörtlüktü; dizüstü bilgisayarından verdiği vaazlar, önemli bir bölümü  üç kuşak memur ve üniversite mezunu semt sakinlerinin düzeyine oldukça uygundu. Hocanın bilgisine de ilgisine de güven duyulurdu.

Çocuk ilk dersten döndüğünde “Hoca, size ne anlattı?” diye sordum. “Bizden küçükler grubuna 5. sınıfı bitirmediğiniz için sizi kaydedemiyorum. Derse gelin. Ama Milli Eğitimden gelen olursa 5. sınıfı bitirdik, diyeceksiniz, dedi; biz de tamam” dedik.”

Bir anda sarsıldım. O yaşa kadar “çocuğumuza “Müslüman yalan söylemez” demiştik; onu dosdoğru dinin muttakiler için hidayet kaynağı kitabını öğrensin diye camiye göndermiştik, camide aldığı ilk ders yalan söylemeyi öğrenmek olmuştu.

Düşündüm, Hoca haklıydı aslında!

Sözkonusu dini hayat olunca çocuklar hep yasaklarla karşılaşmayacak mıydı? “Yalan” o yasakları koyanlar için de onları atlatanlar için de en sık rastlanan köprü değil miydi? “Ben, dinimi her şeye rağmen yaşarım” diyen bir avuç cesur dindarla “Ben dinin her türüne karşıyım” diyebilen bir avuç açık sözlü din düşmanı dışında herkes bu alanda yalana alışmamış mıydı?

Mescid açmanın halâ rovelo planına aykırı olduğu okullarda, vakit namazını bodrum katta bir merdiven altında kılan öğrenci, sınıfa telaşla girdiğinde “lavabodan geliyorum, öğretmenim” diyerek hilaf-ı hakikat konuşmuyor muydu?

Cuma namazına gittiği için beş-on dakika geciken öğretmen, belki vaktini namazına ayırdığı için içi açlıktan geçerken, “Çocuklar, bugün yemek biraz uzun sürdü” demiyor muydu?

Dinin köküne kibrit suyu dökmek için gecesini musevi balolarında plan yapmakla geçiren gazeteci, ekran karşısına geçtiğinde “Biz, ailecek dine saygılıyız, hakiki dindarı severiz” diye yalan söylemiyor muydu?

Dine yönelik her santim yasağın mühendisliğini de teknisyenliğini de yapan politikacılar meydanlarda “İslam olmakla da İslamköy`lü olmakla da gurur duyuyorum” diye nutuk atmıyor muydu?

Bunlara nice madde de siz ekleyebilirsiniz. Ama hepsinden ilginci bizzat Batıkent Camisi`nin çevre düzenlemesini Ankara Büyükşehir Belediyesi yapmıştı, hafif yamaca düşen caminin kapılarına kadar, Batı tipi şahane merdivenler döşemişti. Semtin din karşıtı bir kesim sakini, Belediyeyi “Devletin parasını cami çevresine harcıyor” iddiasıyla mahkemeye vermişti de Başkan Melih Gökçek mahkemeye “Tövbe billah, cami çevresine zırnık harcamadık, biz orada yeşil alan düzenlemesi yaptık” özetinde bir savunma vermişti.

“Yalan anormal bir durumdur, anormal zamanların silahıdır. İnsanları doğrulara sahip çıkmak için yalan söylemek durumunda bırakmak “çelişkilerin doğuracağı bunalım” dan medet uman bir zorbalık türüdür.

Kur`an kursları ile ilgili son düzenlemeyle şükür bir yalandan kurtulduk. Biraz geç oldu, ama hükümetin kendisini doğrudan hedefe koyan 27 Nisan bildirisini bile dört yılda kaldırabildiği düşünülürse bu geç kalış pek garip değil.

Dinle ilgili her yasağın ardında iç ve dış güçler var: Prof. Sadi Irmak “Eğitimin Birleştirilmesi” kitabının ilk bölümünü neredeyse tamamen, çocuklar için Kur`an eğitiminin sakıncasına ayırmış. O, bir Kemalistti.

Sol görüşlü romancı Mehmet Uzun da Kürtçe romanlarından birini neredeyse tamamen Kur`an eğitimi ve Arapça öğrenimi düşmanlığına ayırmış.

Sadi Irmak, o tavrıyla içerde yükselmeyi, yakın bir dönemde ölen Mehmet Uzun da İsveç vakıflarında daha çok kabul görmeyi ummuştu.

Dini hayatın yasak ve yalanlardan kurtulması, iç ve dış takipleri göze almayı gerektiriyor. Hele dış ayarlandıkça bu alana el atılabiliyor.

Gerçek bir normalleşme bu kumpastan çıkmakla mümkündür. 28 Şubat o kadar çok yasak getirdi ki ondan öncesine neredeyse Asr-ı Saadet diye bakacağız. Halbuki “yalan” ondan önce de vardı. Sadece onun yasaklarını hedefleyen bir normalleşme gerçek bir normalleşme değildir. Bize “yalan”dan tamamen kurtulma umudunu veremez.