“Bana Atatürk`ü anlatabilir misin?” diye sorar.

Yedi yaşına henüz girmiş ilkokul öğrencisi, şaşkınlık içinde,

“Ama öğretmenim, evdeki Atatürk`ü mü; buradaki Atatürk`ü mü?” diyerek açıklama bekler.

Çocuğun yaşadığı çelişkiyi fark eden müfettiş: “Sen okuldakini anlat, evdekini eve anlatırsın” der, durumu kurtarır.

Çocuk, bir MSP milletvekilinin oğludur.  Vaka, bizzat müfettiş tarafından veliye aktarılır. Müfettiş, “Maşaallah güzel yetiştirmişsiniz ama efendim, uyarı konusunda dikkatli olunuz, malum sıkı takip altındasınız” diye uyarıda da bulunur.

Aradan otuz yıldan fazla süre geçti, nice değişim vaadi verildi ama eğitimdeki bu ağır ikiliğin, bu yıkıcı çelişkinin harfine dokunulmadı.

Yürürlükteki anayasa açık “Eğitim ve öğretim, Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda yapılacak.”

Dikkat edin, bu emir sadece öğretimi, yani bilgiyi değil, eğitimi de kapsıyor, okula verilen çocuğun “terbiyesi” için bir ölçü ortaya koyuyor. Böylece devlet, çocuğun hem zihnine hem de davranışına, oturuşuna, kalkışına çerçeve koyuyor, şekil veriyor.

Emir kesin, sınıflardaki karma düzenden tutun da milli bayramlarda ve diğer özel günlerde yapılacak etkinliklere kadar eğitim sistemindeki her ayrıntı buna göre düzenleniyor.

Milli Eğitim Temel Kanunu da Yükseköğretim Kanunu da anayasaya göre şekil kazanmış. Amaç: “Türk milletinin bütün fertlerini Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar yetiştirmek.” , “Öğrencilere Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda, Atatürk milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincini kazandırmak.”

Bugün laikliğin uygulama biçimi tartışılıyor, ulusalcı milliyetçiliğin ardında bıraktıkları konuşuluyor, ekonomik devletçiliğin zamanı geçti, deniyor.

Ama çocuklarımızın eğitimi, özü ve şekli dâhil bütün kapsamıyla hâlâ 1920`lerin katı taklitçi çağdaşçılığını tahakkümü altında tutuluyor.

Bütün kapsamıyla diyoruz; çünkü çocuğunuzu ister özel okula, ister devlet okuluna, ister Fen Lisesine veya İmam Hatip Lisesine verin, bütün eğitim kurumlarında aynı amaç üzerinde ders veriliyor.

Kütüphaneler, ders kitapları, bütün eğitim araç ve gereçleri bu amaç doğrultusunda düzenlenmiş.

Hedef, İslam fidanlarını Batının zihniyet ve kültür tarlasına ekmek; Müslüman bedene çağdaşçı bir kafa ve kalp monte etmektir.

Okul kütüphaneleri ağzına kadar Batılı veya Batıcı yazarların eserleriyle dolu. Sanki İslam dünyası, kültür alanında hiçbir üretimde bulunmamış...

1983`ten sonra ilk Turgut Özal hükümeti Mevlana`nın Mesnevisi gibi nice değerli eseri çevirdi, kütüphanelere koydu.

Bugünün Kültür Bakanı Eski CHP`li Ertuğrul Günay, pahalı Nazım Hikmet katalogları basmakla meşgul...

Lütfedilip de ders kitaplarına Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç gibi değerli isimler eklendi ama onların da yanına kahrolası “Kamufle alışkanlığı” ve sözde tarafsızlık maskesiyle nice uyduruk sol adam kondu.

Eğitim sistemi ağır bir ideolojik yük altında. Batı`da kalem kullanan ne kadar adam varsa hepsi sadece Batılı olduğu için programa tıkıştırılmış. Onlara verilen değer, onların edebi değerinin çok üzerinde.

Siz, Selman Rüşdi`nin okutulduğunu düşünebilir misiniz? Değil, elbette. Ama İtalyan Dante`yi tarihin en büyük şairlerinden biri diye okutuyoruz. Edward Said`in yazdıklarına bakılırsa,  Dante, Resulullah`la ilgili yazdıklarını bugün yazsa “Karikatür olayı” kadar tepki toplar.

Ya da Fransız Flaubert... Çocuklara gerçekçi edebiyatın en önemli isimlerinden biri diye okutuyoruz. Onun bir Mısır seferi sonrasında İslam dünyasıyla ilgili yaptığı dezenformasyonu bu günün en dipteki gazetecileri kendisine yakıştırmaz.

Çocuklarımıza dayatılan programa bakılırsa dünya Batı kültürüyle birlikte var oldu, ondan öncesi hep karanlık... Lambayı onlar bulduğu gibi tarihi de edebiyatı da hep onlar buldu...

Katı Batıcılığın yansıması olan bu bilimden uzak, ideolojik hâli eski Kültür ve Milli Eğitim Bakanı edebiyat doçenti Hüseyin Çelik, bu satırların yazarı kadar iyi biliyor. Yeni Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer`in de bildiğinden kuşku yok.

Ama sistemin “değişmez unsurlarına karşı hassasiyet” ve “Batıyı ürkütmeme” ilkesine ürkütücü bir bağlılık söz konusu.

“Ortadoğu orduları, halklarının değerlerine karşı organize olmuş denir ya “Ortadoğu sistemlerinin eğitim politikası” ? Bunu niye tartışmıyoruz?

Hangi bakan, çocuğunu bu eğitim sistemine gönül rahatlığıyla teslim eder?

Çocuklarını güçlü bağlar ve geniş imkânlarla eğitimin zararlı etkilerinden koruyanlar, “Halkımız, işini bilir” diyor gibi.

Bu, adalet değil.

Ne yazık ki görevli kimi ilçe müftülerinin dediği gibi “Çocuklarınızı okullara güvenle bırakırız” diyemiyoruz. Aksine “Okullar açıldı, savunma düzenini alın!” diyoruz.

Eğitime katılmamak kolaycılıktır; hem katılıp hem de zararlı etkilerine karşı kuşanmak ve eğitim sistemini değişime zorlamak gerekir.

Bu konuyu haftaya da devam ederiz inşallah.