II. dünya Savaşı`nın ardından İslam dünyasına neredeyse baştan başa bir “ulusal müdahele” yapıldı.

I.Dünya Savaşı`nın ardından Türkiye örnekliğinin başarıya ulaştığı düşünülerek yapılan bu müdahele için “ulusal kahramancıklar” üretildi. 

 

Hepsi Sovyet Dönemi Macar makine fabrikalarından çıkmış gibi “paket kahramanlar”...

Hepsi milliyetçi, hepsi solcu...

II. Dünya savaşı`nı kazanan ittifak için bir “ortak ürün”…

Çoklu kullanıma müsait…

Ne Batı`nın çıkarlarını tehdit eder ne Sovyet Rusya`dan bağımsız…

“Deli mi “süper zeka” mı olduğu seçilmeyen ucube tipler...

Tunus`ta Burgiba, Mısır`da Nasır, Libya`da Kaddafi, Irak`ta Saddam, Suriye`de Hafız Eset... Sürecin 60`lı yıllardan sonra öne çıkan isimleri oldu.

Onların eliyle İslam dünyası baştanbaşa bir zindan ve yer yer bir katliam alanına dönüştürülerek yönetildi; “açıkça” ama “gayriresmi”  sömürüldü.

Bugünse bir “liberal müdahele süreci” yaşıyoruz. Batı, İslam dünyasına müdahele etmek zorunda hissediyor kendini. İslam dünyasını kendi haline bırakmayı kendisi için felaket görüyor. Çünkü

İslam dünyası, medeniyet olarak onu alt edecek tek güçtür.

İslam dünyası, onun sanayisi için petrol alanı ve en karlı pazardır.

“Ulusal müdahale”de baskıyla “kontrol etme” ve “sömürme” ön görülürken “liberal müdahele”de  özgürlükle “kontrol etme” ve “sömürme” ön görülmektedir.

“Ulusal müdahele”de aktör olarak askeri okullarda yetişenler öne çıkarken “liberal müdahele”  Batı`yla iş birliği içindeki sivillere dayanıyor.

“Ulusal müdahele”, darbelerin bir neticesiyken “liberal müdahele”de “soft power (yumuşak güç)” veya “akıllı güç” denen imkanlar kullanılıyor. Toplumun baskıdan rahatsız olan dinamikleri harekete geçiriliyor.

Burada Batı için önemli olan iktidara geliş biçimi ya da iktidarda duruş aracı değildir. Biri baskıyla ayakta durmuş, diğeri özgürlük vadiyle iş başına gelmiş. Bu, onlar için anlam taşımıyor.

Batı için önemli olan “kontrol edebilmek” ve sömürebilmektir sadece.

Kaddafi, Fransız ekonomisine 15 milyar dolar ve belki daha fazla kazandırıyormuş. Fransıza bu yetmemiş. Yeni Libya yönetiminden petrolün % 35`ini istiyorlarmış. Bir de orada “aşırı İslamcı” bir yapı istemiyorlarmış.

İşte bütün mesele bu...

Vakıan`ın İslam dünyasına bakan yanına gelince, önümüzde Türkiye örneği var:

İslam dünyasında ilk “liberal müdahele” Adnan Menderes ve arkadaşlarına verilen destekle yapıldı.

Menderes`e verilen destekte hedef, “denetimsiz” bir değişimin önüne geçerek Türkiye`yi elde tutmaktı.

Ama Menderes, iktidardaki yerini sağlamlaştırınca, iki kutuplu dünyada Amerika`nın tepkisini çeken adımlar attı; Sovyet Rusya`yla dahi güçlü ikili ilişkiler kurma bağımsızlığına kadar gitti.

Dahası İmam Hatip Liselerini güçlendirdi. Sıradan bir vakıa gibi görünen bu iç adım, Türkiye`nin seçmen yapısını değiştiren neticeler doğurdu.

“Batı`nın her hesabı iyi gidecek” diye bir kanun olamaz.

Süreç Batı için “adamlarını yenileme” anlamına gelebilir. Dış müdaheleler daima kötü niyetlidir. Ama işler, hep onların niyeti üzerine yürümez.

Batı`nın toplumsal şuur ve tepki üzerine katlanmak zorunda kaldığı özgürlük ortamı, İslam dünyasında yeni bir kurtuluş çığırı oluşturabilir. İslam din olarak bunu sağlayacak zemine sahiptir. İslam toplumu da günaha gark bile olsa günahsızlığa özlem duymaktadır.

Kurtuluş, uzaklaşmış değil; bir hileyle geciktirilmiştir; hedefinde kararlı olan yolcu geç de olsa mutlaka hedefini gerçekleştirecektir.