İslam dünyası kendisine ait olmayan bir hayat yaşıyor. İslamî değerleri nesilden nesle aktaran kurumlar, ancak bir yüzyıl dayanabildi. Aile içi büyükten küçüğe aktarım sistemi ve laik yönetimlerde sistem dışı eğitim, şarj olmayınca toplumun önemli bir kesimi üzerindeki etkisini ancak bu kadar sürdürebildi. Artık o eğitimden tamamen mahrum bir yeni nesille, bir toplumsal kesimle karşı karşıyayız.
Toplum, bir kopuş hâli yaşıyor. Bireysel ve grupsal kopuşlar… İslam dünyasında bir çılgınlık hâli yaşanıyor. Bireysel veya grupsal çılgınlıklar…
Bir yerde çılgın bir kişi tamamen bireysel sebeplerle, bir veya birkaç kişiyi hunharca katledebiliyor. Başka bir yerde ondan çok daha ağır yöntemlerle bir grup, çok daha kalabalık bir topluluğu katliama uğratabiliyor.
Türkiye`de “Batı`ya ulaşmaya” odaklı sosyal dayatmaların yerini “Batı`ya ulaşmaya” hatta “Batı`yı aşmaya” odaklı bir “ekonomik sistem” aldı.
Kalkınmanın manevi değerlerle desteklenmesi girişimi çok geç kaldı. Daha bir iki yıl öncesine kadar aile sorunlarını “sığınma evi” garip projesiyle çözme girişimleri vardı. Bugün de o projeye neyin eklendiği bilinmiyor. Önceki bürokrasi, bu yöndeki önerilere kapalıydı. Son kısa sürenin bürokrasisi ise henüz adapte olmuş görünmüyor.
Önce manevi değerlerle hiç desteklenmeyen, sonra manevi değer eğitiminin hızına yetişemediği bir ekonomik kalkınma… Buna toplumun bir kesiminin manevi değerler eğitimini henüz kabullenmemiş olması; kimi sol ve liberal yapılanmaların manevi eğitim karşıtı çabalarının toplumun bir kesimi üzerinde etkili olmaya devam etmesi de eklenince çılgınlıklar günlük hayatın neredeyse normal bir parçası haline geliyor.
İslam dünyasının diğer coğrafyalarında da durum bundan çok farklı değil. Sömürge ve diktatörlükler, İslam âleminin geniş bir kesiminde İslamî eğitimi tamamen engelledi veya etkisizleştirdi. El altından kontrolsüz bir eğitim sistemi ortaya çıktı. Üstatları hiçbir imtihandan geçmemiş, ilmi kendinden menkul, ilmi kariyeri âlimler tarafından değil, kendisine bağlı olanların cehaletiyle belirlenen kişilerin sürdürdükleri bir eğitim sistemi… İslami eğitim sünnetinden büsbütün kopmuş… Şeklen İslamî, özü itibari ile Batılı bir eğitim tarzı… Ortaya şeklen İslamî ama eylem tarzı açısından Batılı yapılar çıkardı. Örgütlenme biçimleri modern Batı`nın sosyalist yapılarını andıran, eylem biçimleri yine o örgütlere veya modern öncesi Katolik-Protestan Batı`ya benzeyen yapılar…
Her gün hayret ettiklerimizi, her gün “Nasıl oldu da bunu yaşadık?” dediklerimizi alt alta yazsak… Ortaya bir dehşet tablosu çıkıyor.
-İşten atılınca ekonomik sorunlar yaşayanlar, ekonomik sorunları ailevi sorunlara dönüşenler, ailevi sorunlarını çözecek bir yapı olmayınca çıldırıp hanımını, çocuklarını katledip ardından intihar edenler…
-Kendisine bomba bağlayıp akide ve düşüncelerine karşı olduğu bir toplum kesimine ait camide namaz kılanları toplu halde katledenler…
Bu iki eylem arasında çok fark yok… Birincisi toplumdan kopuk, ikincisi ümmetten… İlki toplumla doğru bir bağ kuramadığı ya da bağ kuracağı bir toplumsal sistem mevcut olmadığı için çıldırıyor. İkincisi ümmetle doğru bir bağ kuramadığı ya da doğru bir bağ kuracağı ümmet sistemi aktif olmadığı için sorunlardan kurtulmayı iletişim kurmaya, anlamaya, değiştirmeye veya değişmeye doğru yol almakta değil, imha etmekte buluyor.
Batılılar, benzeri durumları Durkheim`e ait “anomi” terimi ile açıklamaya çalışmışlar.
Anomi, “Hızlı değişim dönemlerinde var olan kuralların kişiler için bağlayıcılığını yitirmesi, buna karşılık yeni kuralların da eskilerinin yerini tutacak kadar kabul görmemesinden dolayı kişilerin davranışlarını uyduracakları etkin toplumsal normların olmadığı durum” ya da “toplumdaki kural ve değerlerin aşınmasının doğurduğu karmaşa ve kuralsızlık durumu” diye açıklanır.
“Anomi”yi bireyin toplumdan kopmasıyla sorunlarını çözme tıkanıklığı yaşadığında kendisinin ve toplumun maslahatlarını gözetmeden zarar verici eylemlere kalkışması olarak anlamak da yerindedir.
Son tanım, bizim durumumuzu açıklıyor gibi. Bireylerimiz, toplumdan koptu; gruplar, ümmetten uzaklaştı. Ya da toplum ve ümmet bir sistem olarak etkisizleşti. Ortaya bu tür çılgınlıklar çıktı, denebilir.
Bununla birlikte kendimizi Batılı terimlerle anlatmak hep sıkıntılıdır. Yanılmıyorsam Emin Güneş Hocamız, içinde bulunduğumuz süreci bize ait bir terimle “Fetret Dönemi” diye anlatmıştı. Fetret dönemleri, aşırılıklar ve çılgınlıklarla doludur. Teselli, “fetret”in tabiatı itibariyle geçici olmasıdır.
“Topluma yardım etmek için evinden ayrılmamış gencecik mü`minleri yakanlara, Yasin`in, Hasan`ın, Hüseyin`in, Riyad`ın bedeni yanarken zılgıt çeken, üzerlerinden araçla geçmeye çalışan kadınlara ne diyeceğiz?” diyeceksiniz.
İnsanlığın çok altına düşen bu alçalmanın tarifini insan psikolojisinde aramak yanlış olabilir.