Ümmet, yakın ve uzak coğrafyalarda yaşayan farklı kavim, mezhep ve meşreplerden iki milyara yakın kişinin birlikteliğini ifade eder. 
Batılı ideolojilerden, sapkın görüşlerden etkilenmemiş her Müslüman kendini ümmetin mensubu görür; ümmetin iyiliğini ister, kötülükleri ümmetten savmaya çalışır.

Ümmet birlikteliği, tarih boyunca zorluklar yaşamışsa da İslam`ın en büyük güç kaynağı olarak görülmüş ve İslam düşmanlarını korkutmuştur. Bunun için İslam karşıtları, güncel vakalardan yola çıkarak sürekli ümmet karşıtı malzeme toplamışlar; kendilerince ve kendi kavramlarındaki ifadeyle pratik ile ideal arasında çelişkileri tespit ederek Müslümanları ideale ulaşma gayretinden vazgeçirmeye çalışmışlardır.

Öyle ki Arnavutların sadece bir bölümünün Batılıların titiz çalışmaları ile Osmanlı`dan kopmaları bile yüz yıl öncesinin İstanbul`unda bu amaçla kullanılmış. “Arnavutlar da ayrıldığına göre ümmet bitmiştir” denmiş. O günlerde yerleşme sürecinde olan Batılı eğitimin etkisinde kalan gençler, bu güncel örneğe çabucak inanmışlar, ümmet karşıtı bir vaziyet almışlar; ümmetten söz edenleri “gerçekleşmeyecek güzel hayal” anlamında ütopyayla itham etmişlerdir.

Oysa bu ümmet, taht kavgaları gördü, hanedan savaşları yaşadı, mezhep çatışmalarına tanıklık etti ama hiçbir zaman Fransız-Alman savaşları gibi kavim savaşlarına maruz kalmadı. İslam tarihindeki hiçbir savaş,  iki Müslüman kavmin savaşı niteliğine bürünmemiştir. Bu, tek başına, ümmet hissiyatının gücünü ispatlatmakta yeterlidir.

Bugünkü durum, ümmet açısından elbette iç açıcı değil. Yüzyılı aşkın bir süredir ümmetin yapı taşları olan kavimleri arasında fizikî duvarlar örülüyor. “Hudut” denen engellerle ümmet içi iletişimin önüne geçiliyor. Bu fizikî duvarlar, aynı süreçte zihinsel duvarlarla destekleniyor. Böylece maddi ve manevi bir kopuş oluşturuluyor.

Dört yanımızı hudutlarla çevirerek her birimizi adeta bir dönüşüm havuzuna alanlar, zihnimizle sürekli oynayarak her birimiz için ayrı bir tarih uyduruyor; teferruat konumundaki kültürel farklarımızı abartıyor, birbirimizle kaynaşmamızı engelleyecek sınırlar olarak iç dünyamıza işliyor ve bizde “Ümmet mi? O da ne?” sorusuna zemin hazırlıyor. Güncel vakaları da medya üzerinden sürekli işleyerek bu sorunun içimizde olumsuz bir cevapla neticelenmesinin yolunu açıyor.
İslam toplumlarının bir bölümü tarih boyunca yerleşiktir; bir bölümü de Kürtler ve Araplarda olduğu gibi dar bölge göçebesidir. “Kendi coğrafyası” olarak gördüğü alan dışına açılmaktan ürküntü duyuyor. Buna rağmen bir Müslümanın parmağı Keşmir`de, Doğu Türkistan`da, Orta Afrika`da kanadığında Müslüman anneler, gözyaşı akıtıyorsa bu ümmet hissinin ölmediğine ve ölmeyeceğine kanıt olarak yeterlidir.

Soğuk savaş döneminde etkisiz de olsa yılda bir iki kez yapılan toplantılarla adını duyuran İslam Konferansı Teşkilatı artık neredeyse yok. Yaklaşık yirmi yıl önce hayata geçirilmeye çalışılan D-8 projesi de sonuçsuz kaldı.

Ama bunlar, ümmete karşı konumlanmış uluslararası sistemden bağımsız hareket etmeyen siyasi idareler üzerine kurulu kurum ve projelerdi. Bugünün dünyasında ise toplumların gücü, siyasi idarelerin gücünü aşıyor. Bilinçlenen toplumlar, siyasi idarelerden farklı bir tutum geliştirebiliyor ve farklı siyasi sonuçlar doğurabiliyor. Bir ülke geçmişte başka bir ülkeye ekonomik ambargo uyguladığında o ülkenin mallarının, ambargoyu uygulayan ülkenin pazarlarına girmesi adeta imkânsızdı. Hâlbuki bugün, diyelim ki Mısır, başka bir ülkeye ambargo uygulasa da o ülkenin malları Mısır pazarlarına girebiliyor. Hatta sistem karşıtı bir eğilimle o ülkenin malları Mısır pazarlarında daha çok ilgi görebiliyor. Fizikî sınırları gittikçe anlamsızlaştıran bu durum, ümmet karşıtı uluslararası güçlerin, gittikçe daha çok zihinsel duvarların üzerinde odaklanmalarına yol açıyor.

Bugünün koşullarında “ötemizdeki dünya”, Kuzey Amerika-Güney Amerika yakınlaşması; Amerika-Avrupa dostluğu, Avrupa-Hint kıtası birlikteliği gibi siyasi ve toplumsal ittifak arayışlarını sürdürürken ümmet hissiyatına karşı açık bir savaş yürütüyor.  Ümmet karşıtı propaganda için malzeme bulamayanlar, malzeme bulma yoluna gidiyor. Günlük yaşamda ümmet karşıtı bir hava oluşturuyor.

Ümmetin içinde bulunduğu kimi olumsuz durumlara bakarak ümmet fikriyatının bir ütopya olduğunu iddia edenler, Müslümanların günlük amellerine bakıp İslam`ın kötü bir din olduğunu iddia edenler kadar yanlış yoldalar. Düşüncelerini delillendirme açısından iki kesim arasında fark yoktur.