-Görevi için Müslüman olan Batılılar;
ardından I. Abdülhamit döneminde
-Müslüman olduğunu beyan etmek zorunda kalmayan Batılılar
ve Tanzimat günlerinden itibaren, yukarıdaki iki sınıfın yanında
-Paris`i kıble edinmiş, Batılılaşmış Müslüman kökenliler tarafından eğitildi. Cumhuriyet günlerinde Batı tarzı hayatı sadece dayatan bir kurum haline dönüşmedi. Yakup Kadri`nin Kadro dergisinde ifade edildiği üzere, Kemalizmi Anadolu`da bir mezhebin mutaassıp mensupları gibi temsil etti; her subay, eşi ve çocuklarıyla birlikte İslam dışı hayat tarzının birer numunesine dönüştürülmek istendi.
Kendisinden sonra oluşsa da dizayn ediliş amacıyla Arap dünyasındaki Baas`tan uzak olmayan bu İttihatçı yapı, 28 Şubat günlerinde olduğu gibi pek çok dönemde şeklen de Baas`a benzedi.
Batılı güçler, bu yapıyı her dönem “laikliğin ve dolayısıyla Batılı hayat tarzının güvencesi”; Türkiye`yi dönüştürmek isteyenler ise onu Türkiye`nin gelişmesinin önündeki en büyük engel gördü.
Balyoz soruşturmasıyla birlikte “ordudaki Baasçı yapının” tasfiye edilmesi, küçümsenecek, görmezlikten gelinecek bir vaka değildir. Süreci üstlenenlerin başarısı takdire şayandır.
Bundan sonra cevaplanması beklenen iki soru vardır:
1. Bu tasfiye bir zihniyet devrimine de dönüşecek mi?
2. İttihatçı gelenekten kopan Türkiye, nereye doğru gidecek?
Bir yazarın ifadesiyle “Asker hem siyasete karışmasın hem de Kemalist kalsın diyorsanız olmaz. Ordu Kemalist bir ‘devrim muhafızı` ise siyasete de karışır, topluma da. Ordunun kışlasına çekilmesini, halkı fişlemeyi bırakmasını, darbecilikten vazgeçmesini istiyorsanız orduyu Kemalizmden arındırmak zorundasınız. Başka alternatif yok...”
Ama ordu yetmez, Türkiye`deki İttihatçı zihniyetin oluşmasında Mülkiye ve Tıbbiye`nin yeri inkâr edilemez. Bu eğitim kurumlarının, gayri İslamî bir yaşamın dayatılması için kadro yetiştirmekte kışladan geri kalan yanı yok. En yakın örneğiyle Ergenekon`un neredeyse bir numaralı sanığı olan Mehmet Haberal, Harbiyeli değil, Tıbbiyelidir.
Zihniyeti belirleyen eğitim sistemidir. Bu sistemin her sabah okunan Kemalist, faşist, diktacı “And”ı bile yerinde duruyor. Geçen hafta burada ifade edildiği üzere Mehmet Akif`in tarif ettiği “Asım nesli”ni amaçlayıp Batı`ya tapan Tevfik Fikret`in “Haluk nesli”ni yetiştirecek bir eğitim sistemini sürdürmek akıl kârı değildir. Bu konudaki ısrar, ürkekliğe dönüşen bir tedbircilik ve tedriciliğin neticesi değilse samimiyetin sorgulanmasını hak eder.
“Türkiye muhafazakârlaşacak” deniyor. “Hangi muhafazakârlık?”
Ak Parti`nin kurucu üyelerinden Dr. İsmail Safi`nin “Türkiye`de Muhafazakâr Siyaset Arayışları” kitabında belirttiği gibi, Türkiye tarihinde pek çok muhafazakârlık örneği vardır:
-Mehmet Fuat Köprülü için, camileri kapatmak yerine onların içine sıra koymak, camiye ayakkabıyla girmek ve müzik eşliğinde ibadet etmek muhafazakârlıktır.
Sağ çevrenin etkisinde genişçe kaldığı ve Cumhurbaşkanı adayı yaptığı Ali Fuat Başgil için, laikliği din hürriyetine dönüştürerek millileştirmektir muhafazakârlık.
Özal dönemi ANAP`ı içinse muhafazakârlık, mimaride eski yapı ve eserlerin; sosyal hayatta ise örf ve adetlerin korunması gibi bir şeydi.
Görüldüğü üzere muhafazakârlık denen şey gerçekten maddenin gaz hâli gibidir, her yöne çekilebiliyor. Değişim için “muhafazakârlık” yeterli görülüyorsa Türkiye, 1950`den beri “muhafazakâr”, hatta bazı dönemlerde “fazlasıyla muhafazakâr” sayılır.
“Ben değiştim” diyenlerin İslamcılığı “geri”, “hayali”, “aşılması gereken bir çocukluk-gençlik hastalığı” olarak gördükleri söylenemez. Öyleyse değişimin ne olduğu belirsiz muhafazakârlıkta durması değil, İslamileşmeye doğru yol alması beklenir.
Değişimin iç siyasetteki karşılığı ordu vesayetinin bitmesi; dış siyasetteki karşılığı israil-Amerika ekseninden çıkılması, sosyal yaşamdaki en basit karşılığı İslamî ahlaka karşı verilen savaşın son bulması ve Kürt sorununun en azından sosyal yanının çözülmesidir.
Böyle kapsamlı bir değişimin bir zihniyet devrimine dönüşmesi ise Harbiye, Mülkiye, Tıbbiye; ilköğretim, ortaöğretim, üniversite demeden eğitimin baştanbaşa Kemalist zihniyetten arındırılması ve onun yerinin İslamî anlayışla doldurulmasıyla mümkündür.
“Başörtüsü” ve “ And”ımız gibi şeklen dahi yeteri kadar el atılmayan bu alan, değişime bağlanan umudu, ordudaki Baasçı tasfiyeye rağmen, belirsiz bir geleceğe öteliyor.