Hükümetin değişmesiyle birlikte en çok merak edilen sorulardan biri, Türkiye`nin dış politikasında bir değişikliğin olup olmayacağıdır.

Öncelikle değişen iktidar değil, hükümettir. Bu, değişme ihtimalini en çok zayıflatan unsurdur. Öte yandan yeni başbakan, eski hükümetin dışişleri bakanıdır. Dışişleri bakanının başbakan olunca dış politikayı değiştirmesi beklenemez.

Kaldı ki Türkiye`nin bugünkü dış politikası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan`la özdeşleşmişse de kişi ve hükümetleri aşıyor.

Kim ne derse desin bu bir devlet politikasıdır. Başbakan Ahmet Davutoğlu`nun 1998-2002 yılları arasında hem Harp Akademisi`nde hem Silahlı Kuvvetler Akademisi`nde ders vermiş olması her şeyi açıklamıyor mu?

Bunlar sıradan kurumlar değil. Silahlı kuvvetlerin ana kadrosunun yetiştiği, zihin yapılarının, dünyadaki gelişmelerle ilgili bakış açılarının şekillendirildiği eğitim kurumlarıdır. Şu anki pek çok üst düzey subay, o kurumlarda Davutoğlu`ndan ders dinlemiş. Tam da 28 Şubat döneminde…

Devlet bir yol ayrımındaydı. Ya Amerika ve israil`e daha fazla teslim olacak ve o gün en Amerikancı çevrelerin bile “Bu kadarı fazla” dedikleri teslimiyetçi politikaya devam edecek, nihayetinde devlet olma vasfını bile neredeyse kaybedecek. Ya da bu güçlerle ilişkilerine daha bağımsızlık yanlısı bir rota çizecekti.

İkincisi tercih edildi ve o tercihin mimarlarından biri muhtemelen Davutoğlu idi. Ne diyordu Davutoğlu?

Küreselleşen dünyada sadece bir eksende dış politika yürütmek gerçekçi değil. Biz, ilişkilerimizi geçmişine ve bugününe bakmadan dünyanın bütün ülkeleri ile geliştirmeliyiz. Bunun önünde iki engel var: Türkiye`nin İslam dünyası ile sınırlandırılmış ilişkisi. Türkiye ile komşuları arasında oluşturulan psikolojik duvar.

Davutoğlu hem bu sınırlandırmaya hem bu psikolojik duvara karşı önerilerde bulunuyor. Önerilerini kültür ortaklığı sahasına açılma ve komşularla sıfır sorun çerçevesinde tarif ediyordu. Bu, bir niyet ve projeydi. Bu niyet ve projedeki ısrarı, Türkiye`nin değişme isteğindeki ısrarla bir görmek gerekiyor.

İslam âlemiyle sağlam ilişkiler kurmak, Filistin konusunda yeni bir tavır belirlemeyi gerektiriyordu. Komşularla “sıfır sorun” için ise simge, sosyal psikoloji açısından en zor nokta olan Ermenistan`la ilişkilerin düzeltilmesiydi. Türkiye, Filistin konusunda yeni bir tavır almayı başardı ama Ermenistan konusunda istediği kadar ilerleyemedi. Ermenistan konusu elbette Suriye, İran gibi ülkelerle ilişkilerden bağımsızdı. Ama Türkiye`nin komşuları ile ilişkilerini düzeltmedeki zorluklarını ortaya koyması açısından bir örnek olarak önemliydi: Bir komşu ile arayı düzeltince diğeri ile bozma ya da içeride bir tepki ile karşılaşma problemi söz konusuydu.

NATO konusunda da Davutoğlu, bu askeri kurumla işbirliğinin devam etmesinden yanaydı. Ama bunun, daha önce Sovyet Rusya saldırısına uğradığı için ayrı bir özellik edinen Afganistan dışında İslam dünyasına taşınmasına karşıydı.

Davutoğlu için NATO, Varşova Paktı`na karşı kurulmuştu; Balkanlarda Rus-Slav ittifakına karşı ve gerektiğinde dünyanın diğer noktalarında bir güven verici güç olarak varlığını sürdürmeliydi.

AK Parti hükümetleri, daha ilk günden bu politikayı uyguladı. Ancak durum karşısında;

1. Eskilerden yeni dış politikaya güven duymanlar, Yahudilerle sıkı bir işbirliği olmadan dış politika yürütülemeyeceğine inananlar vardı.

2. Eskilerden Amerika ile ilişkileri sınırlama yanlısı olduğu halde onun yerine Şangay İttifakı`nı koyarak Rusya ve Çin`le ilişkilerin geliştirilmesinden yana olanlar vardı.

3. Yenilerden, özellikle “One Minute Vakası”ndan sonra Hükümeti “Ütopik Ümmetçi” politikalar izlemekle itham edenler ortaya çıktı.

Hükümet, 2008`den itibaren ilk iki grubu, 2011`den sonra ise üçüncü grubu tasfiye yoluna gitti, onların devlet politikası üzerindeki etkilerini azalttı. Dünyanın bütün güçleriyle ilişkilerini iyi tutmaya çalışan ama o güçlerden herhangi biri ile müttefik olsa da o müttefikin Türkiye çıkarları ile uyumlu olmayan taleplerini kabul etmeyen duruşunda ısrar etti.

Bu aşamaya gelmişken bir dış politika değişikliği beklemek gerçekçi değildir. Böyle bir kaza, ancak yukarıdaki grupların yeniden iktidar ortağı olacağı bir ortamda mümkündür.