Arap Baharı” diye etiketlenen süreçten beklenen, bir anda İslamî yönetimlerin oluşması değildi. Bu süreçten beklenen, diktatörler tarafından yönetilen Müslümanların “kitle” olmaktan çıkıp “toplum” sürecine geçmeleri ve geleceğin devrimlerini gerçekleştirmeleriydi.
“Kitle”, büyüklüğü ne olursa olsun büyük hedeflerden yoksundur; günlük düşünür, çabuk etki altında kalır, kısa süreli tepkiler verir; tepkisi karşı tarafta paniklemeye yol açsa da genellikle sonuç getirmez. Toplum ise bilinçlidir, bir hedef doğrultusunda mücadele eder; kendisine yönelen etkileri kendi hedefleri doğrultusunda tahlil eder; ya reddeder ya da kabul…
Devrim, bilinenin aksine bugün darbe terimi ile karşılanan “ihtilal” değildir. İhtilal ve darbede ani ve hızlı bir değişiklik vardır. Devrim ise çoğu zaman uzun bir süreci anlatır. Bazen en ıslahatçı görünen hareketler, en devrimci hareketlerdir. Onların uzun zamana yayılan girişimleri, toplumun yapısında bir inkılap yapar ve kalıcı bir değişim meydana getirir.
Kitleler tepki gösterir ama devrim yapamaz; devrim yapmak ancak toplumlarla mümkündür. Üç insanın bir araya gelmesine izin vermeyen diktatörlük yönetimlerinde Müslümanlar toplum olma özelliklerini yitirdiler. Diktatörlerin baskısının kaybolması, Müslümanlara müteşekkil bir toplum oluşturma yönünde bir imkân verebilirdi. Bu yönde umut verici gelişmeler de oldu.
Müslümanların müteşekkil bir toplum olma yönünde ilerlemeleri uluslararası güçleri ürküttü. Daha önce her fırsatta “serbest seçimler” diyen uluslararası güçler İslam dünyasında serbest seçim talep etmeyi ve bu yönde umut verici girişimlerde bulunmayı en tehlikeli “devrimcilik” sınıfına aldı. Seçim talep edenlere karşı; darbecileri destekleme kararı aldı. Darbeciler geçmişte sözde “komünizme karşı olduğu gibi” yeniden uluslararası sistemin İslam dünyasında müttefikleri arasında yerini aldı.
Aynı süreçte uluslararası güçler, İslam dünyasında seçimlerden rahatsız olan krallarla bir sözleşme yenilemesine gitti. İslam dünyasında, çok seçeneklilik anlamında “post-modern” bir tutumla “gerici güçler” devrim taleplerine karşı harekete geçirildi. Değişim talebine karşı, “ulusal sağ” iktidarlar için ihtilalci-gerici ittifakı oluşturuldu.
Bu alandaki rol, belki otuz beş yıldır İslam âleminde seçim taleplerine karşı seçenekler üreten Suudi Arabistan`a verildi. Suudi`nin çıkarı ile uluslararası güçlerin çıkarının örtüştüğü noktayı anlamak zor değildir. Suudi, seçimlerden ürküyor… Çünkü seçimli bir sistem krallığın lağvedilmesi ya da İspanya, Belçika örneklerinde olduğu gibi sembolik bir konuma düşmesi anlamına geliyor.
Uluslararası güçler için ise serbest seçim, sadece, Müslüman toplumların israil karşıtı iradelerinin devlet gücüne kavuşması anlamına gelmiyor. Aynı zamanda diktatör ve kralların taht ve koltukları karşılığında Batı`ya aktardıkları kaynakların kesilmesine karşılık geliyor.
İslam dünyası için pek işlemese de ABD yönetimleri geleneksel olarak Cumhuriyetçi başkanlar döneminde darbecileri, Demokrat başkanlar döneminde ise seçimleri destekler. Obama da bu yönde politika yürütüyor görünüyordu.
Suudi Arabistan, eski Yemen ve Tunus diktatörlerine sahip çıktı. Ama asıl tepkisini Hüsnü Mübarek`in devrilme sürecinde gösterdi. Kral, bizzat Obama`yı aradı ve belki Suudi-Amerikan ilişkilerindeki bütün gelenekleri yıkarak ABD`nin, Mübarek`in devrilme sürecindeki tutumunu öfkeyle eleştirdi. Hatta kralın Obama ile telefonda görüştükten sonra kalp krizi geçirdiği bile iddia edildi.
İsrail de ancak o kadar öfkeliydi. İsrail`e yakın ABD siteleri, Obama`yı İhvan`a yakın olmakla suçluyorlardı. İhvan yönetimindeki bir Mısır`ın israil`in güvenliği için oluşturacağı tehdit Avrupa`da da daha yüksek sesle gündeme getirildi; tarihi “Batı aklı” işlemeye başladı; Batı`da bir fikir birliği oluştu; serbest seçimlerin İslam dünyasında oluşturacağı sonuçlar “Batı`ya karşı seçim yoluyla devrim” sınıfına kondu. İslam dünyasında seçim talep etmek, terör faaliyeti içinde bulunmak olarak değerlendirilmeye alındı. Buna karşı, İslam dünyasında hangi gerekçeyle olursa olsun serbest seçimlere karşı çıkanlar, Batı`nın müttefiki konumuna çıkarıldı.
İstikrarın bozulması, serbest seçimler için hep tehdit oluşturur. İslam dünyasında seçim karşıtı yapılardan daha çok istikrarı bozmak için yararlanılıyor. Onların karışıklık çıkarma becerisi uluslararası güçlere müdahale imkânı veriyor. Müslüman ülkelerde ise “otoriter yönetim” arayışı oluşturuyor. Batı, bu arayışı “halkın darbecilere/ihtilalcilere desteği” diye satıyor; onun üzerinden darbecilere sözde “demokratik meşruiyet” veriyor.
Libya`da yaşanan da budur. Mısır halkı seçimlere ilgi göstermeyerek onlara bu meşruiyet imkânını vermedi; inşaallah, Libya halkı da darbeci/ihtilalci yapılara karşı çıkarak onlara bu imkânı vermez.