Bu uğurda, her tür kesimden müttefikleri ve bağlantıları da dahil, bütün imkanlarını kullanıyor.
Böyle bir dönemde, uluslar arası sisteme “Hayır!” demeyi seçen Müslümanların musibetlerle karşılaşması tabiidir. Uluslar arası sistemle bağı olanların ya da onlarla arasını bozmak istemeyenlerin bu ortamda “Hukuk kuralları, İslamî kesimler için neden geçerli değil?” demelerini beklemek ise abesle iştigal gibidir.
2008`den bu yana, Mustazaf-Der`e üye veya yakın olduğu düşünülen mütedeyyin kesime yönelik bir dizi operasyon yapıldı. Bu operasyonların temelinde, Amerikan kuruluşu CSIS`ın Nisan 2009 raporuna yansıyan görüşlerin bulunduğundan kuşku yok.
CSIS raporunda Türkiye ile işbirliği bölümünde “terör” ve “aşırılıklar”la mücadele önemli bir yer tutuyor; böylece operasyonların hedefine sadece teröre bulaşanlar değil, Amerika ve israil penceresinden “aşırı” diye görünenler de giriyordu.
Elazığ İhya-Der iddianamesinde suç delili yapılan tutumlar ve davanın ceza gerekçeleri, vakanın içindeki “dışarı” hassasiyetini gün gibi ortaya koyuyor. Kutlu Doğum Mitingleri, Fetih Günü Kutlamaları vakanın sadece bir yanıdır.
O dönem ve sonrasındaki bütün iddianamelere esas olan iki husus vardır: 1. Amerika ve israil karşıtı kitlesel etkinlikler düzenlemek. 2. Yöreye yönelik kimi “resmi” ahlak operasyonlarını deşifre etmek.
Bu iki husustan ilki Amerika-israil cephesini, diğeri kimi derin Avrupa kuruluşlarını rahatsız ediyor. Her iki hususta da yörenin mütedeyyin insanlarından “suskunluk” bekleniyor. “Aksi hâlde bugün sizinle ilgili bir şey bulamazsak bile, içinde bulunmuş olun veya olmayın, adınızın kaydedildiği eski defterleri açarız” deniyor.
Bugünün dünyasında İslam`ın siyasi bir güç olarak varlığından yana her tavrın bir bedeli vardır. Bu tavırda kamuoyunu olumsuz etkileyecek bir unsur bulamayanların “tavır uydurmaları” da Amerikan tipi mücadelenin bir gereğidir. Dünya alem bilir ki Amerikan tipi mücadelede yalan üzerine kurulu “psikolojik savaş”, güç kullanmaya yönelik operasyonlardan daima daha güçlü bulunur.
İhya-Der davasında bu psikolojik savaş unsurları kullanılmakla yetinilmedi. Yörede gerek sola gerek İslamî kesime yönelik tarihî mücadeledeki esaslar da en ağır şekilde çiğnendi.
Yörede devletin uzun bir geçmişe dayanan mücadelesinde gerek sol gerek İslamî kesimden on binler cezaevlerine girdiği hâlde her zaman olmasa bile bir “kadın” ve “yaşlı” hassasiyeti oldu. Yöre hassasiyetleri dikkate alındı, bariz bir delil olmadıkça en azından cezaevine girişle neticelenen vakalar sayılı kaldı.
Halbuki şiddete dair bir vakanın söz konusu olmadığı, yargılanan kişilere bu yönde hiçbir suçlamanın yöneltilmediği İhya-Der davasında biri 55 yaşında olan iki kadın da gözaltına alındı ve onlara da ceza verildi. Suçları kermes düzenlemek ve sohbete katılmak…
Yöre insanının “Bu Müslüman kadın Elazığ`da değil de Konya Seydişehir`de olsaydı ona bu muamele yapılır mıydı?” sorusunu sormadığını kimse düşünmesin! Kimse, bu sorunun sadece bir kesimin içinde kalacağını da akla getirmesin!
Belki bu vakada ceza alanların hepsi Türktür. Bu camianın insanları, hiçbir zaman böyle bir ayrım yapmadılar. Buna rağmen “yöredeki İslamî kuruluşlar değil”, “yöre kökenli” İslamî kuruluşlar söz konusu olduğunda ağzını dokuz kat siyah bantla kapatan hükümet yetkililerinin tutumunun gittikçe derinleşen “ayrımcılık hissini” güçlendireceği ortadadır.
Hükümetin olaylara açıkça göz yuman ve dış güçlerin içeride bu kadar “özerk” çalışmasına meydan veren tutumunun etkisini hafifletmenin tek yolu, Batı illerindeki İslamî camiaların “Orada bir acı var ve o acı bizim de acımız” diyebilmeleridir.
Bunu demeyenlerin, bu haksız sürece geçmişten bahane taşımakla zihin yoranların kardeşlik bağlarını yarın neye bakarak arayacakları merak konusu bile değil, çünkü her şeyin dış hassasiyete bırakıldığı bu süreçten sonra öyle bir bağı zor bulacaklar. Dış güçler, bütün bağları tahrip etmek istiyor ve ne yazık ki bu oyun tutuyor.
Dışarının Türkiye üzerindeki etkisinin “değeri” malum. Ne var ki dışa bu kadar yaslanmak, dış korkusuyla vicdani ölçüleri bu kadar kaçırmak, bu kadar duyarsızlaşmak hayra alamet değil.
Bu işin vebali, “Biz bütünlük uğruna kurban oluruz” diyen hükümet yetkililerinin ve “kardeşlik” deyip kardeşliğin gereğini yerine getirmeyen sivil kuruluşların boynunda olacaktır. Onlar, bu coğrafyadaki son bağları da koparan kişiler olarak tarihe geçeceklerdir.