İslam, iman ve akide esaslarında sağlam olduğu kadar şeriatıyla da her devirde bilenleri cezbeden bir itibara sahiptir. Bunun için İslam, hep ilgi görmüştür. Bir topluluk, ondan uzaklaştığında başka bir topluluk ona yönelmiştir.

İtibar, Müslüman’a güvendir. Bu güven, Müslüman’ı önder eder. İtibarın bereketi umut getirir ve umut, iyiliğe yol aldırır.

İslam’ın yükselişini durdurmak için çalışanlar, buna bakarak üç silaha başvurmuşlardır: Umutsuzluk, itibarsızlık, tutarsızlık.

Büyük silah, kimyasal silah niteliğindeki umutsuzluktur. Umutsuzluğa yol açan bir etken ise itibarsızlıktır. İtibarsızlık; yalnızlaşmaya, marjinalleşmeye; yalnızlaşma ve itibarsızlaşma ise umutsuzluğa yol açar.

İyi insan, evladının kendisine benzemesini ister. Evladın iyiliği, başlı başına mutluluk kaynağı olduğu gibi, aynı zamanda itibar kaynağıdır.

Evlatlardan birinin veya bazılarının bozulması tabiidir.

Hz. Nuh aleyhisselam’ın evladı iman etmedi. Şeyh Abdulkadir-i Geylanî’nin oğullarından birinin sokaklarda naralar attığı rivayet edilir.

Büyük muhaddis ve İslam tarihçisi Ebü'l-Farac’ın oğullarından birinin babasının kitaplarını satarak şaraba verdiğini, torunu Sıbt İbnü’l-Cevzî’den öğreniyoruz.

Bu tercihler, insanın değişime açık olmasıyla ilgilidir. Davet edenden değil, davet edilenden kaynaklanır. Ama bir neslin toplu hâlde bozulması, evlatların tamamen farklı tercihlere yönelmeleri, babaların hâllerini sorgulamayı gerektirir.

Oğullar, babaları neden terk etti? Oğullar, babalara neden itibar etmedi? Burada neden çeşitliliği söz konusudur. O neden çeşitliliğini başka zamana bırakıp şimdilik şunu soralım: Babalar neden itibarsızlaştı?

Postmodern zulüm, Müslümanların önüne birkaç itibarsızlaştırma tuzağı koymuştur:

(1) Siyasal tercih tutarsızlığı.

Bu da iki türlüdür. İlki haber kaynakları ile ilgili: Müslümanların haber kaynakları yetersiz olunca uzaklardaki hareketler olduğundan farklı gösterilebilmektedir. Müslüman, Ümmet hassasiyeti ile o hareketler hakkında olumlu veya olumsuz bir tercihte bulunup da isabet etmediğinde itibar kaybına uğrar. Denebilir ki 20. yüzyılın ikinci yarısında siyasi itibarsızlaşma neredeyse tamamen enformasyon sorunuydu. Enformasyon sorunumuz, dezenformasyonun aramızda işlemesine ve bizde hayal kırıklığı kadar itibarsızlığa da yol açmıştır.

İkincisi ise Müslüman’ın güç durumda kalması ya da etnik ve mezhepsel sentezler yüzünden yanlış tarafgirlikler edinmesi. Zalimi desteklemek, davetin bereketini kaçırır. Saddam Hüseyin ve Esad, bu hususta iki fitne kaynağıydı. 90’lı yıllarda zulmü açık Saddam’ı net olarak dışlamayanların daveti verimsizdi. 2000’li yıllarda ise Esad’a göz kırpanlar, itibar sorunu yaşadılar.

(2) Kişisel amel tutarsızlığı.  

Mal edinme ve diğer nefsani arzularda Müslüman’ın harama düşmesi, itibarını evlatlarının gözünde yerle bir eder. Çocuklar, samimidir ve samimiyet ister. Gençler de çocuk gibidir. Her daim samimiyet testine tabi tutar. Bu testte aranan ise öncelikle tutarlılıktır.

Ankara’da henüz 2000’li yılların eşiğinde gözlemlemeye başladım: Siyasi simaların çocukları; babaları evde hakkı tavsiye edip amelinde harama kaçtığında “Babam münafıktır!” diyecek kadar öfkeye kapılıyorlardı.

O yıllarda İslâmî eğitim oldukça etkiliydi ve bu ilk nesil, babalarından uzaklaştığında genellikle daha devrimci bir İslâmî eğilime yöneldi. Babalar, sonrakileri sıkıca kontrol altına aldı, kendisine benzetmek için gecesini gündüzüne kattı, etrafını da usandırdı. Ama çocuklar, zevkperizme yöneldiler.

Babaları, hakkı helalı tavsiye ederken batıla göz kırpıp harama bulaşıyordu. Tutarsızlığı gören çocuklar; onlardan etkilenmiyor, bunalıma düşüyor ve zevkperizme sığınıyorlardı.

Haramın bedeli ağırdı: Baba, evladının bozulmasına yol açtığı gibi, kendisine itibar kazandıracak bir mirasçıdan da yoksun kalıyordu.

Neticede o babalar, umutsuzluğa kapıldılar, bunaldılar, itibarsızlaştılar ve olmadık siyasi tercihlere yönelerek heba oldular. Bereket onlarda bitti.