Bugün, dünden bağımsız inşa edilemez. Tarih, mazide kalan vakalardan ibaret değildir; beldelerin karakter tahlilleri ve çözüm reçetelerinin kaynaklarından biridir. Tarih boyunca Müslümanlar, bir beldeyi ele geçirdiklerinde Medine’ye benzetmeye çalışmışlardır; beldelerin saadetini Medine ile ölçmüşlerdir.
“Şam” adı bugün Suriye’nin başkenti “Dımaşk” için kullanılsa Fransız istilası ürünü “Suriye ulus devleti”nin topraklarının bütününü anlatır. Hatta onunla beraber Mısır’dan Halep’e uzanan, Filistin, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayan Doğu Akdeniz’dir. Bu mahiyette analizimizde Şam, bugünkü “Suriye ulus devleti”nin toprakları anlamında kullanılacaktır.
ASHAB’IN ŞAM’INDAN KARMAŞIK ŞAM’A
Şam, Hz. Ömer radiyallahü anh devrinde Bizans’tan alındı; Emevîler Devri’nde seksen dokuz yıl başkentlik yaptı. Ardından Abbâsî Devri’nde ihmale uğradı. Şam, Abbâsî ihmalinde kimlik karmaşasına sürüklendi. Irak’tan kaçan kimi topluluklar, Şam’ın dağlarına sığınırken Emevîler Devri’nde Akdeniz sahillerine yerleştirilen nitelikli Arap kabileleri de kimlik dönüşümüne uğradı.
Şam, buna rağmen Bizans’ın Kudüs’e tekrar kavuşma stratejisine karşı kendisini de İslam alemini de korumayı başardı, hep cihad yurdu oldu. Ne var ki Hicri 358, Miladi 960’ta Fâtımîlerin Mısır’ı ele geçirmesiyle Abbâsî-Fâtımî çekişmesi içinde kaldı. Fâtımî-Bizans ilişkileri, Şam’ı Bizans saldırılarından genel olarak koruduysa da başta Avrupa’nın fethini vaat eden ama sonra yönlerini İslam alemine çeviren Fâtımîlerin Bağdat’ı alma romantizminde harap olup tükendi.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Abbâsîleri himayesi altına alması, Şam’ı Selçuklu komutanı Atsız’ın maharetiyle kısmen rahatlattı. Ama Melikşah’ın ölümünün ardından kardeşi Şam Hükümdarı Tutuş ile oğulları arasındaki taht savaşlarında bölge, tarihinin en dehşet verici maddi tahribatlarından ve ruhi travmalarından birini yaşadı.
Tutuş, kan dökmeyi iktidara kavuşmanın ve iktidarı elde tutmanın yegâne yolu biliyordu. Onun politikalarıyla, tabiri caizse Şam’da kaht-ı rical (adam kıtlığı) oluştu. Şam’ın kanla yönetilemeyeceği net olarak anlaşıldı.
Tutuş, 1095’te öldürülünce Selçuklu Şam’ı üçe bölündü: Dımaşk, önce Tutuş’un oğlu Dukak’a, ardından oğlunun atabegi Tuğtegin’e kaldı. Halep ise Tutuş’un küçük oğlu Rıdvan’a verildi. Ne var ki bir süre sonra Rıdvan’ın atabegi de Humus’a çekildi.
Humus, pek etkili sayılmazdı. Ama Dımaşk-Halep bölünmesinin sosyolojik pek çok yanı vardı. Dımaşk; Filistin, Mısır ve Hicaz ile epey içli dışlı iken Halep; Arabistan ile Anadolu arasında tam bir tampon şehirdi ve iki şehir arasında ancak güçlü devletlerin kontrol altına alabildiği bir rekabet söz konusuydu.
Dımaşk’ın, sorumluluk hisseden, ağır başlı, kucağı açık, biraz da kibirli bir başkentlik yanı vardı. İçeride galeyanı seven Halep ise daima kendi başına bir cumhuriyet olma kaygısında, dışarıya karşı epey kapalı, biraz da Dımaşk’tan yana haset içindeydi. İki şehri bir araya getirmenin yolu, Dımaşk’ın ağırbaşlılık ve kibrini; Halep’in ise galeyan ve hasedini kontrol altına almaktı.
Halep, doğrudan tehdit edilmediği sürece dışarıya açılmaktan haz almazdı. Parçalı Şam’da Dımaşk, Abbâsîlere biatlı, Halep ise gelgitler yaşasa da Fâtımîlere yakındı. Fâtımîlere yakınlık, aynı zamanda onu Bizans hücumlarından koruyordu.
Haçlılar, 1097’de Urfa’yı, ardından 1098’de Antakya’yı işgal ettiklerinde Fâtımîler adına hutbe okutan Halep hükümdarı Rıdvan, bunu pek de umursamadı. Dımaşk ve Humus’un Büyük Selçukluların yönlendirmesiyle aldığı önlemler ise Haçlı ilerleyişini durdurmadı. Nihayetinde Şam’daki bu vaziyet karşısında Kudüs 1099’da istila edildi.
Kudüs, o günlerde Fâtımîlerin elindeydi; Şam’da ise sözü edilen devletçikler dışında bir de Trablus’ta Arapların Ammaroğulları, Şeyzer’de Munkizoğulları devleti vardı. Ca’ber’i de itibarsız bir hanedan yönetiyordu.
Kudüs’ün İstilasından Urfa’nın Fethine kitabımda anlattığım üzere Dımaşk, Kudüs’ün istilasından sonra Haçlılara karşı kayda değer bir mücadele verdi. Atabeg Tuğtegin, Haçlı ilerleyişini durduran şahsiyetlerden biri olarak tarihe geçti. Lâkin Halep’in önce duyarsızlığı, sonra istikrarsızlığı karşısında yoruldu, onun varisleri ise yolunu sürdürmediler ve Haçlılarla mücadeleden çekildiler.
Dımaşk; Haçlılarla mücadeleden çekilince Halep şehri, Haçlılarla mücadelenin karargâhı oluverdi. Nûreddin Mahmud Zengî’nin babası Musul Atabegi İmâdüddin Zengî, şehri 1129’da alınca Halep, Şam’ın başşehri oldu. Bununla birlikte Ammaroğulları Devleti 1109’da Haçlı istilasına uğramışsa da Dımaşk Tuğteginliler ile Şeyzer ve Ca’ber devletleri de Şam’da varlıklarını sürdürüyorlardı.
Zengî; şehrin eski valisi Aksungur’un oğlu olarak Halep doğumluydu. Babasını hayırla anan Halep, ona muhabbetle bağlanırken Dımaşk, sonuna kadar ona direndi ve iki şehir arasındaki rekabet, Dımaşk’ı Zengî hakimiyeti dışında bıraktı.
HALEP’TE MEDİNE MODELİ
Zengî, Şam’ın birliği mücadelesinde 1146’da Ca’ber’i almaya çalışırken katledilirken oğlu Nûreddin, komutan Şîrkûh’la birlikte Halep’e geçti ve Halep emîri oldu.
Nûreddin’in Halep emîri olması; emirlerin vefatının ardından sıklıkla rastlanan alelade bir vaka değildi. Zengî Devri’nde Haçlılara karşı mücadele vesilesiyle güçlerini artıran, İslam birliğinin önemine yürekten inanmış, Selâhaddin’in babası Necmeddin Eyyûb önderliğindeki Gazzâlîci sûfi gazilerin bir İslam devrimiydi.
Bu devrimle sûfi gaziler, vakıf oldukları Hadis kaynaklarından yola çıkarak Sünnet-i Seniyye üzere Şam’ı resmen Medine-i Münevvere’ye benzetip Şam-ı Şerif kılma projesi başlatmışlardı.
Tarihî bir deha olan Necmeddin Eyyûb, Ba’lebek’i Dımaşk’a teslim ederken aslında Dımaşk’ı kontrol altına aldı. Şîrkûh’un yakın dostu Vezir Mücahidüddin ise Musul’da Nûreddin’in ağabeyi Seyfeddin Gazi’nin yanında kaldı. Böylece Haçlılara direniş cephesini oluşturan Musul-Halep-Dımaşk üçgeni Ümmetçi sûfi gazilerin eline geçti.
Ba’lebek, Necmeddin’in hakimiyetine girdiği 1138’den itibaren Medine’ye benziyordu. Musul kontrol altındaydı ve şimdi Halep, Nûreddin’in önderliğinde Medineleşme yolundaydı.
Halep, sûfi gazilerin yönetiminden önce, siyasi çekişmelerin yanında mezhep çekişmeleri bunalımı da yaşıyordu. Şehrin nüfusunu çoğunlukla Ehl-i Sünnet mensubu olarak Şafiî ve Hanefiler oluştururken şehrin sosyal iktidarı İmamiye (Caferi) Şia’sının elindeydi. Şehrin ulu camisinde ezan, onların adeti üzerine okunur, cenazeler de öyle kaldırılırdı. Şehrin etrafında, Haçlılarla iş birliği içinde Şiî İsmailî topluluklar ve kendilerini tarihi sürecin dışında tutarak bütün taraflarla biraz veya şiddetli kavgalı Hanbeli isimler de vardı.
Nûreddin, Halep’e emîr olunca Müslümanlar arasında birlik, adalet ve merhamet; Haçlılara karşı ise güç ve adalet stratejisi başlattı. Bu bağlamda Hz. Ömer Devri misali Mezalim Mahkemeleri kurdu. Bu mahkemelerde fark gözetmeksizin bütün halkı adaletine ikna etti, böylece mülkün esasına adaleti yerleştirdi. Öte yandan kendisi Hanefi iken önce Şafiîler, sonra Hanefiler için medreseler açtı, şehirdeki kimlik bunalımına son verip Ehl-i Sünnet kimliği üzere bir inşaya yöneldi. Haçlılarla iş birliği yapan İsmailîlerin lideri Ali b. Vefa, Şîrkûh’un kılıcına maruz kalırken yeni vaziyete direnen İmamiye’nin sosyal iktidarına peyderpey son verildi. Nûreddin, onlardan Halep camisini yakanlara dahi şiddetli cezalar vermek yerine onları bazı Hanbeli isimleri de sürdüğü Harran’a yolladı.
Ehl-i Sünnet kimliği, sadece Halep-Dımaşk-Hama-Humus arasında Şam birliğinin değil, Musul’dan İskenderiye’ye İslam dünyasının orta kesiminin tamamında Sünnet şemsiyesi altında yeni bir birlik heyecanı oluşturdu. Nûreddin’in adalete dayalı yönetimi ise devletini, bütün kesimler için tercih edilir kıldı. Sünnet, Müslümanları buluştururken adalet diğer kesimleri de Müslümanlara yaklaştırdı.
Nûreddin, Müslümanların birliğini, Haçlılarla mücadele, dolayısıyla Kudüs’ün fethi stratejisi doğrultusunda değerlendirirken adil bir yönetimle devletini iç çekişmelerden korudu. Haçlılara karşı fetihler, maneviyata yönelmiş Müslümanları kendisine yönlendirirken onun fetihlerle aynı azimle yürüttüğü imar çalışmaları, devletini dünyevi kesimler için de cazip kıldı. Böylece mana ve madde buluştu.
Kudüs’ü fetih stratejisi, ilim-adalet-kalkınma-fetih olmak üzer dört ayaklı bir birliğe dayanıyordu. Bu birlikle Medine saadetine kavuşan Nûreddin’in ülkesine alim ve sûfi gazilerin yanında her din ve mezhepten tüccarlar, mühendisler ve tabibler de kast etti. Ülkedeki manevi kalkınma maddi kalkınmaya vesile oldu ki bu tamı tamına Hz. Peygamber’in Ashabının yoluydu. Beldeleri Medine yapma projesiydi.
Nûreddin’den önce Dımaşk’ı ele geçirme hayallerine kapılan Haçlılar, Şam’daki bu birlik karşısında Şam’la uğraşmayı ikinci plana atıp Mısır’a yöneldiler.
DIMAŞK’TA MEDİNE MODELİ
Haçlıların Askalân şehrini alarak Mısır’a yönelmeleri üzerine Nûreddin; Necmeddin Eyyûb ve Şîrkûh’un desteğiyle 549/1154’te Dımaşk’ı alarak Şam sultanı oldu.
Nûreddin, Dımaşk’ı Necmeddin Eyyûb’un yönetimine bıraktı; Necmeddin, şehri başkent olmaya hazırladı. Hazırlıklar bitince Nûreddin, Dımaşk’a geçti.
Nûreddin’in Dımaşk’taki ilk işlerinden biri, Mezalim Mahkemeleri için Dârüladl’i inşa etmek olurken büyük alim İbn Asakîr için de büyük bir Dârü’l-Hadis açtı. Şam’ı Medine-i Münevvere modeli üzerinden yeniden inşa edip Şam-ı Şerif kılma projesi tam olarak bu iki kuruma dayanır. Sünnet üzere buluşma ve adil yönetim.
Necmeddin Eyyûb’un yetiştirdiği neslin önderleri Nûreddin ve Selâhaddin’in başarısının sırrı, Sünnet-i Seniyye’yi bireysel ve sosyal hayattan devlet yönetimine taşımalarıdır. İslâmî yönetimde büyük birlik budur. Bu birlik, toplumla devleti adalet üzere bütünleştirerek yükselişin yolunu açmıştır.
Nûreddin, adilce bir yönetime epey yabancılaşmış, Haçlılara karşı mücadeleyi de artık önemsemeyen Dımaşklıların hâllerini anlayışla karşıladı. Kendisi Haçlılarla mücadele ederken gıda fiyatları yüksek diye protestoda bulunan halka iyi muamelede bulundu. Bununla birlikte zahidlere özgü hayat tarzını sürdürdü. Şam'da saray inşa etmek yerine mütevazi bir konakta oturdu; devletin gelirlerini cihadın yanında ulema ve tabipler için ise medreseler ve hastane açmaya harcadı.
Nûreddin’in Dımaşk’ı başkent edinmesi Halep’i huzursuz etti. Hatta Halep, Nûreddin’in hastalanmasını fırsat bilip isyan etti. Buna rağmen Nûreddin, Halep halkına yönelik infazlar yapmadı. Ayaklanmayı bastıran Şîrkûh ilk anda bir iki kişiyi infaz ettiyse de Nûreddin, meseleyi orada tuttu.
Nûreddin, I. Mesud Devri’nde onun kızıyla evlenerek Anadolu Selçukluları ile iyi ilişkiler kurdu. II. Kılıçarslan Devri’nde ise Anadolu’yu da cihada katmak için arayışlara girdi. Abbâsî Halifesini düzenli bilgilendirerek Irak Selçuklularını mümkün oldukça işlerine karıştırmadı. Şam Sultanı olmasından ve Şam’ın birliğini sağlayıp Kudüs’teki Haçlıları tehdit etmesiyle birlikte Bizans Kralı Manuel, onun ülkesine yöneldiğinde Mısır’daki Fâtımîlerle bir İslam ittifakı kurmaktan çekinmedi. Bu birliği hesaba katmayan Manuel, Haçlılara da güvenmeyince Halep civarından İstanbul’a dönmek zorunda kaldı.
Nûreddin, her imkânı Kudüs stratejisi doğrultusunda değerlendirirken her sorunu da aynı doğrultuda fırsata dönüştürdü. Ülkesini neredeyse baştan başa yıkan depremlerden sonra, şehirlerini dilediğince yeniden inşa etti. Öyle ki şehirleri, Endülüs’ten gelenleri bile imrendirdi. Depremde yıkılan Şeyzer şehrini ülkesine kattı. Böylece Beni Munkiz Devleti son bulurken Ca’ber Kalesini de kan dökmeden teslim aldı. 1174’te vefat ettiğinde Şam’ın birliğini tamamlamıştı, Anadolu’nun bir kısmı ve Musul da Şam’a tabiydi.
Nûreddin, Haçlılarla amansız savaşırken Şam Hristiyanlarını incitmedi. Çukurova Ermenilerini özenli bir çabayla Haçlılardan koparıp ittifakına kattı ve bunu o kadar önemli gördü ki onların aldığı bazı Haçlı esirlerini Halifeye göndererek bunu Kudüs ve İstanbul’un fethi için işaret olarak bildirdi.
Öte yandan Selâhaddin, Mısır’da babası Necmeddin’in kılavuzluğunda Fâtımî Halifeliğini tarihe karıştırmış, sadece Mısır’ı değil, Hicaz ve Yemen’i de ıslah etmişti.
Nûreddin’in vefatı üzerine Selâhaddin, Dımaşk’a gelip onun yerini aldığında Halep, bir kez daha birlikten ayrıldı; Dımaşk’la çekişerek Haşhaşiler ve Haçlılarla ittifaka yöneldi. Buna karşı Selâhaddin, on yıl boyunca Halep’i almaya çalışırken Müslümanların kanının dökülmemesi için azami gayret gösterdi. Halep nihayetinde ittifaka katıldığında şehirde herkesi affetti. Bundan sonra Halep, onun sadık şehirleri arasında yer aldı. Kudüs’ün fethinde de bizzat yer aldı. Bu, bir iyilik devletiydi; iyilikte bulunarak iyiliğe çekerdi.
Selâhaddin, Emevilerden sonra, kibir ve hasedi epey izale ederek Dımaşk-Halep birliğini sağlamış, büyük bir önderdir; onun kardeşi ve çocukları devrinde Halep, kısmen Şam birliğinin dışında durmuş gibi olsa da asla Şam birliğinden tamamen çıkmamıştır. Dımaşk ile Halep arasında zaman zaman sorunlar yaşanmışsa da eski istenmeyen günler bir daha geri gelmemiştir.
Dımaşk-Halep birliği, günümüze kadar da Nûreddin’in ardından Selâhaddin’in iki şehri buluşturması üzere devam etmektedir.
ŞAM BUGÜN NE OLACAK?
Tarihî sürece bakılırsa Halep, Dımaşk’a hâkim olduğunda Şam, Anadolu’nun etkisi altına girer. Bugün Ahmed eş-Şa’ra Colanî, Dımaşk bölgesinden olsa da hükümet üyelerinin çoğu Halep çevresinden. Bu denge; ağırbaşlılık-kibir ile galeyan ve hasedi kontrol altına almak için elbette önemli. Ama Şam’ı Fransız istilası “Suriye” karmaşık kimliğinden kurtarıp yeniden Şam-ı Şerif yapacak olan, Nûreddin ve Selâhaddin çizgisinin izlenmesidir. Bu çizgi; Allah’ın izniyle Lübnan, Ürdün ve Mısır’ı da etkiler ve Kudüs’ün fethine vesile olur.