Mümessil ile temsil edilen arasında bağın ve benzerliğin olması bilinen bir esastır. Öte yandan mümessilin, temsil edilen tarafından atanması ya da onaylanması da medeni bir kabuldür. Bağ, benzerlik, atanma, onaylanma unsurlarından birinin eksik olması; mümessillik vasfı için engel teşkil eder.

Kürtlerin önüne “mümessil” yani “temsilci/vekil” diye konan PKK, Kürtler nezdinde bu unsurların tamamından yoksundur. Hatta PKK ile Kürtlerin büyük bir bölümü arasında bağın bulunması bir yana bir karşıtlık söz konusudur.

Emperyalist Batı, 20. yüzyılın başlarından bu yana Müslümanların değerlerine düşman olanların onların mümessili olarak atanması stratejisi oluşturdu ve bu stratejisini zorbalıkla Müslümanlara kabul ettirme yoluna gitti. Bu zorbalığın neticesi; Müslüman kavimlerin emperyalistler nezdinde temsil edilmesi değildir; emperyalistlerin Müslüman kavimler içinde kendisi için vekiller hatta amiyane bir tabirle çavuşlar bulmasıdır.

Söz konusu mümessillik politikası ile Müslüman kavimler, Batı nezdinde temsile kavuşmadılar. Aksine Batı, Müslümanlar nezdinde gizli koloni/sömürge idarelerine kavuştu. Bu mümessillik yapısı, “açık” Avrupa çağından sinsi “Yahudi” çağına geçişte, koloni/sömürge valiliğinin kamufle edilmesinden öte bir şey değildir.

PKK’nın Kürtlerin mümessili olarak öne sürülmesi, işte bu stratejinin geç bir örneğidir. Batı’ya teslim olmayı Kürt milliyetçiliği olarak görmek nasıl ki bir geç milliyetçilik örneği ise PKK’ya biçilen rol de böyle geç bir misaldir.

PKK, DIŞ GÜÇLERCE DAYATILDI

Batı/Yahudi uygarlığı tarafından Müslümanlara dayatılan temsilcilerin öykülerine bakıldığında tamamı, halkları adına mücadele eder görünüp halklarının kılavuzluğunu hileyle ele geçirmiştir. Kısa süren bu hâlin ardından yine tamamı, Batı için halkları ile mücadele etmeye başlamıştır.

Yahudilerin özgürlük yolu diye dünyanın başına bela ettikleri milliyetçilik, halkları medeniyet öncesi kültürlerine yönelterek raydan çıkardı. Batı’nın öne sürdüğü kurtarıcılar; bir halkı halk yapan bütün unsurları yok ederek sadece dil üzerinden milliyetçi görünüp emperyalizm için yeni “barbarlar” üretme yoluna gittiler. “Büyük önder, millî şef” diye anılan bu sahte kurtarıcıların vazifeleri, yaşam tarzları ile Batı’ya benzeyen ama dilleri ile Batı’dan farklılaşan, böylece uygarlığın kapısında gezinirken “uygarlaşmak”tan da yoksun bırakılan modern/postmodern barbarlar ihdas etmektir. Bu, basbayağı modern/postmodern bir kölelik/hizmetkârlık hatta bir paralı askerlik (memlûk/ğulâm) yapısıdır.

PKK’nın görünen kurucusu Öcalan’ın kitap ve yazılarında açıkça görüldüğü üzere PKK, bu role talip olarak Batı ile temas kurdu ve Batı’nın İslam alemindeki derin vekillerince desteklenerek bugünkü konumuna getirildi. PKK, Türkiye’de, Batı’ya teslim olmayı rasyonel (akılcı) milliyetçilik, yani ulusalcılık olarak gören derin yapılarca desteklenerek büyütüldü.

Sistemin çekirdeğinde yer alan ve daha sonra Ergenekon yapılanması iddiasıyla yargılanan Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in PKK’nın Kürtler arasında yer bulması için Öcalan’a akıl ve doğrudan propaganda desteği verdikleri inkâr edilebilir mi?

Her iki ismin de ulusalcı oldukları; bir zamanlar Batıcılığı ve İslam’a düşmanlık yapmayı, “Türk ulusçuluğu” olarak belleyip o yönde ödünsüz bir mücadele verdikleri malumdur.

PKK, 12 Eylül’ün ardından ise Şam’a (Suriye’ye) geçti. Bu kez sözde Araplar adına rasyonel milliyetçilik yapan, yani Batı’nın yanında olmayı, Batı için çalışmayı ve İslam düşmanlığı yapmayı Arap ulusçuluğu olarak belleyen Mişel Eflak’ın partisi BAAS ve talebesi Hafız Esed’in himayesine girdi.

Şam ve Kürt coğrafyası tarih boyunca Kudüs’ün muhafızlığını yapmıştır. BAAS, Şam’da Arap Müslümanları rasyonel milliyetçilik üzerinden Batılılaştırırken Öcalan da İran ve Irak dışında kalan Kürt coğrafyasını aynı zihniyet üzere Batılılaştırma yoluna gitti. Bundan beklenen, Kudüs’ün korumasız bırakılmasıdır. Öcalan, Esed’in Bekaa Vadisi’ne yerleşti, oradan Türkiye’ye yönelik eylemler başlatırken Kürt halkını İslam’dan uzaklaştırıp Batılılaştırma projesini de başlattı.

Proje, Türkiye’de “derin devlet” olarak bilinen rasyonel milliyetçi/ultra laik yapısı tarafından Kürtlerin özlerinden koparılması adına büyük bir şans olarak görüldü. Bu yapı, kontrollü mücadele yöntemiyle PKK ile mücadele eder görünürken onu peyderpey büyütme ve Kürtlerin mümessili konumuna çıkarma yoluna gitti.

PKK, ideolojik yapısını bu yol üzere Batı ile uyumlu olmaya, Batı’nın çıkarlarını korumaya ve Batı adına mücadele etmeye endeksledi. Kendisini önce Batı’nın, sonra Batı ile çalışan ulusal yapıların Kürtler içindeki mümessili olarak gördü. Batı ile söz konusu mümessiller karşı karşıya geldiklerinde ise Batı’yı tercih etti, onlarla Batıcılık yarışına girdi.

PKK’nın Türkiye’de sosyalist yapılar ve Şam’da BAAS ile ilişkileri bu bağlamda yol almıştır ve yol almaya devam etmektedir.

PKK EN ÇOK KÜRTLERLE SAVAŞTI

İslam dünyasındaki Batı mümessillerini tarif için “Orta Doğu Orduları” diye bilinen bir kavram vardır. Bu “vekil” orduları, temel nitelikleri, vazifelerinin Batı adına halklarına baskı yapmak ve halklarını dönüştürmek olmasıdır. Onlar, halklarının orduları değil, Batı adına halklarının başındaki polis-jandarma kuvvetidirler. Halklarını korumak için değil, halklarını kontrol altına almak ve halklarına karşı savaşmakla görevlidirler. Nitekim ulus devlet hapishanelerinde gardiyanlık görevi gören bu ordular olmasa bugün İslam dünyasından yüz binlerce kişi, Gazze’ye gider ve siyonizmle savaşırdı.

PKK’nın Kürtlerle ilgili işlevi de budur. Onun vazifesi, Kürtlükle mücadele etmektir. Batı/Yahudi uygarlığı, Kürtlükle İslam arasındaki sıkı bağı keşfetmiş ve neticede Kürtlüğün İslam’dan uzaklaştırılamayacağına karar verip bir tür manen idam edilmesine karar vermiştir. Eski ulus devlet yapıları bunda başarılı olamayınca cellatlık vazifesi, PKK’ya verilmiştir.

PKK, kurulduğundan bu yana, bir yandan sivil halktan diğer yandan farklı hareketlere mensup şahsiyetlerden on binlerce Kürt öldürdü, milyonlarca Kürdün de yerinden olmasına yol açtı. PKK’nın Rojava’da yol açtığı göç, bunun sadece son örneğidir.  Bir araştırmaya göre, PKK’nın bölgede etkili olmaya başlamasından bu yana 13 yılda Rojava nüfusunun yaklaşık yarısı yerinden edildi. 2010’da Kamışlo, Kobani ve Cindires’in nüfusu 1 milyon 287 bin 161 kişi iken 2023’te 549 bin 661’e düşmüştür.

PKK’nın asıl tahribatı ise Kürtlüğün manevi şahsiyetine yöneliktir. PKK, Kürtleri kimliklerinden uzaklaştırdı ve benim “Kürd’ün İtibarı” hikayemde (https://www.abdulkadirturan.com/itibar-kurdun-itibari.html )  anlattığım üzere Kürd’ün itibarını yerle bir etti.

PKK, milyonlarca Kürd’ü Türk solunun etkisine açarak ve Türkiye’nin batı illerinde göç ettikleri mahallelerde kontrol altına alarak hem değerler hem dil bağlamında asimile etti. Geçmişte alimleri ile anılan Kürt halkı meyhane çalışanı şarkıcıları ile anılmaya başlandı. Geçmişte güvenirliği ile anılan Kürt halkı; hırsızlık, soygun ve uyuşturucu ile anılmayan başlandı. PKK, Batı ve Batıcılarla uyumla, Kürtleri asimile etme konusunda sınır tanımadı, nihayetinde toplumun çekirdeği aile ile savaştı, orayı aşıp Kürdün cinsiyeti ile bile uğraştı. “Değersizlik siyaseti” diye daha anlattığım bu siyaset, dünya tarihinde benzeri görülmemiş, bir düşüklük ve ihanettir.

PKK, bu yapısıyla Kürtlerin BAAS’ı veya CHP’si bile olamaz; olsa olsa son dönemde siyonizm dostluğuyla öne çıkan yeşil sosyalisti olabilir. Kürtlerin bu “yeşil sosyalist” denen “siyonist dostu” yapı tarafından temsil edilmesini istemek Kürtlüğe düşmanlıktır.

İslam dünyasında modern döneme ait “ulusalcı sosyalizm/rasyonel milliyetçilik/ulusalcılık” tasfiye edilirken ve Batı’da “yeşil sosyalizm” günbegün zayıflayıp siyonizm dostluğu ile de tamamen itibardan düşmüşken PKK, hangi vicdanla Müslüman Kürt halkı için mümessil olarak tanınır?

KÜRT MESELESİ VE PKK SORUNU 

Kürt meselesi, İslam’ın siyaset üzerindeki etkisinin zayıflaması ve Batı emperyalizmi ile ortaya çıkmıştır. PKK sorunu ise Batı’nın ve uzantılarının İslam’ın Kürtler üzerindeki sosyal etkisini zayıflatmak üzere ürettikleri bir savaş aracıdır. Açıkçası ulus devletlerin siyasetine boyun eğmeyen İslam’la yoğrulmuş Kürtlük, PKK eli ile sosyal olarak yok edilmektedir.

Kürt meselesi, Kürtler ve insan hakları söylemine sahip uluslararası yapılar ve millî unsurlar arasındaki bir meseledir. PKK sorunu ise Batı’nın organizasyonuyla PKK ile ulus devletler arasında çıkan bir sorundur. Batı, ulus devletlerin Kürtleri Batı için yeteri kadar devşirmedikleri kaygısıyla PKK’yı öne sürdü ve destekledi. Bu noktada PKK; Kürtler üzerinde ulus devlet baskısının ardından yeni bir baskı mekanizması olarak oluşturulurken onunla ulus devletler arasında bir rol çatışması da oluştu. Bu rol çatışması, ortaya PKK sorununu çıkardı.

PKK sorunu, Kürt meselesi zemininde gelişmiştir ama Kürt meselesi ile özdeş değildir. PKK sorunu ile Kürt meselesini karıştırmak, hainlik değilse iş bilmezliktir. Kürt meselesi, bir insan hakları, adalet ve vicdan meselesidir. PKK sorunu ise büyük ölçüde modern ve postmodern dünyada bir terör sorunudur. PKK sorununu PKK ile çözmek, Kürt meselesini çözmez aksine derinleştirir.

KÜRTLERİ TEMSİLDE SORUNLU İKİ BAKIŞ!

Türkiye’de Batı vekaletinden uzaklaşma yönündeki yeni bir devlet oluşumundan söz edilirken PKK’nın hâlâ Kürtlerin temsilcisi olarak öne sürülmesi tam bir paradokstur. Bu paradoksun oluşmasında iki sorunlu bakıştan söz etmek mümkündür: 

Bunlardan ilki, özellikle komünizmle mücadele dernekleri geçmişinden gelen bir kısım İslamcının bakışıdır. Bu İslamcı bakış, İslâmî kesimlerin “Kürt” adını anmasından bile derin bir huzursuzluk duymakta ve bu yöndeki her tür söylemin karşısında, Kemalistlerden de daha katı bir duruş sergilemektedir. Bu, din bir yana vicdandan da ve Türkiye’nin menfaatlerinden kopmuş, kesinlikle ecnebi bir bakış açısıdır.

 “Siyasetle ilgilenmiyoruz!” diyen geleneksel dindar yapılar bu tutumlarıyla siyaseti nasıl laik kesimlere bırakıyorlarsa dolayısıyla laik siyasetin bir unsuruna dönüşüyorlarsa Kürtlerin İslâmî kesimleri Kürtlükten söz etmesinler diyen sözde İslamcı kesim de dolaylı olarak Kürt siyaseti, PKK’ya bırakılsın, duruşundular, dolaylı olarak PKK’yı desteklemektedirler. Nitekim PKK; eskiden beri bu tür yapılara sempati duymuş ve onlarla iletişim hâlinde olmaya çalışmıştır.

Diğer sorunlu bakış ise ırkçılık ile iç içe geçmiş milliyetçi bakıştır. Irkçılık; din, vicdan ve insan hakları ile uyuşmayan, hasta ruhlular dışında kimsenin sahiplenmediği ayrılıkçı, bölücü alçakça bir eğilimdir.
Türkiye’de  geçmişin “CIA milliyetçiliği” gerçeğinin zıddına bugün milliyetçilik; anti emperyalist olma iddiasında iken ne yazık ki bu düşük eğilimin etkisiyle Kürt düşmanlığı olarak tezahür edebilmekte ve yeryüzünün her noktasındaki Kürt kazanımlarına karşı fütursuzca konumlanmaktadır. Bu asla Türkiye’nin değil, emperyalizmin lehine bir konumlanmadır.

ÇÖZÜM AKL-I SELİM’DİR 

Tasavvuf dergahlarından Müslüman aydınların kökenlerine ve MSP’den AK Parti’ye Kürtlerin dindarlara dayanan siyasete verdiği desteğe akl-ı selimle bakalım: Nicelik ve nitelik bakımından Kürtlerin İslâmî kesimleri dışarıda bırakıldığında Türkiye’de İslâmî kesimlerin değil, iktidar olmaları, belki iktidar ortağı bile olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla Kürtlerin temsilini PKK’ya bırakmak, İslâmî kesimleri Türkiye siyasetinden uzaklaştırmaktır. Kürtlerle temas kuran CHP’nin yükselişi ve yerel yönetimler kazanımları, bunu açıkça göstermiştir.

Bu projenin arkasında ABD ve siyonizm varsa ki vardır, Kürtlerin İslâmî kesimlerini dışarıda tutmak, İslam’a değil, ABD ve siyonizme hizmettir. Bunu aklı başında olan hangi Müslüman ister?

Milliyetçiliğe gelince menşei ne olursa olsun, bugün bir kısım laik milliyetçi dahil, milliyetçilik, anti emperyalist olma iddiasındadır ve 21. yüzyılın postmodern emperyalizmi karşısında şu hakikat net olarak belirmiştir:

(1) Türkiye’nin emperyalizmle yüzleşmek gibi bir gerçeği vardır. Emperyalizmle mücadele, Türkiye’nin birliğinin güçlendirilmesini gerektirir. Kürt meselesi, bunun önünde bir engel ise akl-ı selim sahiplerine düşen bu engelin kaldırılması yönünde bir tutum içinde olmaktır.

(2) Emperyalizmle mücadele, salt bir ülke veya ırk meselesi değil, bir bölge ve medeniyet meselesidir, birlik gerektirir. Kürt meselesi ise bu birliğin önündeki önemli bir engeldir ve emperyalizme karşı mücadele bu engelin kaldırılmasını gerektirmektedir.

Öyleyse Kürt meselesinin çözülmesinden yana olmak; milliyetçiliğin ne kadar Türkiye yararına düşündüğünün ve kendisini ne kadar Masonluk/CIA etkilerinden uzaklaştırdığının da bir ölçüsüdür.

Gerçek bir milliyetçi, Kürt meselesinin çözülmesinden değil, çözülmemesinden huzursuzluk duymalıdır. Zira bu meselenin çözülmemesinden yana olmak, nihayetinde emperyalizmin yol almasına neden olacaktır ki bu da vatanseverlik değil, olsa olsa vatana ihanettir. Hiçbir gerçek milliyetçi, herhâlde vatan haini olarak anılmak istemeyecektir.

ÇÖZÜM GAYET KOLAYDIR

Meseleye Kürt meselesi bağlamında bakıldığında Kürt meselesinin çözülmesi, Türklüğü zayıflatmaz, aksine ona yeniden küresel bir güç olmak imkânı verir. Bu büyük kazanca karşı, Kürtlerin talepleri her medeni yapının kabul edeceği kadar insani ve İslâmîdir. Bu insânî ve İslâmî talepler karşılandığında Batı, PKK’yı desteklese de PKK, kendisi için yakıt niteliğinde olan suiistimal ettiği hukuksuzluklardan yoksun kalacak ve günbegün eriyip tarihe karışacaktır. 

Akl-ı selimle düşünüldüğünde Kürt meselesini Türkiye bağlamında çözmek, gayet kolaydır. Yeter ki samimi olalım, kendimizi yanlış bakış açılarından ve Yahudilerin çıkarlarına hizmet etmekten kurtaralım.