“Bizi ne bekliyor?” sorusunu duyar duymaz gözlerimiz ABD’ye, Rusya’ya dönüyor. Sorunumuz işte burada…
Zira gözlerimiz, öncelikle bize dönmeli, şühedaya, onların artlarında bıraktıklarına…
Aramızdan bazılarının düşmanı bilmesi, farz-ı kifâyedir; düşmanını bilmeyen, düşmanını takip etmeyen; kaybolur ve düşmanın pususuna düşer.
Lâkin kendini bilmeyen, hiç varlık gösteremez. Kendini bilmeyenin düşmanınca kendisine pusu kurulacak bir hâli bile yoktur.
Müslümanlar olarak kritik süreci çoktan geride bıraktık. Düşmanımız en güçlü olduğu ve bizim en zayıf olduğumuz günlerde bizi yok edemedi. O günden bugüne biz, epey toparlandık; düşman ise epey yıprandı.
İslam, baştan başa iyiliktir; bütün dünya iyiliğimizi duydu, şühedamızın cesareti, öz verisi, can çekişen insanlık ruhunu yeniden titretti. Bize düşen; bu iyiliği sürdürmek ve onu daha ileri aşamalara taşımaktır.
Bu hususta önümüzde iki engel vardır: Düşünmemize fırsat vermeyecek kadar üzerimize gelen düşman ve düşündükçe yüzümüzü geçmişin enerjimizi tüketen, bizi geri bıraktıran ihtilaflarına çeviren içimizdeki “kültür” bakiyeleri.
Ters yönde işlese de aslında aynı hedefler doğrultusunda yol alan bu iki belaya rağmen, bizden öncekiler davaya yol aldırdılar. Bize düşen o yolculuğu sürdürmek… Şühedaya mahcup olmamak… Gelecek kuşaklara daha güçlü bir Müslüman dünya bırakmaktır.
Kötülüğün dünyaya hükmettiği bir zamanda iyiliğin, iyi olmanın bedeli vardır. İyiliğe kavuşuncaya kadar o bedeli ödemek mukadderdir.
Düşmanımıza gelince… Ondan beklentimiz, iyilik ise onda o yönde hiç iyi haberler yok… “Çağdaş uygarlık”, baştan başa kötülüktür; zorlandıkça kötülüklerini açığa vurur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan yakın bir döneme kadar, “çağdaş uygarlık” dediğimiz ve artık Yahudilerce gasp edildiği ayan beyan ortada olan uygarlık; içi cehennem – dışı cennet tasarımı ile vardı. Özü baştan başa kötü iken, sözdeki iddiası insan haklarını gerçekleştirmek gibi, iyiliktendi.
Çağdaş uygarlığın en zalim idarecileri, kamuoyunun önüne zarif, beyefendi liderler olarak çıkarlardı. Bay Clinton, Obama o kuşağın son temsilcileriydi. O iyi sözlere ve sözleri tane tane dillendiren görünüşte beyefendilere aldananlar, kendilerini kötülük bataklığının dibinde buldular.
Çağdaş uyarlığın mahrem hâlleri ifşa oldu, iyilikten yana ve beyefendi görünümlülerce dillendirilen yalandan sözleri sihrini kaybetti. Şimdi çağdaş uygarlık, bütün vahşetiyle karşımızda…
Biden, bir ara adamdı; bir bunak... Önceki devirde Trump’ın vahşiliğinin oluşturduğu şoku atlatmak için öne sürülmüş, önceki devre ait, donmuş bir ekran! Karşımızda Trump var. Trump, kapitalist bir tüccar… Kapitalizm ise çağdaş uygarlığın vahşetinin özüdür.
Trump’ın önerilen ekibine bakın: Dışişleri Bakanlığı için Marco Rubio, CIA direktörlüğü için Ratcliffe, Savunma Bakanlığı için Pete Hegseth, BM Daimî Temsilciliği için Elise Stefanik, Ulusal Güvenlik Danışmanlığı için Mike Waltz…
ABD bir yana, dünyayı dolaşsanız, insanlık düzeyinden bu kadar alçaklığa düşmüş bir ekip bulamazsınız. Her biri Ukrayna’nın başına bela edilen Zelenski ya da Arjantin’in başına konan Gerardo Milei’in farklı bir versiyonu. Bir tür klonlama… Önceki gülümseyen vahşilerdi, bunlar eğlenen vahşiler… Öncekiler, düşünce kuruluşlarından toplanmış uşaklardı, bunlar meyhanelerden alınma cellatlar!
Trump, âdeta “En kötü kim olabilir?” yarışması açmış da liste başlarını kabineye almış. Dolayısıyla Trump’ın çöken ABD’yi yaşatmak için yapmayacağı kötülük yok.
Karşımızda Seyyid Kutub’un 1960’lı yıllarda tanıttığı ama aklı veya ilmi yetmeyenlerin anlamadığı ABD var.
Ne var ki gelecek kapkara değil… Bir uygarlık, en kötülerini, en vahşilerini öne sürdüğünde artık son kurşunlarını kullanıyordur. O kurşunlar, ona zaman kazandırır ama onu yaşatmaz.
Moğol canilerini hatırlayın, en vahşileri Hülâgû ve ekibini insanlığın üzerine sürmüştü de çökmüştü. ABD’nin yaşayacağı da budur.