Türkiye’de İslâmî kesimin laikçiliğe rağmen, siyasi varlık göstermesi, tarihin hayrete düşürücü gelişmelerinden biridir.

Öncelikle laikliğe “devlet” karar vermişti. Sonra “vatanı kurtaranlar” laik olmayı emretmişti. “Devlet” ve vatan söz konusu iken sıradan insan ne yapabilirdi ki!?

Öte yandan yüzyılların savaşlarında Müslümanların seçkinleri cephelerde şehid olmuştu. Kurtuluş Savaşı sırasında ise önderlik yapabilecek gençlik de cephelerde can vermişti.

İslâmî kesim hem nitelikli yapısını kaybetmiş hem yorgundu. Oldukça zinde ve dışarıdan desteklenen laik cepheyle bu koşullarda karşılaştı.

Ülkenin Müslümanları, vatan ve devleti kendilerine ait bildiler. Dolayısıyla bir yandan vatan ve devlete zarar vermekten kaçınmalı, öte yandan “vatanı biz kurtardık, devlet de biziz” diyen laik elitle de mücadele etmeliydiler.

Bu, çok ince bir çizgiydi. Bu çizginin dışarıdan destekleyeni yoktu ve içeride muhalif laik elit sınır tanımıyordu.

İslâmî kesim, azim ve kararlılıkla, bununla beraber yıkıp dökmeden 1970’li yıllarda daha gür bir sesle sahaya çıktı ve 1980’li yıllarda neredeyse sosyal iktidarı yakaladı. 1990’lı yıllarda artık iktidarın eşiğinde hatta bizzat kısmen de olsa iktidardaydı.

Buna karış laik elit, bütün imkânlarını kullanarak 28 Şubat sürecini başlattı. İslâmî kesime darbe üzerine darbe vurdu. Ama İslâmî kesimi bitiremeden pes etti.

İşte burası her iki kesim için de tam bir dönüm noktasıdır. İslâmî kesim, dışarıya bağlı laik elitin 28 Şubat’taki başarısızlığıyla tamamen yıldığını ve çekildiğini düşündü. Oysa laik elit, klasik laiklikten, yani modern zamanların laikliğinden yeni laiklik tarzına, postmodern laikliğe geçirildi. Postmodern 28 Şubat darbesinde başarısız olunca onun önüne postmodern bir laiklik tarzı kondu.

İslâmî kesim daha önce siyasi süreci takip ve teşhiste oldukça maharetliyken bu yeni süreci okumakta, gerekçeleri inşaallah başka bir analizde açıklanacağı üzere, yetersiz kaldı. Yeni süreci takip ve teşhis edemedi. Oysa yeni süreç öncekinden de daha sorunlu ve daha azimli bir mücadeleyi gerektirmektedir. 

YENİ SİYASİ TEHDİT: NEO-LAİKLİK

Laiklik, Fransa’da din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması esası üzerine ilan edildi. İhtilal’den sonra laik devlet için laik bir ulus gerekti. Bunun için laiklik, devlet mecrasından, toplum ve birey mecrasına taşındı.

Fransa’da jakoben ihtilalciler, toplumun itirazlarına rağmen, laikliği din karşıtlığı üzerinden yürüttüler. Neticede laik bir devlet için, laik bir Fransız toplumu ürettiler. Laikliğe karşı itirazı, nihayetinde toplumu laikleştirerek bitirdiler.  

Buna karşı genelde diğer Batı ülkeleri ama özelde İngiltere ve ABD, kimi zaman yanlış bir ifadeyle  “sekülerizm” denen daha yumuşak bir laikliği tercih etti.

Fransız jakoben laikliği, her şeye rağmen kamusal alanda kalmış gibi yaptı, evlerin içine müdahale etmiyor göründü, dinin kalesi aileyi de doğrudan hedefine almadı hatta aileyi korumaya yönelik kimi önlemleri de sürdürdü. Buna rağmen Fransız tipi laiklik uygulamasında, dinin görünürlüğü kamusal alanın dışında da günden güne zayıfladı.

İngiliz-ABD (Anglo-Sakson) laikliği ise dine kamusal alanda da kısmen yer verdiği hâlde yine dinin aleyhine işledi, dinin görünürlüğünü günden güne Fransa’da olduğu gibi azalttı.  

Dolayısıyla biri sert, diğeri yumuşak iki laiklik türü, aynı neticeyi verdi. Bugün ABD’de farklı bir durumlar söz konusu ise de kimse İngiliz toplumunun Fransız toplumundan daha dindar olduğunu öne süremez.

Henüz 1917’de Rusya’daki Sosyalist Ekim Devrimi’yle bu iki laiklik türüne çok sert bir üçüncü laiklik tarzı eklendi. Sovyetler Birliği ve ondan sonra kurulan sosyalist rejimler, kamusal alan, sosyal alan ayrımı yapmadan, bireyin zihninde dahi dine tahammül etmedi. Sosyalist laiklik, bireyi anti-teist yani “tanrı düşmanı” olmaya zorladı. Devletin gücünü dini imha etmek için doğrudan kullandı.

Türkiye’de 1924’te uygulanmaya başlanan ve 1937’de anayasaya giren laiklik, Fransız laikliği ile Sovyet laikliği arasında Kemalist bir sentezle yol aldı. Özünü Fransız laikliğinden pek çok uygulamasını ise Sovyet laikliğinden temin etti.

Bu analizde sözünü edeceğimiz neo-laiklik, bu üç tarzın yanında Kemalist sentez tarzından da öte bir yerde kalmaktadır.

Söz konusu olan dört laiklik türü, rafa kaldırılmadı lâkin onların hiçbiri bugün tam olarak uygulamada değil. Bu analizde sözünü edeceğimiz laiklik tarzı, onlardan bağımsız değil, Anglo-Sakson tarza çok yakın görünse de onun kendisi değil, ondan tamamen farklı da değil. Geçmişinden bağımsız olmayan ama ondan da farklılaşmış bir karışımdır neo-laiklik.

Neo-laiklik, araştıranı öğrendikçe dehşete düşüren korkunç bir üretim... Görünümü Anglo-Sakson gelenek üzere yumuşak, hedefine karşı tutumu, Sovyet tarzını geçecek türde sert bir uygulama…

Neo-laikliği etkili ve tehlikeli kılan, işte bu yumuşak görünüm ve sert etkidir. Burada iki zıddın buluşmasından hem bir inşa oluşturulmuş hem bir imha yapısı.

Bu imha yapısının en önemli argümanı ise “özgürlük”tür. Yüzeysel bir bakışla neo-laiklik, kusursuz bir özgürlük arayışının neticesidir, laik dünyanın olgunluğa ulaşarak muhalifine alan bıraktığı bir özgürlük arayışı… Oysa neo-laik özgürlük, muhalifine özgürlük vermek bir yana onu tamamen yok etmek üzere tasarlanmış, kamuflajlı bir despottur.

 Öyle ki muhalif, neo-laikliğe karşı çıktığında özgürlük düşmanı olarak etiketlenir ve propaganda ile marjinalleştirilir; neo-laiklerin özgürlük söylemini sahiplendiğinde ise kendisini imha edecek canavara bizzat hizmet etmiş olur.  

Burada ürkütücü bir düzenek söz konusudur: Neo-laikliğin yumuşak yanı, onun hem despot yanını saklar hem ona muhalif olma ihtimali olanları dahi şemsiyesi altına alıp kendisi için kullanacak bir geniş siyaset alanı, bir iktidar yolu açar. Neo-laikliğin sert darbeleri ise onu Sovyet tarzı tek parti iktidarı gücüne ulaştıracak bir imha gücüne kavuşturur.

Neo-laikliğe dışarıdan baktığınızda ona ısınasınız gelir; sizi çekecek kadar merhametli görünür. Oysa imha gücüyle insanın bedeninden önce ruhunu çürütür, insanın onurunu ayaklar altına alır ve onu acımasızca tüketir.

Sertlik konusunda neo-laikliğin Sovyet tarzı laiklikten farkı sadece şudur: Sovyet tarzı laikliğin araçlarının işkence ve silah iken neo-laikliğin araçları insanın zafiyetleridir. Neo-laiklik, insanın arzularını ona karşı bir silah olarak kullanarak onu manen vurur ve imha eder.

KLASİK LAİKLİK VE POSTMODERN NEO-LAİKLİK FARKI

Klasik laiklik, Fransız ve Sovyet tarzları ile ne ölçüde sert olursa olsun, uygun ifade ile mertti. Modern devrin ikili yaklaşımıyla kendisini de karşıtını da tarif eder ve karşıtının üzerine despotça varır. Bu mücadelede ya karşıtını yener ya da ona yenilir. Oysa sinsilik, neo-laikliğin mühim bir özelliği ve belki en önemli güç kaynağıdır. Neo-laiklik; ne kendisini tarif eder ne muhalifini. Alanı müphem bırakarak iktidarı ele geçirir.

Klasik laiklik açıktı. Bunun için insanı onun hakkında bilinçlendirmek kolaydı. Oysa neo-laiklik müphemdir. Ne sıradan insanı onun hakkında bilinçlendirmek kolay ne de niçin ona karşı olduğunuzu izah. Bu zorluk, neo-laikliğe muhaliflerine karşı başlı başına bir güç vermekte, onun fütursuzluğunu artırmaktadır. 

Klasik laiklik, Fransız örneğinde aileyi tanırdı; Sovyet örneğinde ise muhalifin bedenini hedef olur, onu itaat altına almadığında öldürürdü. Neo-laiklik, dinin yaşayacağı hiçbir alan tanımaz, din için bireyin zihni dahil hiçbir iktidar alanı bırakmaz. Ama muhalifinin bedenini değil, itibarını hedef alır, onu zafiyetleri üzerinden avlayıp itibardan düşürme yoluna gider. Sonuçta yaşarken hiçleştirir.

Hakikatte Gazze’de bebekleri katletmek, nasıl vicdansız bir eylemse neo-laikliğin muhaliflerine karşı tutumu da öylesine vicdansızcadır. Oysa Gazze’deki katliam açık iken neo-laikliğin ve faaliyetlerinin üzeri örtülmüş, insanın gözü ona karşı körleştirilmiştir.

Klasik laiklikte, Fransız tarzında devleti laiklere bırakmanız büyük ölçüde rahat bırakılmanıza yetebilirdi. Sovyetlerde ise sosyalizmi dille ikrar sizi baskının çoğundan kurtarırdı.

Neo-laiklikte ise insanın fiziğiyle ilgili cinsiyet hakkı bile ona çok görülür. Sizden düşünce ve inancınız ne olursa olsun, eşcinsellik gibi insanın yaradılışına aykırı bir hususu onaylamanızı ister. Onu onaylamadığınızda sizi özgürlük düşmanı ilan eder, siyasette varlık göstermenizin önüne geçer. Onu onayladığınızda ise halkınızın hatta hane bireylerinizin bu aşağılayıcı hâle maruz bırakılmasına katlanmak, onu savunmak gibi bir eziyet ve tutarsızlığa duçar olursunuz. Bu noktada artık siz yaşasanız bile aslında bir hiçsiniz. Bir dindar olarak bu noktaya düştüğünüzde artık dindarlığınızın hiçbir anlamı yok.

Neo-laiklik, dindar için bir anlamsızlık bataklığı oluşturur. Dindar insan, neo-laikliğe karşı siyaset yapmaya anlam veremediği gibi, çocuğunu da neden dindar yetiştirdiğine anlam veremez duruma düşer. Zira onda eninde sonunda hayatın dinsizliğe doğru akacağına dair bir kanaat oluşur.
Bu bilindiği kadarıyla, insanlık tarihi boyunca dindarlığın yüz yüze kaldığı en büyük tehlikedir.

TÜRKİYE’DE NEO-LAİK SİYASET: HDP’DEN CHP’YE

Neo-laik siyaset tarzı muhtemelen Sovyetlerin çöküş işareti verdiği günlerde yeni bir güç yapısı ve muhalifi imha düzeneği olarak tasarlandı. Türkiye’de ise köklü ve önceki laiklik tarzlarına karşı dayanıklı Kürt dindarlığına karşı yeni bir silah olarak ilkin HDP üzerinden uygulandı. HDP, burada bir tür denek olarak kullanıldı. HDP, üst perdede İslamcı olarak bilinen bazı şahsiyetleri dahi çatısı altına alıp onları vitrine yerleştirerek milletvekili bile yaptı. Oysa zeminde eşcinsellik dahil, neo-laik yaklaşımların tümünü sahiplendi. Üstte yumuşak görünerek kitle desteği alırken zeminde hedefine karşı Sovyetler’in tutumundan geri kalmayan bir sertlikle din, ahlak ve gelenekle savaştı.

HDP’nin muhalifleri, onu din ve ahlak karşıtlığıyla itham ettiklerinde taraftarları, vitrininde gezinen eski İslamcılardan ve HDP’nin başörtüsü konusundaki yumuşaklığından söz ettiler. Böylece HDP’nin vitrindeki yumuşaklığı; onun sahada inanç ve ahlak karşıtı sertliğini saklayan bir stüdyo olarak iş gördü ve partinin din, ahlak, gelenek karşıtlığının teşhirini güçleştirdi.

Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olduğu günlerden bu yana aynı proje hemen hemen eksiksiz, CHP için işletiliyor; Türkiye geneline uyarlanıyor:

 CHP, klasik dönem laik yaklaşımından farklı olarak vitrine eski İslamcıları, örtülüleri, alıyor, çarşaflılarla fotoğraf çekiyor. Oysa sahada eşcinselliği açıktan desteklediği gibi, açıktan açığa çıplaklık kampanyaları başlatıyor, en kıta İslam düşmanlarını koruyor ve israil yanlılığı dahi yapabiliyor. Üstün vitrindeki yumuşaklığı; CHP’nin hedefe karşı ilkesiz sertliğini tamamen saklıyor. Böylece CHP, üstteki yumuşaklıkla kitlelere ulaşırken sahada hedefine karşı sertliğiyle muhaliflerinin siyaset alanlarını da gün geçtikçe daraltıyor.

CHP’ye karşı çıktığınızda geçmişin despot CHP’sinin yerine özgürlükçü bir CHP’den söz ediliyor, dolayısıyla özgürlük düşmanı oluveriyorsunuz. CHP’nin sözünü ettiği özgürlükleri savunduğunuzda ise kendi kitleniz karşısında tutarsızlığa düşerek ilkesizleşiyor, anlamsızlaşıyor ve tükeniyorsunuz. Bu durum CHP’yi güçlü bir iktidar adayı yapıyor, iktidar ortağı olarak çıkar elde etmek isteyen kişi ve kitleleri ona doğru itiyor.

ÇÖZÜM:

Türkiye’de Müslümanca siyasetin; muhafazakârlaşma ve hoşgörü söylemleri ile eridiği koşullarda bu kadar ustaca tasarlanmış neo-laikliğe karşı direnişi, matematiksel olarak mümkün değil gibi görünüyor. Oysa matematik yanıltıcıdır. İslâmî söylem, tarih boyunca matematiği şaşırtmıştır. Hiçbir din İslam’la baş edemediği gibi, hiçbir ideoloji de İslam karşısında başarılı olamamıştır.

Çözüm, İslâmî söyleme en üst perdeden sahiplenmek ancak İslâmî söylemi de dar yaklaşımlardan uzak tutarak geniş kitleleri ikna edecek ve kucaklayacak bir hâl üzere dillendirmektir. Sünnet, bu yöndedir ve zafere götüren Salihlerin yolu bu yönde işlemiştir.

Reformist yaklaşımlar, neo-laikliği güçlendirir, bağnazlık da ona saha açar. Doğrusu İslam’ın geniş şemsiyesini açıp muhaliflerini de teşhir ederek neo-laikliği alansız bırakmak ve geri çekilmeye zorlamaktır.