Son iki yüzyılda Müslümanların sosyal bilimlerdeki bilgi kaynakları ya tamamen düşmanları tarafından oluşturulmuş ya da düşmanlarının etkisi altında. Elimizdeki İslam Ansiklopedileri dahi, biri bizzat Diyanet tarafından hazırlanmasına rağmen, Oryantalist-Self Oryantalist bir zihniyetle yazılmıştır.  

Vaziyet bu olunca Müslümanlar, başlarına gelecek en kötü felaketin istila olduğu konusunda, bilgi kaynaklarının anlattıklarıyla değil, halkların tecrübesiyle, fikir birliği içindeler.

Pratik, acıyı anlatır ama arka planı gösteremeyeceği gibi tek başına çözüm de getirmez. Bundan dolayı Müslümanlar, istilanın sebepleri ve istiladan kurtuluş konusunda kafa karışıklığı yaşıyorlar.

Kendimizi bu kafa karışıklığından uzak tuttuğumuzda şunu açıkça görürüz:

(1) Kudüs, İslam ümmetinin aynası gibidir. Ümmetin vaziyetini gösterir.

(2) İstila, dinden çıkma dışında, Müslümanların başına gelebilecek en ağır felakettir.

(3) Müslümanlar, asgari düzeyde de olsa birlik olmadıklarında dış istilaya maruz kalırlar.

(4) Herhangi bir Müslüman güç, istilacılarla şu veya bu sebeple ittifak kurup bundan geri adım atmadığında eninde sonunda dış güçler tarafından ortadan kaldırılır. Daha açık bir ifadeyle, İslam tarihi boyunca dış güçler, öncelikle kendileriyle ittifak yapan Müslüman güçleri ortadan kaldırmışlardır. Doğu’da Çin sınırından Batı’da Atlas Okyanusu’na kadar, tarihimiz bunu kanıtlayan örneklerle doludur.

(5) Asgari bir birlik sağlanmadan İslam dünyasının istilalara karşı koyması mümkün değildir.

Bu maddeler ışığında baktığımızda Kudüs;

(1) Hz. Ömer devrinde Medine’deki şura ve cephedeki komuta heyetinin fikir birliği ve Şam’daki bütün İslam ordularının harekete geçmesiyle fethedildi.

(2) Fâtımî-Büyük Selçuklu devrinde Müslümanların birliğinin bozulmasıyla Haçlıların eline düştü.

(3) Nûreddin-Selâhaddin devrinde Müslümanların Kudüs çevresiyle sınırlı da olsa birliğinin sağlanmasıyla Selâhaddin tarafından yeniden fethedildi.

(4) Selâhaddin’den sonra Müslümanların Kudüs çevresindeki birliği bozulduğunda, yeniden istila tehdidi yaşadı.

(5) Memlûkler devrinde Memlûklerin çekişmelerinden dolayı bir daha istila tehdidi ile yüz yüze geldi.

(6) Yavuz Sultan Selim’in Müslümanların birliğini sınırlı da olsa sağlamasıyla Memlûk devri tehdidi aşıldı.

(7) Modern Batı devrinde Müslümanların içte ağır bir zihinsel bölünme yaşamaları ve milliyetçilik yüzünden birbirlerine karşı duyarsızlaşmaları yüzünden I. Dünya Savaşı’nda İngilizlerce istila edildi.

(8) İki dünya savaşı sonrasında kısmi bağımsızlığa kavuşan İslam ülkelerinin günün gerçekliği içinde buluşma platformları oluşturmamaları yüzünden 1967’de siyonistlerce istila edildi.

(9) Siyonist istilanın ardından Müslümanlar arasında kurulan birlikler veya böyle birliklerin kurulma ihtimali, siyonistlerin istilayı tamamlamalarına engel oldu.

(10) İslam dünyasının Körfez Savaşı’ndan bu yana yaşadığı travma ve bölünme, siyonistlere istilayı tamamlama cesareti vermektedir.

Önümüzdeki gerçeklik bu iken,

(1) İslam dünyasının bir bölümü, ısrarla dış güçlerle ittifak içinde hareket ediyor, bir bölümü de Müslümanların sorunlarına karşı tamamen duyarsız.

(2) Birlikten söz eden Müslümanlar, (a) Geçmişlerini yüceltme, (b) Bugünkü acılardan komşularını, muhaliflerini sorumlu tutma yarışındalar.

Geçmişi yüceltmek ve acılardan başkalarını sorumlu tutmak, birliğe karşı ters yönde işleyen taraklar gibidir. Birlik hissiyatını biçip duruyor.

(3) Müslümanlar, günün gerçekliği içinde, birliğin nasıl ve hangi esaslar üzerinde gerçekleşeceğini konuşmadan kimin etrafında olacağını tartışıyorlar. Argümanlarını bu yönde oluşturuyorlar.

BİRLİĞİN ÖNÜNDEKİ ENGEL

Müslümanların birliğinin önünde birkaç engel vardır:

(1) Dış güçlerin son iki yüzyılda İslam dünyası üzerinde kurdukları zihinsel ve fiili tahakküm.

(2) Dış güçlerin İslam dünyası içinde oluşturdukları istihbarat ağları

(3) Geçmişten bugüne devam eden mezhep ve kabile çekişmeleri

(4) Son yüz elli yılda Müslümanlar arasında etkili olan milliyetçilik ve seküler ideolojiler

(5) Her kesimden bazı siyasilerin kişisel hırsları

(6) Samimi de olsa ön görüsü zayıf, bağnaz grupların Müslümanları geçmişin meseleleri ile uğraştırıp çekiştirmeleri

BUNA KARŞI ÇÖZÜM OLARAK

(1) Kapsayıcı bir birlik stratejisi izlenmelidir.

(2) Beka için buluşmanın zorunlu olduğuna dair bilgiler, birlik şuurunu oluşturacak şekilde bir araya getirilip anlatılmalı.

(3) Bilmenin bilince dönüşmesini sağlayacak güçlü bir sanat evreni oluşturulmalı.

(4) Birliğin kimin etrafında olacağı konusu tamamen ertelenmeli, hangi esaslar üzerinden ve nasıl olacağı konusu konuşulmalı. Bununla ilgili acil olarak Müslümanlar arası DÜŞÜNCE MERKEZLERİ kurulmalıdır.

Bu düşünce merkezleri, birlik ruhu, birlik özlemi ve birlik esasları için çalışmalı. Bu yönde bir çalışma söz konusu olmadan İslam dünyasında siyasilerin buluşmaları genellikle bir anlam ifade etmez.

Düşünce merkezleri,

(1) Müslümanların bir araya gelmesinin önemini Nas’tan deliller, tarihten ve günümüzden belgelerle ortaya koyacak.

(2) Müslümanların asgari birliğini engelleyen hususları tespit edip bu engellerden nasıl kurtulacağımız üzerine çalışacak.

(3) Birliğin hangi alanlarda ve hangi esaslar üzerine olabileceğini tespit edecek.

(4) Birliğin fiilen nasıl oluşturulacağı konusunda üretimlerde bulunacaktır.

Dikkat edilirse burada anlatılanlar, hiçbir şekilde ütopya değildir. Sanırım tarihçi İbnü’l-Esîr Hazretleri, korkuların doğru düşünmeyi engellediğini ifade eder.

Bu hedeflere ulaşmak için Müslümanların korkularını aşmaları yeterli. Bu da zannedildiği gibi zorlu değildir. Nitelikli bir vaaz dizisi, rahatlıkla Müslümanların cesaret kazanmalarına vesile olabilmektedir. Ama duygular bir yana, nesnel bilgiler de Müslümanların birliği için cesaret verecek niteliktedir.

Şu anda hiçbir İslam ülkesi, tek başına bağımsızlığını sağlayabilecek durumda değildir. Oysa beş parçaya bölünmüş bir İslam dünyası dahi bu bölümlerin her birindeki ülkelerin bağımsızlığını sağlayabilir.

İslam dünyası şu anda birkaç parça hâlinde değil mi, diyeceksiniz. Asla! İslam dünyasında şu anda bağımsız hareket edebilen bir ülke söz konusu olmadığı gibi, bazı buluşmaları da esastan bir buluşma sayamayız.

Örneğin, Türkiye’nin Azerbaycan’la buluşması, ABD ve siyonizmin Azerbaycan üzerindeki tahakkümü; İran’ın Irak’la buluşması, ABD’nin Irak üzerindeki hegemonyası, Mısır-Suudi-BAE buluşması, ABD ve siyonizmin bu ülkelerin her biri üzerindeki tahakkümü ile maluldür.

Şu anda İslam alemindeki bütün birliktelikler, esasen bir zamanların Bağdat Paktı gibi buluşmaları andırmaktadır. Asgari bir birlik için dahi öncelikle bu tür paktlarla avunmaktan kurtulması gerekir. Birlik, dış güçlerin etki alanlarının dışında, esastan ve işlevsel olmalı. Öyle bir birliğe niyetlenmeli, karınca yürüyüşüyle de olsa öyle bir birlik için yola çıkılmalı.

İşte o durumda birliğin hem mümkün hem çok kârlı olduğu anlaşılacaktır. Son olarak belki çok riskli bir öneri olacak ama söylemeyi zorunlu görüyorum:

Bugün için aciliyeti olan bir husus da İslam dünyasındaki seküler kitleleri ikna edecek, dünyevi yanları öne çıkaran bir birlik dili oluşturmaktır. Yurtlarımızı savunmak için neden birlik olmalıyız? İsrail’e karşı birlik olunmadığında israil, ne yapar? Mahiyetindeki soruları tatmin edici bir şekilde cevaplayan bir birlik dili. Onları ikna edecek ve dünyevi argümanlara dayalı böyle bir dil, dindar kesimleri de eninde sonunda ikna eder. Böylece dindar kesimlerle seküler kesimler arasında bir birlik oluşur ki bu birliğin sağlanması siyonistlerin emellerinin önüne geçmek için yeterli gücü tedarik eder.