28 Şubat’la anılan Sincan için, 1998’de, Cumhuriyet’in 75. Yılı Kutlamaları kapsamında yeni bir heykel kararı alınmıştı. İlçe kaymakamı ve Atatürkçü Düşünce Derneği, heykel için kafa kafaya vermiş, parasını ise Sincanlı iş insanlarından tahsil etmişler, kıdemli heykeltıraş Burhan Alkar’la anlaşıp Lale Meydanı’na dikilmek üzere, ona bir heykel siparişi vermişlerdi.

Alkar, gülümseyen bir Mustafa Kemal heykeli yapınca siparişçiler küplere binmiş, heykeltıraşı kendisine verilen parayı geri vermesi için mahkemeye vermişlerdi. Onlara göre gülümsemek “kurucu lider”in ciddiyetine halel getiriyordu.

Heykeltıraş, onlara karşı mahkemeyi kazandı, parayı iade etmedi. Ama siparişçiler, lütfedip heykeli onun atölyesinden bile almadılar.

Kemalizm’in toplumun zihninde “çatık kaşlı devlet” olarak bir karşılığı vardı. Kemalistler, bundan memnundular ve heykelin bunu zedelemesinden endişe etmişlerdi.

Bu klasik Kemalist anlayış, oldukça marjinal kaldı. “Çatık kaşlı resmi Kemalizm”, şehir meydanlarındaki heykellerde ve resmi dairelerdeki fotoğraflarda dururken “gülümseyen, sivil bir Kemalizm” ve onun toplumsal karşılığı “gönüllü Kemalizm” epeydir bir “toplumsal” hareket olarak işliyor. Hareketin oluşturulmasında sosyal bilimlerin bütün maharetleri işletiliyor. Hareket; “Gül Devrimi”, diğer “renkli devrimler”, “Arap Baharı”, “Gezi olayları” gibi son devrin toplumsal (?) hareketlerinin tecrübeleriyle destekleniyor ve “Yeni Kemalist Hareket” olarak nitelenebilecek bir kimlikle artık siyasi sonuçlar da getiriyor. Analizimizde bu hareketin oluşumunu ve getirdiği sonuçları işleyeceğiz.

1960 İHTİLALİ VE SOSYALLEŞEN KEMALİZM

Kemalizm, ilk sosyalleşme girişimini 1933’te Cumhuriyetin 10. Yılı Kutlamaları çerçevesinde yaptı. 10. Yıl Marşı ile özdeşleşen bu girişim, Kemalizm’e bir gençlik kazandırdıysa da onun CHP’nin şahsında 1950’de seçimleri kaybetmesini engelleyemedi.

Halkın zihin dünyasında Kemalizm, “dine yönelik yasaklar”, “çatık kaşlı devlet”, “süt veren keçiden alınan vergi”ler olarak karşılık buluyordu.

Halk, 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin (DP) oluşturduğu özgürlük ortamında Kemalizm’e karşı içinde biriken eleştirileri dile getirmek istedi. Ama DP, bunu göze alamadı ve halkın taleplerinin karşısına, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” başlığıyla 5816’yla dikildi.

Böylece halk nezdinde her tür Kemalizm eleştirisi, cezai bir karşılık bulurken devletin bütün kurumları her tür imkânları ile Kemalizm’i anlatmak için seferber oldular. DP, halkın nazarında aşınırken Kemalizm, özellikle gençlik arasında revaç buldu ve o Kemalist gençlik, DP’ye karşı yapılan 27 Mayıs 1960 darbesine “toplumsal bir meşruiyet” kazandırdı. Darbeciler; halk istedi, biz de yaptık, diyerek darbeye bir tür “sosyal meşruiyet” süsü verdiler.  

İhtilalden sonra darbeciler, hızla harekete geçtiler. Devletin kurumları, “resmi Kemalizm”i koruyacak şekilde yeniden düzenlendi. Onunla birlikte Sol yapılar üzerinden “devrimci bir sivil Kemalizm” üretimine gidildi. Böylece özellikle Aleviler ve Rumelililer üzerinden Kemalizm, bir halk tabanı kazandı. Bu taban, 1970’li yıllarda CHP’ye tarihi bir soluk verdi; 1980’den sonra da SHP’nin hayat bulmasına ve belediyeleri kazandıktan sonra hükümet ortağı olmasına yetti.

27 Mayıs İhtilali’nin başlattığı “sosyal Kemalizm” öylesine etkili olmuştu ki Sol’un ünlü isimlerinden Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş bile kendilerini Mustafa Kemal’le anlatıyorlardı. Hatta 1966’da Siverek’te bir heykele yönelik saldırının ardından Çayan ve ekibi heykel nöbetleri bile başlatmıştı.

 

28 ŞUBAT ve KEMALİZM!

28 Şubatçılar, 27 Mayıs İhtilali’ne büyük bir sempati duyuyorlardı. İhtilalin Anayasaya Mahkemesi, Danıştay gibi kurumlarını İslâmî çevrelere karşı işlettiler, halkın karşısına resmi Kemalizm’le çıktılar. Ama onun yanında odalar ve sendikalar üzerinden bir yarı sivil Kemalizm hareketi de başlattılar.

Ne var ki sendikacıların halk nezdindeki itibarsızlığı ve odalarla ilgili şaibeler, 28 Şubat uygulamaları ile buluştuğunda resmi Kemalizm’e canlılık kazandırmak bir yana onu daha da zayıflattı. Hayat pahalılığının ayyuka çıktığı günlerde heykel, büst yapımları, iş yerlerine Atatürk resmi ve köşesi zorunlulukları toplumda neredeyse 1950 öncesi öfkesi oluşturdu.

28 Şubatçılar, bütün tuşlara basıyor gibiydiler, bu yarı sivil girişimlere bir de tam sivil görünümlü bir Kemalizm denemesi eklediler. Deneme özetle, çatık kaşlı Kemalizm’i halka sempatik gösterecek liberal yöntemlerle tanıtma mahiyetindeydi. Devrin giyim markaları ceket ve gömlekleri bile Mustafa Kemal üzerinden tanıtıyorlar. Şirketler, bununla “Yeşil Sermaye”ye ait olmadıklarını gösterirken aynı zamanda halkta, 28 Şubat’ın çatık kaşına karşı bir Mustafa Kemal sempatisi oluşturmaya katkı sağlıyorlardı. Sonuç hiç de başarılı değildi, toplumda Bülent Ecevit hükümetinin ekonomi politikası ile ilişkili olarak oluşan öfkede bir düşüş olmadı. AK Parti’nin iktidar olmasında ve iktidarının süreklilik kazanmasında bu toplumsal öfkenin payı hiç de az değildir. 

SİVİL 28 ŞUBAT ya da İlk SİVİL/GÖNÜLLÜ KEMALİZM!

28 Şubat’ı destekleyen CHP’li/ulusalcı çevreler, 28 Şubat’ın İslâmî çevrelere yönelik uygulamalarından hiçbir zaman utanç duymadılar. Aksine o politikaların uygulanış tarzında sorun buldular ama Ecevit Dönemi iktisadi krizinden derin bir huzursuzluk duydular.

Kemalist çevreler, AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle abartılı bir “tehdit” psikolojisine yöneldiler, içlerine kapandılar ve toparlanmaya yöneldiler. Ankara’daki gözlemelere bakılırsa hedef, iktidarın politikalarına yenilmemek ve en kısa zamanda ihtilalle iktidarı devirmekti.

Bu amaçla, 28 Şubat sivil alana taşındı. Aile/site içi bir sivil Kemalizm harekâtı başlatıldı. Kemalist ebeveynler; çocuklarının dindar yapılara yönelmemeleri için ev içinde sopa-havuç yönetimi kurdular. Site ve semtlerinde de şiddetli bir otokontrole geçtiler. İslâmî çevrelerdeki Ankara Elif Sitesi ve İstanbul Başakşehir örnekleri abartılarak karşıt bir tutum olarak “tam çağdaş siteler” hatta semtler kuruldu. Bazı sitelere, hiçbir şekilde dindar ailelerin yerleşmesine izin verilmedi.

Kemalistler; Kemalist simgeleri taşıyan çocuklarına ek harçlık verdiler, evlerinde Kemalist törenler yapmaya başladılar, arabalarının camlarına “Kemal Atatürk” stickerleri yapıştırdılar. Evler, dernekler, radyo ve TV’lerde, İslâmî sohbetlere çok benzer Nutuk sohbetleri yapıldı. Mustafa Kemal’in halk içindeki resimleri bulunarak, bulunmadığında çizilerek evlerin en özel köşelerine asıldı. Hatta kimi konutlarda Atatürk Köşesi uygulamasına geçildi. 29 Ekim törenleri sivilleştirildi. Belediyeler, şehir meydanlarında konserlerle 29 Ekim ve diğer günleri kutlamaya başladılar.

Bunun yanında okul-aile birlikleri üzerinden sivil bir girişim olarak öğretmenler baskı altına alındı. Okul-aile birlikleri, durumdan vazife çıkarıp başta yılbaşı olmak üzere, yeni dönemde ihmal ettiklerini düşündükleri pek çok kutlamayı üzerine aldı.

Bu, resmi Kemalizm’in yaptırımlarından da yararlanan, onu diri tutan ama nihayetinde taşıyıcı gücü Kemalistler olan gönüllü/sivil bir Kemalizm dalgasıydı. 

Bu sürecin Kemalistler için en önemli kazanımı herhâlde İzmir gibi geçmişin demokrat bir şehrinin Kadıköy gibi tamamen CHP’li belediyelere kalmasıdır. İzmir çok önemli, zira esasen devletin bir kanadının 28 Şubat sonrası yumuşama sürecine razı olmasının bir nedeni İzmir’de görülen lümpenleşme idi. Şimdi İzmir tamamen CHP’ye kayarak kendisini muhafazakârlaştırmaya yönelik girişimlere meydan okuduğu gibi, nice İzmir adayı şehir de oluşmaya başladı. Böylece İzmir, yalnızlığından da kurtulmuş oldu!

28 Şubat sonrası bu ilk sivil dalga 27 Nisan 2007 Muhtırası’nın başarısızlığa uğramasıyla tam bir düş kırıklığıyla sonuçlandı. Onu takip eden Ergenekon operasyonları ve Gezi olayları Kemalist çevreler arasında daha organize bir sivil hareket başlattı: Kemalizm nostaljisinin Kemalizm’in yeniden iktidarı için seferber edilmesi.

BİR İKTİDAR ARACI: KEMALİST NOSTALJİ

27 Nisan Muhtırası, Ergenekon operasyonu ve Gezi olayları; Kemalist çevreleri derin bir muhasebeye sevk etti. Yaşlı Kemalistler, belki ilk kez ihtilallerden umutlarını keserek Kemalist nostaljiye yöneldiler.

Kemalist ev ve derneklerde aslında henüz 1994’te Refah Partisi’nin büyükşehir seçimleri zaferiyle başlayan nostaljik Kemalist anlatımlar ivme kazandı. Yaşlı Kemalistler, 1923-1938 aralığını arındırıp şiirselleştirerek “tatlı bir rüya misali” anlatmaya başladılar. Buna karşı AK Parti Dönemi’ni “Nereden nereye?” mahiyetinde bir istibdat dönemi gibi anlattılar. Onlara göre bu, henüz bir başlangıçtı, asıl Şeriat gelirse yeni nesiller günlerini göreceklerdi!  

Bu nostaljik anlatımların kahramanları, kır saçlı nenelerdi. Kendilerince Kemalizm’e karşı borçlarını öderken aslında hayatlarına da anlam katıyorlardı.

Bir dış danışmanlık da aldığı muhakkak olan bu süreç, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra farklı bir boyut kazandı. Anlaşıldığı kadarıyla dış danışmanlığın hedefi, 15 Temmuz’un başarısızlığa uğramasından kaynaklı olarak Türkiye’nin Batı’dan tamamen kopmasını engellemek ve darbeyle devrilemeyen hükümeti “demokratik yollarla” göndermekti.

15 Temmuz’dan sonra bütün İslâmî cemaatlere yönelen eleştiriler, gittikçe İslâmî cemaatler aleyhine yapılar ve aileler içi bir kalkışma girişimine dönüştü. Her ailede olabilecek sorunlardan dolayı ailesinden uzaklaşan dindar genç kızlar için, “mor çatı” dernekleri sığınak oldu ve İslâmî çevrelere karşı yeni bir yıpratma operasyonu başlatıldı. İslâmî çevreler, 28 Şubat günlerinde olduğu gibi, suiistimaller ve baskı ile anıldı. Sosyal medya; klasik medyadan çok daha etkili bir şekilde bu amaç için seferber edildi.

Öte yandan açık giyinenlerin saldırıya uğradığına dair kurgu haberler yapıldı. Akabinde Halk TV’de canlı yayında “İnadına mini etek!” kampanyaları başlatıldı, açık saçıklık bir anda ayyuka çıktı. Böylece 15 Temmuz’da oluşan birlik ve zafer ruhu, 15 Temmuz sonrası operasyonlarla birlikte bir anda unutuldu ve zafer kazanan dindarlar iç muhasebeye yönelmeye başladı.    

 AK Parti hükümeti, ulusalcılar kurduğu yeni temas tarzı ile süreci sadece izlemekle kalmadı. Siyasi nutuklarda, Mustafa Kemal, “Gazi Paşa” olarak belki Süleyman Demirel günlerinde bile olmadığı kadar anılmaya başlandı. İmam Hatip Liselerinde dahi Atatürkçü görünümler oluşurken hızını almayan yeni sivil Atatürkçüler, 23 Nisan törenlerinde yıllardır unutulan bazı uygulamalara geçtiler ve hükümet, tepkilere rağmen onlara karşı kayda değer bir soruşturma başlatmadı.

Kemalizm, siyasi nutuklar üzerinden yeni bir muhafazakâr resmiyet kazandı ve başı örtülü anneler, geri kalmışlıklarını aştıklarını ya da özgürlükçülüklerini beyan için çocuklarına Mustafa Kemal posterli tişörtler giydirmeye başladılar. “Muhafazakâr belediyeler” Kemalistliklerini ispat yarışına girdiler, yeni büstler aldılar, heykel bakımlarını daha özenli yaptılar. 
Böylece gönüllü Kemalizm hareketi, yeniden yoğun bir resmi destek alarak toplumu tam olarak kıskaca aldı. Ona karşı eleştiri ise sadece provokatörlük sayılmadı, aynı zamanda Ahmet Bostancı davasında görüldüğü üzere ceza konusu da yapıldı.

Şimdi açıkça söylemek gerek: CHP, aslında 1946’da kendi uygulamaları ile iktidarı DP’ye bıraktı, denir. AK Parti de acaba 15 Temmuz’dan sonra gönüllü olarak mı CHP’li iktidar günlerine geçiş ortamı oluşturuyor? Öyle değil. Ama süreç o yönde bir kaygı oluşturuyor.

Yoğun gönüllü/sivil Kemalizm’e eklenen “muhafazakâr resmi Kemalizm”in oluşturduğu rüzgâra dindar çevrelerin neredeyse hiçbir yapısı hazır değil. Böyle körükçüsü kendinden olan bir havaya karşı nasıl direneceğini bilmekten çok uzak.

Özellikle menşei şaibeli ırkçı çevrelerin mahkemelerle tehdit ve sivil (!) tedhiş yöntemlerini bir arada Kemalizm’i korumak için işletmeleri, daha önce bizde görülmemiş ve daha çok Mısır’ı andıran bir hava oluşturuyor.

Sosyal medyada en basit bir eleştiride bulunan dahi şikâyet üzere mahkemelerle yüz yüze kalabildiği gibi, çetelerin siber veya gerçek saldırıları ile de yüz yüze kalabilir. Özellikle resmî tören günlerinde sosyal medyada “hakaretçi” avına çıkan ırkçıların yol açtığı bir tedhiş var ve bunu dillendirebilen kimse yok!

27 Nisan 2007 Muhtırası’ndan sonra Kemalist çevreler endişeye kapılmışken endişe sırası, şimdi muhafazakâr dünyada. Oysa muhafazakâr dünya, Kemalistlerden çok farklı olarak sosyal bilimlere hiç de inanmış değil. Sosyal bir hareket başlatma kabiliyetine epey uzak. Onu kurtarırsa siyaset kurtaracak, siyaset ise yorgun ve süreci çok geriden takip ediyor.