İslâmî siyaset, iki sorunla yüz yüze. Bu sorunların ilki, İslâmî siyasetin muhafazakârların istilasına uğraması. İkincisi, İslâmî siyasetin dindarlık yarışına dönüşmesi.
İlki, İslâmî siyasetin rengini, ikincisi söylemini yitirmesine yol açmaktadır. Hürriyet gazetesi kurulurken Sedat Semavi, merhum Necip Fazıl Kısakürek’e “Göreceksin fikri idam edeceğim!” demiş.
Galiba Türkiye’de siyasi muhafazakârlık da Süleyman Demirel’in elinde fikrin idam edildiği hâl olarak doğmuştur. Ama bugün o noktada bile değildir. Türkiye’de muhafazakârlık kılıfı altında yeni bir Batılılaşma tarzı oluşmuştur.
Aile hukuku gibi en temel hususlarda Batı’nın son “moda” dönüşümlerini savunma noktasına savrulanları kast etmiyorum. Onlar, muhafazakâr falan değil, Batılılaşmanın kronolojisini takip edip taklit eden, sözde yenilikçi, özde geriden giden Batıcılardır. Onlar, İslâmî siyasetten siliniyor, silinmeye de mahkûm.
Kastım, ana akım makamını istila eden siyaset tarzının muhafazakârlaşmasıdır. İslâmî siyaset, ikinci sorunu da bununla ilişkili yaşıyor. İslâmî davadan kopuk bir dindarlık, muhafazakârlıktan aldığı cesaretle ve onunla yarışarak İslâmî siyasetin rolünü sahtece üstlenip dindar kesimlerden oy topluyor.
İki sorun birbirini besliyor. Çünkü İslâmî siyaset dindarlık yarışına dönüştüğünde muhafazakârlar veya muhafazakâr görünümlüler, İslâmî siyaset iddiasındaki partilerin merkezinde taht kurabiliyor. Ondan da ötesi, en uç laik partiler, başına bir örtü atmış genç bir kadını bulup aday yapabiliyor. Şiarı İslâmî, duruşu İslam düşmanlığı… Yine namazlı niyazlı da olsa özünde İslâmî kesime kindar bir adam, bir laik parti adına dindarlık görünümü ile seçmen avına çıkabiliyor. Aynı şekilde namaz niyazla ilgisi olmayan biri, seçim sürecinde sıkı dindar kesilip takke takunya dolaşabiliyor.
Bu tiplere hareket alanı sağlayan; İslâmî siyasetin İslâmî davadan koparak rengini ve söylemini yitirmesidir.
İslâmî siyaset, iki yüzyılı aşkındır yol alan bir İslâmî davanın, İslâmî kurtuluş mücadelesinin siyasetteki karşılığıdır.
İslâmî siyaset, bir ihya ve ittihad hareketidir. Bu ihya ve ittihad hareketinin modern dünyadaki önderi Şeyh Halid-i Zülcenaheyn’dir.
Şeyh Halid, cebriyeciliğin etrafında dolaşan, gayri İslâmî kader anlayışıyla mücadele etti, başımıza gelenin eserimiz olduğunu ve bunu değiştirmekle mükellef olduğumuzu kavrattı. Bu yönde ilim-zikir-zühd-teşkilat birlikteliğini ihya etti. Böylece toplum zemininde müteşekkil bir direnişin temelini attı. İçeriyi ihya edecek ve dış istilalara karşı koyacak bir direnişin ışığını yaktı.
Mısır’da İmam Hasan el-Benna, ondan yüzyıl sonra bu direnişi cemaat olarak teşkilatlandırırken Türkiye’de Üstad Bediüzzaman iman vurgusu yaptı. Pakistan’da Mevdûdî, “akide” üzerinde durdu. Yine Mısır’da Seyyid Kutup, Mevdûdî’nin “akide” vurgusunu paylaşmanın yanında “sosyal adalet”in İslâmî siyasetin esasında yer aldığını ortaya koydu. Böylece siyasetin esasında yer alan klasik adalet söylemine farklı bir boyut kazandırdı.
İslâmî siyaset Seyyid’in vurgularıyla antikapitalist bir zemine yerleşirken Türkiye’de Mehmet Zahid Kotku “kalkınma”nın önemini duyurdu.
Kotku’nun bu duyurusuyla İslâmî siyaset, bir tür kemale erdi ve yedi esasa kavuştu:
- İlim 2. İman 3. Akide 4. Zikir (ibadet-salih amel) 5. Zühd 6. Sosyal adalet 7. Kalkınma
İslam’da ilim-iman-akide-zikir birlikteliği ne kadar önemli ise İslâmî siyasette de zühd-sosyal adalet-kalkınma birlikteliği o ölçüde önemlidir.
Belki kalkınmayı başkaları da sahiplenebilir. Ama zühd ve sosyal adaleti buluşturmayan bir siyaset, İslâmî değildir.
Bu kadar mı, hayır! İslâmî siyaset, ilk günden itibaren içeride Müslümanların birlikteliğini sağlama ve bu birliktelik üzerinden dışarıda emperyalizme karşı mücadele mahiyetinde şekillenmiştir. İslâmî siyaset, bu yönde bir teşkilatlanma biçimidir. İslâmî siyaset, antifaşist, antikapitalist, antiemperyalist bir Müslüman buluşmasıdır.
Müslüman birliğine aykırı bir söylemi olan ya da emperyalizmden yana bir duruş sergileyen siyaset, İslâmî olamaz.
Dolayısıyla ırkçı, mezhebini diğer Müslümanlara dayatan ya da Ehl-i Kıble’yi tekfir eden, “Kahrolsun Amerika!” diyemeyen bir siyaset İslâmî siyaset değildir.
Ne yazık ki bugün İslâmî siyasetin sosyal adalet vurgusu dışarıda kaldığı gibi, birlik söylemi de anti emperyalist söylem de dışarıda tutulmaya çalışılmaktadır.
Bu da kıyıdan kenardan muhafazakârların, şuursuz dindar tiplerin ya da dindarlık kılıfına girenlerin İslâmî siyasetin alanını daraltmalarına yol açtığı gibi, söylemde şatafat ve sosyal adaletsizlik karşıtı görünen Sola da siyaset zemini sağlamaktadır.
İslâmî siyaset, esasları üzerinde yol alsa ne Komünist sloganlar iş görür ne de dindarlığı suiistimal edenler halkı aldatabilir!