Konuya doğrudan gireceğim, başlığımı üç tablo ve bir değerlendirme ile anlatmaya çalışacağım.
TABLO 1
Geçen yüzyılın başında;
Cizre Mirlerinin iki kanadı vardı hayatta. Her iki kanat da seküler/laik bir yaşam tarzını seçti, laik siyaset şemsiyesine sığındı; ama farklı iki yola girdi: Celadet Bedirhan, başta Kürt dili olmak üzere laik/Batıcı bir Kürtlük üretmeye çalıştı.
Amcazadesi Vasıf Çınar ise Mustafa Kemal’in yanında yer aldı. Millî Eğitim Bakanlığı gibi kritik görevlerde bulundu. Diğer amcazadesi Cemal Kutay da Atatürkçü gazeteciliğin ve tarihçiliğin bilinenleri arasında anıldı. Ailenin bu kanadından Leyla Bedirhan, seküler/laik yaşam yolculuğunda Paris’te ünlü bir dansöz olma yoluna bile girdi. Bey torunu iken Batılıları eğlendirerek onlardan para kazandı.
Bugün hanedanın her iki kanadının da ardında yeller esiyor. Bildiğim kadarıyla son varisleri olan Sinemhan Bedirhan, birkaç yıl önce Erbil’de vefat etti.
Süleymaniye Mirleri Babanzâdeler, mirlikleri ellerinden alındıktan sonra yüzyıl boyunca İstanbul seçkinlerinin önde gelenleri arasında yer aldılar. Ahmed Naim gibi değerli bir şahsiyet yetiştirdiler. Cumhuriyet kurulduğunda yeni devrin yükseköğretiminin kurulmasında rol aldılar. Ama seküler/laik yaşama yönelen hanedanın varisleri bugün artık yoklar. Bildiğim kadarıyla hayatta kalan tek varisleri Yaşar Kemal’in ikinci hanımı Ayşe Baban’dır; Kürtlüğe duyarsız ve CHP için çalışıyor.
Cemilpaşazâdeler, Diyarbakır’ın seçkin bir Kürt ailesi… Ailenin kimi mensupları, Mustafa Kemal’in yakın dostları arasında yer aldıktan sonra laik/Batıcı bir Kürtçülük üretimine yöneldi. Onlardan Kadri Cemilpaşa, laik/İslam karşıtı bir Kürt tarihinin üretiminde akıl izan sınırlarını aşacak bir söylem geliştirdi. Fransız Masonlarının gözüne girip kendince Kürtler için kazanımlar elde etmeye yöneldi. Bugün onun ve diğer Cemilpaşazâdelerin ne Kürtlüğü kaldı ne de soyları.
Bu laik Kürt seçkinleri, Şeyh Said Kıyamına katılmadılar, sonraki vakalarda da yer almadılar. İdam edilmediler, kurşuna dizilmediler. Aksine Paris’te ve kimi Müslüman ülkelerin saray ve köşklerinde el üstünde tutuldular. Lakin ne kimliklerini koruyabildiler ne de soylarını.
Onlar varlıklarını sürdürmek için her tür imkâna sahiptiler, halkları sürgün edilirken onlar müreffeh köşklerde idiler. Halklarının önderleri darağaçlarında sallanırken onlar sömürgecilerin ve yerel uzantıların masalarında sefahat içinde idiler. Halkları kıtlık karşısında hayatta kalmaya çalışırken onlar tıka basa yiyorlardı. Ama soyları kurudu. Çünkü onlar, hayati manevi alanlarından/kimliklerinin içinde hayat bulduğu manevi atmosferden çıkmışlardı. Zihinlerinde İslamsız bir Kürtlük tasarlamışlar, lâkin İslamsız bir Kürtlük yaşamadığı gibi, onlar da seküler/laik yaşamın sonraki soylara sirayeti felaketine uğramış ve tarihe karışmışlardı.
Buna karşı öncüleri idam edilen, evlatları sürgün edilen, bakiyeleri kıtlıkla mücadele eden halkları hayatta kaldı ve halklarının idam edilen dindar önderlerinin soyu yaşadı. Çünkü maddi atmosfer daralsa da manevi atmosfer yeteri kadar güçlü olduğunda yaşatır. Müslüman Kürt kültürü, Kürt halkını bütün zorbalıklara ve doğal felaketlere karşı hayatta tutmayı başaran üstün bir kültürdür.
Bu, mankurtlaşanların üzerinde düşünmek istemedikleri, dehşet verici bir tablodur.
TABLO 2
Yahudi (Batı) uygarlığı, Kürt kimliği ile İslam arasındaki bu ilişkinin fazlasıyla farkında olmuştur. Uygarlığın “oryantalist/şarkiyatçı” denen saha araştırmacıları bunu iyi bilecek kadar sosyolojiye hakimdirler. Tarihçileri de onlara Müslüman Kürt kültürünün İslam tarihi içindeki yerini fazlasıyla kavratmıştır:
Kürtler, İslam’la şereflendikten sonra coğrafyalarında bir Müslüman Kürt kültürü potası oluştu. Bu pota, Kürdistan’ın ve çevre alanının Müslümanlaşması için bir atmosfer oluşturdu.
O kültür potasında yaşayan Müslüman Kürtler, tarih sahnesine büyük askerler, devlet adamları, alimler ve dervişler olarak çıktılar. Onlar, İslam’a yakinen iman etmişlerdi ve hayat kaynaklarının İslam olduğunun farkındaydılar, İslam’a hep sadık kaldılar.
Kürtler, İslam’dan önce Bizans ve Sasani’nin elinden çok acı çekmişlerdi. İslam onları o acılardan kurtardığı gibi, onları tarihin kurtuluşçu toplumlarından biri konumuna yükseltti, aziz bir halk kıldı. İslam’la kendileri de kurtuldular. Başkalarının kurtuluşuna da öncülük yaptılar. Batı’yla yüzleştiklerinde bunun farkındaydılar. Yahudi uygarlığı, onlara acımadı. Kürtler, Batılılaşma ile acılar sürecine yeniden döndüler.
Yahudi uygarlığı, Bizans ve Sasani günlerinin acılarına geri döndürdüğü Kürtlerin kendisine dost olmayacağını anladı ki Kürtleri vekillerin, çevre alanın çavuşluğuna bıraktı.
Müslüman Kürt kültürünü yok etme projeleri, Yahudi uygarlığının İslam’a karşı mücadele stratejisinin bir parçasıdır. Bu kültürü yok etmek isteyenler ise onun işbirlikçileridir.
Yahudi uygarlığı şu gerçeği gayet net olarak görmüştür:
Kürt Müslüman kültürü, bütün tarihsel tecrübelerde, Müslümanların üç mukaddes şehri Mekke, Medine ve Kudüs’ün bulunduğu coğrafyaya kalkan oldu. Bizans istilaları önünde engel teşkil etti. Haçlı istilası Ermeni yoğunluklu alanları aşamadı ve bu Müslüman kültürün öncülüğünde son buldu. Moğol istilası binlerce kilometreyi aştı ama gelip ona takıldı. Safeviler, “cihan” devleti iddialarında onu karşılarında buldular. I. Dünya Savaşı istilası, onun yönünden değil, güneyden gelse de yine binlerce kilometre yol kat edip son aşamada onu karşısında buldu. Doğudan gelen Rus istilası onu aşamadı. Hatta konuşulmaktan çekinilse de Yunan istilası da nihayetinde Polatlı-Haymana hattında durdu.
Yahudi uygarlığı, bu gerçeklik karşısında Kürtlere karşı acımasız davrandı ve Müslüman Kürt kültürü ile mücadeleyi, o mahiyette Kürtlere zulmetmeyi bir tür ihaleye çıkardı. Müslüman Kürt kültürüne karşı mücadele edene, Kürd’e zulmedene kazanımlar verdi. Bunun için uygarlığın ulusal/yerel vekilleri, yarışırcasına bu kültürle mücadele ettiler.
Uygarlığın patronları ve vekilleri, şu gerçeği net olarak gördüler:
Kürtlük, bir Müslüman kültür tarzı olarak hayat bulmuştur. İslam, Kürtlüğe Moğol felaketi gibi beşerî ve depremler, kıtlık gibi tabii felaketlere karşı tahammül ve varlığını idame ettirme gücü vermiş, onu yaşatmıştır.
Kürt, İslam’dan uzaklaştığında en geç birkaç kuşak sonra kimliğini hatta varlığını yitiriyor. İslam, Kürdü tarihsel sürece kazandırdı. Kürt, İslam’ı terk ettiğinde tekrar tarih dışına atılıyor.
Kürtlükle mücadele ile Müslüman Kürt kültürü ile mücadele özdeştir. Birinin imhası veya dönüştürülmesi, diğerinin imhası veya dönüştürülmesi ile eşdeğerdir. Kürt dilini yasaklamak ile Müslüman Kürt kültürünü yasaklamak asla birbirinden ayrı düşünülemez. Aynı şekilde Müslüman Kürt kültürü ile mücadele tabii olarak Kürt diline yönelik yasaklar gerektirir. Çünkü bu kültürde dil ve bölge insanının günlük yaşamına uyarlanmış hâliyle din, iç içe geçmiştir, biri olmadan diğerini korumak mümkün değildir.
TABLO 3
Müslüman Kürt kültürüne karşı mücadelenin bir kaba ve bir mühendislik evresi vardır: Kaba safha Tanzimat’a kadar gider. Ama o safhanın dönüm noktasını İttihat ve Terakki’nin iş başına geldiği 1908 oluşturur. O tarihten sonra Müslüman Kürt kültürüne karşı açık bir savaş ilan edilmiş, I. Dünya Savaşı, bu savaşı sadece ertelemiştir.
Bu kaba süreç, 1960 İhtilaline kadar devam etti. 1960’tan sonra kaba safhadan, bugüne kadar devam eden ince mühendislik safhasına geçildi. Sanıldığının aksine, bu mühendislik safhası Türkiye’ye has değildir. Mısır diktatörü Cemal Abdunnasır’ın dahi içinde yer aldığı ve emperyalistlerin “Ortadoğu” dedikleri bütün bölgeyi kapsayan Müslüman Kürt kültürünü imha projesi aynı anda uygulandı.
Suriye BAAS’ı, ardından Irak BAAS’ı, İran Solu ve kendilerini Türkiye BAAS’ı gibi gören Türkiye ulusal Solu hep birlikte Müslüman Kürt kültürüne karşı eş zamanlı bir seferberlik başlattı. Kudüs’ün istila edileceği bir süreçte böyle bir seferberliğin bu Batı uzantısı yapıların uzlaşmasıyla yapılamayacağı aşikardır. Kürtlerin İslam dünyasının kadim coğrafyası ile ilişkisi düşünüldüğünde bunun arkasında Yahudi (Batı) uygarlığının bulunduğundan zerre kadar şüphe yoktur.
Solu bir modernleştirme aracı olarak kullanma kararı alan 1960 İhtilalcileri; Kürt karşıtı seferberliğe tereddütsüz katıldılar. Türkiye içinde Kürt sağı kısa sürede tasfiye edilirken Yalçın Küçük’ün öne çıktığı bir Devlet Planlama Teşkilatı ekibi, Kürtler içinde kararlılıkla ulusalcı bir sol üretme yoluna gitti. (Ki burada ulusalcı ifadesini tereddütsüz milliyetçi söylemleri kullanan Batıcı/Batı’ya bağımlı yapı diye anlayabilirsiniz.)
Ulusalcı Kürt Solu, planlamanın amaçlarına tamamen uygun olarak vücut bulduğu günden bu yana Kürtler için adeta cellat oldu. Onun faaliyetleri ile milyonlarca Kürt yerinden oldu, metropollerde kimliğini yitirdi. Onun en çok etkin olduğu şehirlerde Kürtçe günden güne unutuldu.
Kürt ulusalcı solu, uluslararası merkezlerden ve Türk solundan aldığı desteğin yanında silahın da gücüyle kendisinin yol açtığı tahribatın değerlendirilmesine, görülmesine izin vermedi. Bu yöndeki her direnişi, öldürerek ama ondan da öte itibarsızlaştırarak cezalandırdı. Böyle bir vahşeti Boşnak ancak Sırp ulusal solundan, Filistinli ancak Yahudi’den görmüştür. Buna karşı bu despot yapıya karşı direnenler inanılmaz engellerle karşılaşmışlardır.
Kürt ulusal solu, derin yapılarca Kürtlüğün temsilcisi olarak tanımlandı. Öyle ki milliyetçi muhafazakâr gazeteler dahi, PKK’nin siyasi kanadı için “Kürt siyasal hareketi” ifadesini kullanıyorlardı. Belli ki “küresel dünyada” herkes “emir kulu”ydu.
DEĞERLENDİRME
Bu üç tablo karşısında gelin, gerçeği görelim:
Müslüman Kürt kültürünün temsilcisi ulusal Sol olabilir mi? Modernleşme tarihini az çok bilen biri bu soruya ya ağlayarak ya da kahkahayla cevap verir:
Bir kere Sol, modernizmin en uç ideolojisidir, en katı mezhebidir. Sol, kültürü korumayı değil, imha etmeyi vazife bilir. Kültürü yok etmeyi ilerlemenin koşulu sayar. Bunun için Solun hakimiyet alanlarının tümünde kültür iddiaları sadece bir folklor araştırması ve müzecilik faaliyetleri kapsamında kalmıştır. HDP/DEM’li adayların aile karşıtı söylemleri bu noktada çok tutarlıdır.
Kültürden kasıt sadece dil ise dilin tek başına bir kültürü korumayacağı aklı başında her sosyal bilimci tarafından malumdur. Dil, en çok birkaç kuşak korur, sonrası tükeniştir.
Kürt kültürüne gelince hiçbir şekilde onu İslam’dan soyutlayarak yeniden var edemezsiniz. Bu konudaki Türk, Arap, Fars, Afgan, Malay ve Hint (Urdu, Bengal) tecrübeleri de İslam aleminde dinsiz bir kültür inşasının imkânsızlığını ortaya koymuştur. İslam alemi dışında Rusya, Macar tecrübeleri ve bu tecrübelerden duyulan pişmanlık gözler önünde. Özde ateist olan Siyonist Yahudiler ise oldukça erken dönemde dinsiz bir Yahudi ırkı inşası projelerinden caydılar.
Bu küresel hakikat karşısında hâlâ Kürt ulusalcı solunu Kürtlerin patronu olarak tutma inadının arkasında ne var, derseniz hiç kuşkusuz İslam ve Kürt düşmanlığı aynı anda var. Emperyalistler İslam düşmanıdır ve onların vekilleri (çevre yapılar) ırkçılık marazıyla Kürt düşmanıdır. İkisinin buluşması Müslüman Kürt kültürüne karşı düşmanlığı diri tutmaktadır.
Sosyal bilimci, sihirbaz değildir. Olana bakarak geleceği görür: Olana bakıldığında İslamsız bir Kürtlüğü bekleyen eninde sonunda tükeniştir.
Bu vaziyet karşısında Kürtlüğün tanımını doğru yapmak zorundayız. Her Kürt Müslümandır, İslam’dan uzaklaşan ve kendisini sosyal olarak bile olsa, Müslüman kabul etmeyen, Kürt değildir.
Kürtler arasında ulusal Solu yaşatmaya çalışmak, bizzat Kürtlükle savaşmaktır. Kürtlükle savaşın başarıya ulaşmasının koşulu ise Müslüman Kürt kültürünün imhasıdır. Bu stratejiye karşı çözüm, Müslüman Kürt kültürünü kendi gerçekliği içinde yaşatmaktır.
Bunun için uğraşmak, İslam’ın bölgede sadece ihyasını sağlamayacak, bölgeye yönelik Yahudi uygarlığının projelerini de akamete uğratacaktır. Dolayısıyla Müslüman Kürt kültürünü ihya etmek, sadece Kürtlerin değil, bölgede kendilerini Yahudi uygarlığından korumak isteyen bütün yapıların ortak çıkarıdır. Laik bir ifadeyle, kendileri açısından kesinlikle rasyoneldir.