Dünya tarihi, pek çok yönüyle insanlıktan saklanmıştır. Tarihin bir kısmı, tarihçilerin kayıt alanının dışında tutulmuş, bir kısmı da yanlış yorumlanarak izlendiği hâlde insanlıktan saklı bırakılmıştır.

Galiba insanlık tarihinin izlendiği hâlde anlaşılması engellenen kısmı, doğrudan saklanan kısmından daha önemlidir. Dünyanın son iki yüzyılda sekülerleşmesi de bu bağlamdadır.

Sekülerleşme, en geniş anlamıyla, dinin etki alanının dışına çıkmaktır. Bunun siyasetteki karşılığı laikleşmedir.

İnsanlık tarihinde eskiden beri seküler/laik zihniyet vardır. Bu zihniyetin kökeni herhâlde Kabil’e kadar gider. Lâkin sekülerliğin bir düşünsel akıma ve siyasal bir iktidara dönüşmesi, Fransız İhtilali ile gerçekleşmiştir. O günden bugüne dünya, neredeyse istikrarlı bir sekülerleşme süreci yaşamaktadır.

Seküler kadercilik olarak da tarif edebileceğimiz determinist mantık, bize bunu doğal, yani kendiliğinden gelişen ve kaçınılmaz bir süreç gibi anlatarak bizi aldatmıştır.

Zira siyasal sekülerliğin ilk çıkış noktası Batı’da sekülerleşme, başta bir toplumsal örgütlenme ürünüdür. Ardından özenle korunan bir iktidar tarzıdır. O iktidar tarzı, önce kendisini devletlere dayattı, bugünse toplumlara, onu da aşarak bir bir fertlere dayatmaktadır.

Peki Batı’da sekülerliği getiren toplumsal örgütlenmenin ve dayatılan seküler siyasetin ardında kim var? Klasik mantıksal bir çıkarım var: Bir gelişmeden kim kârlı çıkıyorsa o gelişmenin ardında onlar vardır. Sekülerleşme ile Yahudilik arasındaki ilişkinin varlığı ile ilgili kanıtlar, bu çıkarımı çok aşmaktadır.

Bu ilişki artık kanıtlara gerek duyulmayacak kadar ifşa da olmuştur:

Bakın, Gazze’deki vahşet devam ederken Fransa’nın sözde Ayrımcılıkla Mücadele Bakanı, bir Yahudi derneğine aynen şu açıklamayı yapmıştır:

“Hükümet adına, tüm feminist örgütlerin 7 Ekim ve sonrasıyla ilgili tüm açıklamalarının titizlikle incelenmesini talep ettim. Feminist olmak, açıkça konuşmak anlamına geliyor, 7 Ekim'de sakatlanan kadınları desteklemek anlamına geliyor. Yapılan açıklamalarda bir belirsizlik varsa bu derneklerin devletten yardım almaya devam etmesi doğru olmaz, bu kadar basit.”

Yer Fransa, örgütlü sekülerciliğin ana yurdu ve ifşa gayet net: Ya Yahudilerin zulmüne “Yahudi mağduriyeti” penceresinden bakacaksınız ya da Gazze’nin açlığa mahkûm edilmesi misali, bütün ödenekleriniz kesilerek kurumsal olarak aç bırakılacaksınız.

Zalimliği mazlumluk olarak görme zorunluluğu! Sanırım, bugüne kadar hiçbir açıklama, küresel Yahudi iktidarının ulaştığı boyutu bu kadar net ifade etmemiştir. Ayrımcılık Bakanı, “ayrımcılıkla mücadele” gibi insânî bir duruşu dahi tamamen Yahudilerin dünya iktidarı stratejisi doğrultusunda kullanmaktadır. Bunun karşılığı, her şey Yahudi içindir, meşruiyeti de o belirler! Bu, iktidar gücünü kullanmakta sınır tanımamaktır.

Yahudiler, çağdaş uygarlığı artık net olarak sadece “Yahudi uygarlığı” olarak tanıtıyorlar, ortak kabul etmiyorlar; insanlığı, net bir itaat beyanına çağırıyorlar. Aksi hâlde farklı cezalarla tehdit ediyorlar. Bu, bugüne kadar “demokratik” olma iddiasındaki Yahudi uygarlığının açık “dikta çağı”na geçmesidir.

Neden? Çünkü Yahudiler, insanlıktan taleplerinin artık normal yollarla gerçekleşmeyeceğini düşünüyorlar, buna karşı baskıyı bir çözüm olarak düşünüyorlar. Bu yolda işlerini en çok kolaylaştıran ise insanlığın bütün sahalarda sekülerleşmesi, bütün değerlerini yitirip meselelere sadece dünya/çıkar/zevk penceresinden bakmasıdır.

İnsanlık sekülerleştikçe dünya iktidarı Yahudileşti, dünya, Yahudilerin hakimiyetine geçti. Doğru bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde liberalleşme, sosyalizm, sonra tekrar liberalizm gibi sekülerleşme türleri, hakikatte dünya iktidarının Yahudileşmesinin birer safhası olmaktan öte bir şey değildir.

Sizin için bu, dünya iktidarının doruk noktası olabilir. Oysa Yahudiler öyle düşünmüyorlar. Onlar, hâlâ hırslarını tatmin etmiş değiller ve sekülerleşmeyi İslam aleminde de tamamlamadıkça bu iktidarın doruğuna ulaşmayacağına inanıyorlar. Bu yönde oluşturdukları strateji için kapıları zorluyorlar. İslam dünyasındaki kriz de doğrudan onların bu stratejisi ile ilgilidir.

YENİ İKTİSAT TARZI VE SEKÜLERLEŞME

Yahudiler için dünya toplumlarının sekülerleşmesi stratejisi, doğrudan Yahudi iktidarına geçiş, o iktidarın tahkimi ve istikrarı anlamına geliyor. Sekülerleşmenin tarihsel süreci de bu yönde gelişmiştir.

Yahudiler, yüzyıllardır ticaretle uğraşırlar ve onların ifadesiyle “eski dünya”da onların sistem içindeki varlığı, çoğu zaman ticari maharetleri ile anlam kazanırdı. Bununla birlikte geçmişte yönetimin kirli işleri de onlara gördürülür, kimi zaman ise en kötü işler onlara yüklenerek yönetim onlar üzerinden paklanırdı. Yahudiler, yönetimlerin kirli işlerini görür, yönetimler de onları şehrin gettolarında tutarlardı. Bu, mübadele tarzı klasik bir ticaret gibidir.

Ne var ki o devirde her hâlükârda Yahudi’nin iletişimi, yönetimlerle idi. Ticaretleri genel olarak yönetimler üzerinden ve onların izniyle gerçekleşirdi.

Yahudiler; aydınlanma ile birlikte, yeni bir “iktisat alanı” buldular: Toplumların krizlerini çıkar yönünde değerlendirme, toplumsal krizlere müdahil olarak onları bir tür satın alma ve toplumsal krizler üzerinden iktidar basamaklarını tırmanma. Bunun için yönetimleri aşıp toplum ve fertlere ulaştılar. Onların sorunlarını satın alıp onları yönlendirdiler.  

Batı’daki sekülerleşme ile Yahudiler arasındaki ilişki de bu mahiyette gerçekleşmiştir. Kilisenin bertaraf olmasıyla, insanların zihinleri Yahudiler tarafından şekillendirilmiş ve insanlar, o yönde Yahudi’ye inandıkça Yahudi onu daha çok kendisine kul etmiştir.  

Sekülerleşme Batı açısından hiç kuşkusuz kiliseden kopuş anlamına gelir. Katolik kilisesi Batı’da gücünün doruğuna ulaştığında Doğu’daki Ortodoks kilisesinin de çağrısıyla gücünü dünyanın o günkü en güçlü ve en zengin kesimi olan İslam dünyası aleyhine kullanarak alan genişlemesi girişiminde bulundu. Lâkin o girişimi yüz binlerce Avrupalının ölümüyle sonuçlandığı gibi başarısızlığa da uğradı. Öyle ki Moğol istilası bile kilisenin İslam dünyası aleyhine başarılı olmasını sağlamadı. Sonraki süreçte kilise kendisini yenilememekte inat eden Endülüs Müslümanlarına karşı başarılı oldu ama Moğol sonrası İslam dünyasında ortaya çıkan yeni güç Osmanlı karşısında da başarısızlığa uğradı.

Kilise, İslam engeli karşısında büyük bir itibar kaybına uğradı ve bu kez yönünü dünyanın en zayıf toplumlarına çevirdi. Amerika, Güney Asya ve Afrika’da onları tahakküm altına alıp sömürerek Avrupa’yı tarihinin en güçlü konumuna çıkardı. Ama bu kez kilise zayıf toplumlara karşı zulümde sınır tanımadığı gibi, Avrupa halklarına karşı da halkı tatmin edecek kadar sosyal olmadı, sosyal adaletten yana durmadı. Kilisenin bütün girişimlerinde fedakârlık halka düşerken kazançlı çıkan kesimler yöneten sınıf oluyordu. Bunun için sömürgecilik Avrupa yönetimlerini güçlendirirken kiliseyi tamamen tüketti, kiliseye karşı sosyal bir tepki oluşturdu. 

Yahudiler, önce Batı Avrupa’da sonra Doğu Avrupa’da kiliseye karşı oluşan tepkiyi satın aldılar. Sekülerleşmeyi bütün aşamalarda desteklediler, finanse ettiler, örgütlediler ve kiliseyi hayatın içinden ittikçe onun yerine oturdular. Nihayetinde kilisenin geçmişteki rollerini çalıp Batı sisteminin merkezine oturdular.

Tabiatıyla Batı’nın modern ve post modern dünya iktidarı, bugün keşfolduğu üzere aslında bir Yahudi iktidarı olarak belirdi. Batı’nın her sekülerleşme aşaması Yahudilerin sistem içindeki paylarını daha da büyütmeleri olarak karşılık buldu. Gelinen noktada sanırım bugün Yahudilerin Batı sistemi içindeki yerini Papalığın Haçlı Seferleri sırasındaki yeri ile kıyaslamak hiç de abartı değildir.

İSLAM DÜNYASI VE SEKÜLERLEŞMEDE SON AŞAMA

Dünya, bugün hem coğrafya ve nüfus hem akımın derinliği açısından sekülerleşmenin son aşamasına gelmiş gibidir.

Sekülerleşme İslam alemi dışındaki bütün dünyada tabii bir hâl gibi kabul görüyor, aksi yöndeki hiçbir görüş ciddiye alınmıyor. Öte yandan sekülerleşme; manadan yani değerlerden kopuştur. İnsânî değerlerin özü ise başkası için fedakârlık yapmaktır. Sekülerleşme o boyutlara ulaştı ki bugün din kaynaklı fedakârlık bir yana, feminist kadının özverisi dahi sistem dışı kabul ediliyor. Sekülerleşme, insânî değerleri tamamen yok edecek boyutlara ulaşmak üzere.

Bu hâl karşısında İslam dünyası, kökleri açısından iki yüzyılı bulan, aksiyon açısından ise en az yüzyıllık bir uyanış içinde. Sekülerleşmeye karşı diğer dünya toplumlarının göstermediği bir direniş göstermektedir. Bu direnişin kaptan gemisi ise “İslamcılık” hareketi, daha doğru ifadesiyle İslâmî harekettir. 

İslâmî hareketin bu direnişi onu bütün sahalarda Yahudi uygarlığının hedefi hâline getirdi. Yahudi uygarlığı, 1967’de Kudüs’ü ele geçirse de orada dilediği hakimiyeti kuramadı. Buna karşı o tarihten itibaren İslâmî harekete karşı yeni bir mücadele tarzı başlattı: İslâmî hareketlerin saptırılması.   

Yahudilerin aydınlanma ile birlikte bulduğu yeni “iktisadi alan”, Yahudileri kalıplarından çıkararak kürenin zihin dünyasına yön vermek gibi, insana yönelik iktidarda en üst konuma çıkardı. Bugün Yahudilerin karşısında duran Müslümanların işini belki en çok zorlaştıran etkenlerden biri de bu düşünsel iktidardır.

Yahudi uygarlığı, Moğollar misali İslam dünyasının düşünsel yapısına doğrudan müdahale edebilme ve müdahale alanını toplum kesimleri içine kadar ilerletebilme gibi bir derinliğe ulaşmıştır. Bu, ona büyük bir imkân vermekte ve onun sınırsızlığını artırmaktadır.

Yahudi uygarlığı, çok yönlü müdahalelerle İslâmî hareketlerin etkisini azaltmak için projeler geliştirmiştir. Körfez Savaşı ve sonrasında yaşananlar bu projelerin bir karşılığı olarak düşünülmelidir. Bu projeler, İslam dünyasını adeta türbülansa sürükledi.

Ama buna rağmen İslam dünyası kendini toparladı ve müdahalelere karşı dirençli olduğunu bir kez daha ispatladı. Bugün İslâmî hareketler, bağlanmış birer aslan gibidirler. Başlarına dikilen ulus devletler, onları tutmakta artık zorlanmaktadır. Öyle ki bugün ulus devletlerin engeli olmasa Gazze’ye herhâlde milyonlarca mücahid giderdi. Yahudi uygarlığının mimarlarını çokça ürküten ve telaşa sürükleyen budur ve onu, bu korkudan kurtaracak olan yegâne şey, İslam dünyasının büsbütün sekülerleşmesi, İslam’ın etki alanının dışına çıkmasıdır.

Yahudi uygarlığının nihai hakimiyet simgesi tek başına bir Kudüs hakimiyeti ve Mescid-i Aksâ’nın yerine “Süleyman” tapınağının inşasıdır. Buna karşı Filistin’deki sosyalist tarzdaki sekülerleşmenin yerini HAMAS’ın ve diğer İslâmî hareketlerin alması, Yahudi uygarlığının Kudüs’e tek başına hâkim olma umudunu sarsmaktadır.

Gazze’yi istila girişimi bununla ilgili olarak küresel bir stratejiye dönüşmüştür. İsrail’in ardındaki küresel yapı, bir yandan İslam dünyasındaki ulus devletleri sindirirken öte yandan Adalet Divanı’na müdahale edecek kadar çağdaş uygarlığın bütün değerlerini ayaklar altına almaktan çekinmemektedir.

Filistin mücahidleri bu anlamda sadece kendi hesaplarına değil, bütün dünya adına kürenin Yahudileştirilmesi, Yahudi iktidarının vicdanına terk edilmesi girişimiyle savaşmaktadırlar. İnsanlık, onları desteklerse bizzat kendisini desteklemiş olur, onlara sırt çevirirse bizzat kendisine sırt çevirmiş olur.

Öyleyse Refah’taki Kuveyt Hastanesi Müdürünün "Bugün bize sırt çevirdiğiniz gibi, Allah da size sırt çevirsin!" sözü, özünde bir beddua değildir. Gelecekte olacakları haber veren bir çığlıktır:

İnsanlık ya Gazze’ye yardım edecek ya da Yahudileşmenin küresel iktidara ulaşmasının yanında duracaktır. Bu ikincisine razı olduğunda her yer Filistin sayılır. Her yer Yahudi’nin tekli yönetimine, diktasına, vicdanına kalır.  

Öte yandan Müslümanlar direnişleriyle çağdaş uygarlığın hakikatte bir Yahudi uygarlığı olduğunu ifşa ettiler. Bundan dolayı Yahudilerin öfkesini daha da üzerlerine çektiler. Bu ifşanın bedelini çekiyorlar. Bu ifşanın küresel bir direniş getirmesi için çaba göstermeleri bu bedelin ağırlaşmasını engelleyecek ve ödüle dönüşmesini sağlayacaktır.

Müslümanlar, özgür kalmak ve dünyayı özgürleştirmek istiyorlarsa sekülerleşme projelerine karşı durmak durumundadırlar.

İslam dünyası, sekülerleşen kesimlerin siyasal olarak Yahudi uygarlığını desteklemelerini engelleyecek söylemleri geliştirmeli, onunla birlikte sekülerleştirme projelerini derhal sonlandırmalıdır.

Umutsuzluğa kapılmamak gerek: Zira Yahudi’nin işi hiç kolay değil. Yahudi, İslam dünyasını sekülerleştirmeye çalışırken Batı’daki en uç seküler kesimleri ona karşı vaziyet alıyorlar.