“Aliyah” İbranicede “çıkmak, yükselmek” demektir. Bu kelime, terim olarak ise “Kudüs’e yükselmek” şeklinde bir slogan olarak Yahudilerin dünyanın farklı yerlerinden Kudüs’e göç etmesini ifade eder.
Siyonistler, Kudüs ve çevresine Yahudilerin yerleştirilmesini “Aliyah” ile ifade etmişler; ırksal hedeflerle Kudüs’e yönelttikleri göçü “Aliyah” kavramı ile kutsamışlar.
Kudüs’e Yahudi göçü, her ne kadar yükselişle ifade edilmişse de tabii olarak yeryüzü hareketliliği içinde yatay bir yer değiştirme girişimidir. Hedefi, Filistinlilerin topraklarının gasp edilip yerlerinden edilmesi ve yerlerine Yahudilerin yerleştirilmesidir.
Dolayısıyla “Aliyah”, insanlık için bir çatışma girişimi, bir etnik yapının, bir ırkın diğerleri üzerinde haksız yere tahakküm kurması; bir etnik yapının, bir ırkın hevesleri uğruna diğerlerini mağdur etme ülküsüdür. Bu, bir ırkın başka insanlara savaş ilanıdır. Vakanın en arka planında ise Eşref-i Mahlukat Hz. Peygamber Selallahü aleyhi vesellem’in Mi’rac’ında ifade bulan insanlığın mi’racına, insanlığın Rabbi ile buluşmasına karşı savaş ilanı!
“Mi’rac”, kelime olarak “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamındaki “urûc” kökünden türemiştir; “yukarı çıkma vasıtası” demektir. Mefhum olarak ise Mi’rac, Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in Mekke’den Kudüs’e İsrâ’sından sonra Kudüs’ten göğe yükselip Rabbi ile buluşmasını ifade eder.
Vakanın özünde Aliyah, toprağa yönelme iken Mi’rac, Allah’a yönelmedir. Biri bazı kulların diğer kulları tahakküm altına almasını hedeflerken diğeri, bütün insanları Allah’a kulluk üzere bir kılmak ve birleştirmektir. Biri beşerî bir işgal ve gasp iken diğeri İlâhî bir çağrıdır.
Bugün Filistin’de bu beşerî işgal ile bu İlâhî çağrıya iman edenler arasında bir savaş vardır. Bu savaş mahiyeti itibari ile insanlığa tanrı olmak isteyen bir hilekâr yapı ile insanlığı kula kul olmaktan kurtarmak isteyen sıdk ehli arasındadır.
ALİYAH’A KARŞI MİRAC RUHUNA BÜRÜNÜŞ
Aliyah, İlâhî olana karşı beşerî bir isyandır. Son Peygamberin insanlık üzerine şahit kılınan Ümmetine karşı bir darbe girişimidir, bir ihtilal çabasıdır.
Aliyah, beşerin ulaşabileceği en üst güce ulaştığına inanan, küresel devleti kurarak dünyayı bir köy gibi yöneteceğini düşünen bir grup Yahudi’nin yeryüzünün yaratıcısı Allah’a karşı şımarıkça bir isyanıdır. İnsanla Allah arasındaki bağı kopararak bütün insanlığın rabbi olmaya yeltenen bir topluluğun projesidir.
Aliyah, bütün insânî değerlerin Yahudilere yurt bulma iddiasıyla kurban edilmesidir. Aliyah, hile ve aldatmadan ibaret bir özü, kan gölü içinde yaşatma çabasıdır. İnsanlığa karşı savaşının durdurulup o kan gölünün kurutulması ancak Mi’rac ruhuna bürünmekle mümkündür.
Mi’rac’ın ruhunun özü Bakara Sûresi’nin Hz. Peygambere Mi’rac’da hediye edilen son iki ayet-i kerimesindedir; en iyisini Allah bilir ama o ruhun izahı ise özellikle bugünün insanına hitap eden büyük bir mucizeden ibaret olan İsrâ Sûresi’ndedir.
KARDEŞLİK VE MÜCADELE
Bakara Sûresi’nin bizim Hz. Peygamberin tavsiyesiyle, her gün her fırsatta okuduğumuz “Âmenerrasûlü” olarak bilinen son iki ayet-i kerimesi insanlığa şu yüce mesajı verir:
Hz. Peygamber ve Ona iman edenler, bütün peygamberlere iman ederek Allah’a teslim olmuşlardır. Geçmiş açısından bütün peygamberlere iman, gelecek açısından bütün insanlığa hitaptır. Ayetlerin mesajı İlâhîdir ve herkesi, Vahye iman ederek birliğe davet etmektedir. Dolayısıyla bu, insanlığın aynı esaslar üzerinde buluşması, iman ederek kardeş olması çağrısıdır.
Ayet-i Kerimeler, bu birleştirici yüce çağrıya uyanların kusur işleyebileceğini dile getirmekte, onların dilinden af dilemekte, bununla birlikte bu çağrıya karşı çıkanların yani kafirlerin de bulunacağını ifade etmekte ve iman edenlerin dilinden o kâfir kavme karşı zafer için yüce Allah’ın yardımını dilemektedir. İman ehlinin kâfir bir “kavme” karşı savaşması ve bu yolda Allah’ın yardımına muhtaç olması! İlahi yardıma muhtaç olacak bir mücadele!
İmanın esasları üzerine kardeş olacağız ve bu kardeşliği reddeden, kendini beğenmiş, herkesten üstün olma iddiasındaki kâfir kavim siyonistlerle mücadele edeceğiz. Bu yolda “Yapabilir miyiz?” diyenlerimiz olacak, Rabbimiz yapamayacağımızı yüklemez, diyeceğiz. Kusur işleyenlerimiz olacak, hep birlikte Allah’tan af dileyeceğiz.
MİRAC’DAN SOLUKLANAN MEDENİYET İSRÂSI
Daha iyisi oluşturulmadığı sürece insanın olana razı olması gibi bir huyu vardır. Hiç sakınmadan son hâline “Yahudi uygarlığı” diyebileceğimiz “çağdaş uygarlık”, yerkürenin pek çok noktası için bir umut oluşturdu.
Çok zor bir çağdayız: Ne yazık ki devlet iken halkları için teknik ilerleme arayanlar ve başkalarının tahakkümü altında iken halkları için devlet arayanlar, yolun sonunda kendilerini Yahudilerin çalışanı olarak buldular. Onlar, kalkınma ararken köleliğe, hürriyet ararken esarete sürüklendiler.
Bu alçak aldatıcıya karşı çare Mirac’dan soluklanan bir medeniyet İsrâsıdır. “İsrâ” yürüyüştür. Medeniyetin özü; üstün insânî değerlerle kalkınma ve ilerlemenin aynı anda yaşandığı İslam şehridir. İslam, uğradığı yere medeniyet şehrini götürmüştür. Medeniyet şehri, ilim ve irfan dergâhı olarak hayatı bütünleştirmiş. “Uygarlığın” günah mekânı uygar şehrine karşı medeniyet şehri, iyiliklerle yoğrularak büyümüştür.
Hz. Peygamber, Yesrib’i “Medine” yaptığı gibi, Ashabı ve onlara tabi olan herkes, uğradıkları köhne diyarlara sadece ibadeti değil, aynı zamanda kalkınma ve ilerlemeyi götürmüşlerdir. Onların şehirlerinde zikrin kalbin derinliklerine yol alışı ile dünyevi yol alış birlikte yaşanmıştır.
Bizim, bugün bu yönde bir isrâya, mukaddes bir yürüyüşe, harekete, yol alışa ihtiyacımız vardır. Bu, bir medeniyet isrâsı olacaktır. Hz. Peygamberin Mi’racından hayat bulan bir medeniyet isrâ…
Mirac’dan soluklanan medeniyet İsrâmız, bizim “Aliyah” karşısında muzaffer olmamızın yegâne yoludur.
Medeniyet, İslam’ın dünyevi görünümüdür. Medeniyet, İslam’ın insana vaat ettiklerinin dünyevi yanıdır. Biz, bu şuurla öyle bir medeniyet davası sürdüreceğiz ve öyle medeniyet inşa edeceğiz ki insanlık, onu görünen Yahudi uygarlığından yüz çevirsin ve güvenle ona yönelsin!
Mirac’ı duyuran mucizevi İsrâ Sûresi, bize bu medeniyetin mahiyetini anlatır. Mushaf’ın tam yarısında tamamlanan bu sûre, tabiri caizse bizimle kitabın tam ortasından konuşur.
Bugün üzerine ciltlerle tefsir yazılabilecek bu mübarek sûre, Hz. Peygamberin Mirac öncesi İsrâ’sının varış noktası Mescid-i Aksâ ve çevresinin pâklığını; hemen ardından İsrâiloğulları’nın kirlenmişliğini duyurur. Pâk bir mekâna yerleştirilen israiloğulları kirlenmişler ve oradan uzaklaştırılmışlardır.
Sûre, İsrâiloğullarının serüvenlerini tahlil etmemizi sağlarken onlarla yaşanacak çetin mücadelemizi de duyurur gibi. Oysa o günlerde Kudüs, onlarda değil, Hıristiyanlardadır. Yahudiler, Filistin’de bile değildir ve oraya girmeleri de Roma (Bizans) kanunlarınca yasaktır!
Sübhanallah, insan, pek acelcidir ama nihayetinde ona doğru yolu Kur’an’ın gösterdiğini görecektir.
Mukadder olan; nihayetinde yaşanacak ve herkes ameline göre mükafatlandırılacaktır. “Kim hidayet yolunu seçerse bunu kendi iyiliği için seçmiş olur…” (İsrâ, 15) Şımaranlara gelince ıslah olmadıklarında sonları helak olmaktır… Nihai hesap ahirette verilecektir.
Lütfen, düşünelim: “Çağdaş uygarlık” denen ve Yahudiyi tepemize diken uygarlık; Allah’tan başka her şeye kulluğa çağırmıyor mu? Ailenin temeline dinamit koymadı mı? Akraba kavramı bıraktı mı? Yoksul ve yolda kalmışa acıyor mu? Hepimizi İsrâfa, durmadan tüketmeye alıştırmak için dört bir yanımızı aldatıcı reklamlarla kuşatmıyor mu? Kendisi için müsrif iken halk için cimri değil mi? Rızık korkusuyla pek çok halkı yok olmak ile yüz yüze getirmedi mi? Zina, onun hem ticareti hem rüşveti değil mi? Haksız yere cana kıymayı güç gösterisi yapmamış mı? Yetim, onun için bir anlam ifade ediyor mu? Ticareti aldatmaktan ibaret değil mi? Tasdikin yerine kuşkuyu koymamış mı? Bütün bunlara karşı hâlâ kibrin doruğunda değil mi?
İsrâ Sûresi, bu Allah’tan uzaklaşarak lanetlenmiş hâle karşı bizim Allah’a yakınlaştıran medeniyetimizin ilkelerini anlatıyor:
-Allah’tan başkasına kulluk etme!
-Anne-babaya iyilikte bulun ve onlara karşı merhametli ol!
-Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver!
-Müsrif olma! Savurganlar şeytanın kardeşidir.
-Yoksula verecek bir şeyin yoksa en azından sözlerinle gönlünü al!
-Cimri olma!
-Rızkınızdan korkmayın!
-Rızık korkusuyla evlatlarınızı öldürmeyiniz!
-Zinaya yaklaşmayınız!
-Haksız yere cana kıymayınız!
-Yetimin malına art niyetle yaklaşmayınız!
-Tartıda (ticarette) dürüst olunuz!
-Hakkında bilgin olmayan şeyin peşinde koşma!
-Yeryüzünü böbürlenerek dolaşma (kibirden sakın)!
Bize düşen, öncelikle, lanetli uygarlığın yol açtıkları ile İslam’ın vaat ettikleri arasındaki farkı insanlığa kavratmaktır. Lâkin bu yetmez zira umut vermek de bize düşer ve medeniyette umut vermek ancak üstün bir örneklik teşkil etmekle olur.
Kudüs’ün kurtuluşuna giden yol, bu örneklikten geçer. 1099 istilasına karşı, Necmeddin Eyyûb’un kılavuzluğunda Nûreddin ve Selâhaddin neslinin takip ettiği yol da budur. Onlar, İsrâ Sûresi’ndeki ilkeleri titizlikle uygulayarak medeniyetimizin değerlerini ihya ettiler; bununla beraber bizim yurtlarımızı, şehirlerimizi dünyanın en mamur, en gelişmiş şehirleri ediverdiler. Nitekim o günlerde İslam alemini dolaşan Rabbi Benjamin gibi Yahudi bir seyyah, Müslümanların şehirlerini dünyanın en mamur şehirleri olarak tarif etmiştir.
Yahudi seyyah elbette maddeye bakmıştır. Onun dikkatini su dolapları, saat kuleleri, görkemli bahçeler çekmiştir.
İbn Cübeyr gibi bir seyyahımız ise hem maddeyi hem manayı görmüştür. Kur’an tedrisatımızı, medreselerimizi; hastalarımıza, yolcularımıza, yoksullarımıza, yetimlerimize merhametimizi görüp dile getirmiştir.
O düzeyi bir kez daha yakaladığımızda Kudüs’ün anahtarı elimizde olacaktır. Öyleyse Kudüs için cihadı desteklerken hep birlikte üstün insanî değerleri yaşayan ve vaat eden bir dünya için çalışmak durumundayız. Öyle bir dünya ki mana ve maddesiyle Yahudinin dünyasından ileride olmalı, onu geride bırakmalı!
Bu elbette olacak ve eninde sonunda Aliyah, Mirac’a yenilecektir, insanlık yücelmeyi ararken sapmaktan kurtulacaktır!